Halil Karapaşaoğlu’nun Afrika Gazetesinde “Apartman boşluğu” başlıklı köşesinde yayınlanan yazısı
Rüzgâr yuvarlanarak…
Üstüme geldi…
Tam göbeğine doğru vurmak istedim…
Ayağım içinden geçti…
Tutturamadım…
Yuvarlanarak gelen rüzgâr topları…
Yüzlerce…
Binlerce…
Gözlerime…
Dudaklarıma…
Tazelik bırakan…
Rüzgâr gibi midir hayat?
Dokunamadığım…
Onun beni hissetmesini sağlayamadığım…
Her elimi uzatışımda…
Elimin boşlukta kaldığı…
* * *
Lefkoşa; hiçbir yerin başkenti…
Hiçbir yerin başkentinde…
Gündem çok hızlı değişiyor…
Biz onların gündemini belirleyeceğimize…
Onlar bizim gündemimizi belirliyor…
Onlar bizim yaptıklarımızı düşüneceğine…
Biz onların yaptıklarını düşünüyoruz…
Hayat…
Hiçbir yerin başkentinde bize dokunuyor…
Biz…
Tam onun göbeğine doğru vurmak istediğimizde…
Ayağımız içinden geçiyor tutturamıyoruz…
Büyük bir heyecan sarmış memleketi…
Yeni milletvekilleri…
Genç olanlar gözdeleri…
Doğuş Derya…
Meclis kürsüsünden…
Kendi gönlünde yatan andı okumaya kalkışıyor…
Bir hengâme…
Bağırma çağırma…
İzin vermiyorlar okusun…
BRT sesi kesiyor…
5dk. ara veriyorlar…
Günün sonunda…
Derya çıkıp “namusu ve şerifi” üzerine yemin ediyor…
Gönlünde yatan başka bir şeymiş…
* * *
Dildeki…
Toplumdaki…
Hayatın her alanındaki…
Ataerkil, erkek egemen…
Her şeye karşıydı Derya…
Ne oldu?
Neden ikinci kez kürsüye çıktı ve karşı olduğu andı okudu?
Neden Derya’dan sonra gelen CTP milletvekilleri bu andı devam ettirmedi?
Üstelik yaptığı harekette protesto değilmiş…
Hatta “var olan yemini reddetmiyorum ancak yeterince kapsayıcı olduğunu düşünmüyorum” diyor…
Var olan yemin nasıl reddedilmez ki?
kktc devletinin mi bağımsızlığını savunacağız şimdi?
Yoksa Atatürk ilkelerini mi?
Derya Kemalist mi oldu meclise girince?
Hangi anayasaya bağlı kalacağız?
Gümbür gümbür televizyonlarda…
Seçim sürecinde eleştirdiğine mi?
Devlet dediği şey bugün…
Ataerkil değil mi zaten?
Devlet dediği şey…
Erkek egemen değil mi?
Nerede Derya’nın feministliği…
Belli ki parti tarafından o 5dk. lık ara içinde…
Uyarılar…
Baskılar gelmiş…
Eğer böyle bir baskı olsa bile…
“Var olanı reddetmiyorum” demesi mi gerekirdi?
* * *
Bazıları alkışladılar Derya’yı…
Bazıları şov yaptığını düşündüler…
Her ikisi de önemli değil aslında…
Önemli olan taviz vermemekti…
Diretmekti…
Direnmekti…
Yapamadı…
“Namusu” üstüne yemin etti…
Peki ne olacak sonra?
Kendilerine sunulan emirleri…
Nereye kadar reddedecekler…
Gün sonunda onlarda mı evet diyecekler…
Ne o andın anlamı var ne de o meclisin…
Devlet baba…
İster feminist olsun…
İster bilmem ne…
Otoritesiyle ezip geçiyor değerleri…
Ne feministliğiniz kalıyor ne de idealistliğiniz…
Dile getirmek istemiş…
Dile gelmiyor muydu zaten…
Bize açılan alanlar içinde…
Zaten istediğimizi söylemiyor muyuz bu memlekette…
Derya’nın okuduğu ant yıllardır söylenmiyor mu memleketimin sol jargonunda?
Var mı içinde barışın geçmediği bir şiirimiz?
Var mı halkların bütünleşmesini reddeden bir şarkımız?
Bu şiirleri bu ülkenin matbaaları basmadı mı?
Bu şarkılar bu devletin sokaklarında söylenmedi mi?
* * *
Lefkoşa; hiçbir yerin başkenti…
Adanın kavurucu sıcaklarına rağmen…
Suni bir şekilde yaratılan rüzgârlar…
Üstümüze geliyor…
Tam göbeğine doğru vuracakken…
Ayağımız boşlukta kalıyor…
Ne yapmak lazım rüzgâra karşı…
Neyle cevap vermek gerek…
Duvarlar mı öreceğiz…
Yıllardır duvarların içinde kalmadı mı beyinlerimiz?
Rüzgâra karşı bizde…
Kendi nefesimizle…
Üfleyelim…
Kendi rüzgârımızı yaratalım birlikte…
Gözlerimizde…
Dudaklarımızda…
Oluşan tazelik…
Bizim rüzgârımızla gelsin…
Ne kürsüler dayanabilsin…
Ne de iktidarlar…