iktibasDavid HarveyDavid Harvey: Toplumun nerede ve zaman patlayacağını bilemezsiniz
yazarın tüm yazıları:

David Harvey: Toplumun nerede ve zaman patlayacağını bilemezsiniz

333 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Harvey_InlineOccupied Times’ın David Harvey röportajı

Occupied Times: “Kent hakkı” kavramından ilk olarak 1968 yılında Henri Lefebvre bahsetti. O “inşa ettiği şehrin baş kahramanı olarak insanın kurtuluşunun … onun kolektif yaşam için inşa ettiği buluşma noktası” olduğunu savundu. Siz bu kolektif hakkı – kendimizi ve şehirlerimizi yeniden yaratmayı – “en değerli ancak en çok ihmal edilen insan haklarından biri” olarak ifade ettiniz. Son yıllarda bu insan hakkını hangi şekillerde ihmal ettiğimizi düşünüyorsunuz?

David Harvey: Eğer ne tür bir şehir inşa edileceği sorusu, ne tür insanlar olmak istiyoruz sorusuna ciddi bir şekilde bağlı ise, o halde bu ilişkiyi açıkça tartışma eksikliği; bizim, insanları ve onların tutkularını yeniden şekillendirilmesini sermaye birikiminin gereksinimlerine terk ettiğimiz anlamına gelir. Bence, 1945′ten sonra Amerika’nın banliyöleşmesinin, sadece Amerika’yı efektif talebi muazzam genişletme yoluyla 1930′ların kriz koşullarına dönüş ihtimalinden kurtarmaya yardım etmekle kalmayıp, aynı zamanda sosyal ve politik olarak devrimci bilinçten veya anti-kapitalist duyarlılıktan yoksun bir dünya yaratmaya da hizmet ettiği, plancılar ve politikacılar tarafından çok iyi anlaşılmıştır. 1960′ların feministlerinin banliyöleri kendi düşmanları olarak görmesi ve banliyö yaşam tarzının sınıfa karşı ön yargılı, ayrımcı ve aşırı ırkçı bir politik öznellikle ilişkilendirilmesi hiç de şaşırtıcı değil.

OT: Londra çok kültürlü bir şehir olarak övülür ve belki de kent hakkının önemli bir bileşeni de bir arada yaşama hakkıdır. Şehirleri yeniden tasarlarken ve yeniden yaratırken, bir şehrin yeniden yapılanmasının orada var olan farklı fikirlere ya da topluluklara imtiyaz tanıyan veya onları ayıran bir şekilde yapılmadığından nasıl emin olabiliriz?

DH: Toplumsal hareketler, siyasete etkin katılım ve bulunduğu yerelde mücadele etme isteği dışında hiç bir şey bundan emin olmamızı sağlamaz. Şehrin içinde ve ona ilişkin mücadele sağlıklı bir şeydir, devlet müdahalesiyle kontrol edilmesi ve bastırılması gereken bir hastalık değildir.

OT: Dijital bir çağda yaşıyoruz. Birçok durumda, insanlar binlerce kilometre uzaktaki insanlarla aynı sokaktaki komşularından daha samimi ilişkiler geliştiriyor. Eğer şehirler, tarihsel olarak, ortak fiziksel mekan etrafında gelişmeye eğilimli ise, fiziksel/mekansal toplulukların üstünlüğünü sarsan iletişim teknolojileri, kentin gelecekteki yapılanmasını nasıl etkileyecek?

DH: Yeni teknolojiler, hem yararlı hem de zararlı. Bir yandan “kitle oyalama silahları” olarak işlev görebilir ve insanları politikaya inanmanın yalnızca sanal bir dünyada mümkün olacağına inanmaya yönlendirebilir. Veya, sokaklarda, mahallelerde ve tüm şehirde siyasal eylemleri yaymak ve düzenlemek için kullanılabilir. Kahire, İstanbul, Atina, Sao Paulo, vb. de gördüğümüz gibi siyasal eylemler için sokaklardaki bedenlerin yerini hiç bir şey tutmuyor. Aktif sokak siyaseti ile birlikte çalışan yeni teknolojiler inanılmaz bir güç olabilir.

OT: Neil Grey “Kimin isyan şehri?” başlıklı yazısında, sizin en son kitabınız olan “Asi Şehirler”deki analizinizin, ilk defa 1960 ve 1970′ler İtalyasındaki kent mücadeleleri sırasında ortaya çıkan – ‘Şehri Ele Geçir’ sloganıyla; toplumsal yeniden üretim çevresindeki feminist tartışmalarla; ‘toplumsal fabrika’ fikriyle ve sözde ‘bölgesel halk hareketleriyle’ nitelenen – Otonom Marksist geleneği ihmal ettiğinizi, bunun yerine teorinizin kentleşme yoluyla sermayeyi emme ve artı değer üzerinde durduğunu ileri sürüyor. Bu eleştiriye cevabınız nedir? Bu siyasi uygulamaların, yerel halkın şehirlerini nasıl yeniden örgütleyeceğinin ana hatlarını çizmede kullanılabileceğine katılıyor musunuz?

DH: Bu eleştiri tuhaf. Elbette 2. bölüm sermaye birikimi süreçleri aracılığıyla kentleşme oluşumu hakkındadır, ama 5. bölüm kentlerdeki toplumsal sınıf hareketlerine ayrılmıştır. Ben tabii ki bu tür hareketlerin hepsini kapsayamayabilirim ve bu nedenle tıpkı İtalya’daki otonomist hareketle bağlantılı olanlar gibi kesinlikle kapsayamadığım değerli bir çok hareket vardır. Ancak ben, sınıf mücadelesi çerçevesinde tüm bu olanların hangi yollarla olduğunu kuramlaştırmaya çalışırken, yüzyılın başlarında insanların evleriyle İtalya’da fabrika konsey hareketini tamamlama şekillerini inceledim ve tabi ki Paris Komünü ve diğer kent ayaklanmalarında olduğu gibi, El Alto’nun hikayesinden de çok fazla ilham aldım. Yani, benim sadece artı-değerle oluşan sermayenin emilmesiyle ilgilendiğimi söylemek oldukça garip ve bence Neil Grey ya kitabı sonuna kadar okumadı ya da, ben onun özel, en çok sevdiği toplumsal kent hareketini ele almadığım için önemsemedi.

Bu arada ben, Gramsci’nin fabrika konseylerini bölgesel komitelerle desteklemenin önemi üzerine olan yorumundan alıntı yapmak isterdim: “bölge komiteleri aynı zamanda garson, taksi şoförü, tramvay işçisi, demir yolu işçisi, çöpçü, özel sektör çalışanı, katip ve diğerleri gibi farklı tabakalardan işçilerin olduğu bölgelerdeki temsilcileri birleştirme yolları araştırmalı. Bölge komitesi, o bölgede yaşayan tüm işçi sınıfının, yetkilerce desteklenen kendiliğinden gelişen bir disiplini uygulayabilen ve bütün bölgede anında ve tamamen işin durdurulmasını düzenleyen ve meşru ve otoriter bir dışa vurumu olmalıdır.”

OT: Çin’de, hızlı kentleşme ve sürekli büyüyen emlak balonunun ardından, Batı’da yaşayan insanların haberi olmadığını ileri sürdüğünüz yükselen bir sınıf mücadelesi olduğundan bahsettiniz. Eğer Çin’de yaşanan duruma daha dikkatli bakacak olursak, ne öğrenebiliriz?

DH: Şu anda Çin’de açığa çıkan çok daha fazla şey var ve hem devasa ölçütlerde emlak balonları hem de 2008′de ihracat piyasasının çökmesine tepki olarak kentleşmenin aşırı üretim kronik sorununun tehlikelerine karşı yükselen bir farkındalık da var. Kentlerde yaşanan aşırı birikim konusunda çok ciddi bir tedirginlik var. Teorik olarak, ben neler olduğunu anlıyorum ama iş durdurmaya geldiğinde bir şey diyemiyorum. Çin’de kentsel ve endüstriyel alanda çok fazla huzursuzluk olduğunu biliyoruz ama bunun ne kadar ve ne önemde olduğuna karar vermek çok güç.

OT: Siz “mülksüzleştirme yoluyla birikim” olarak adlandırdığınız kavramı kapitalizmde kentleşmenin merkezine yerleştiriyorsunuz. Londra’yı çevreleyen topraklar bugünlerde “yenileme” bahanesiyle, konut yardımı kesintisi ve sözüm ona “yatak odası” isimli yeni vergiyle birlikte dönüştürülüyor. (çn. “Yatak odası” vergisine göre ev sakinlerinin konut yardımı eğer tek bir boş yatak odaları varsa %14, bu sayı iki ve daha fazla ise %25 kesintiye uğrayacaktır.) Gayri menkul geliştiricileri sosyal konutları ‘uygun fiyatlı’ mülklerle değiştirebilsin diye evlerini yitirmiş Elephant & Castle içindeki Heygate konutlarında oturan yüzlerce kişi pek çok örnekten bir tanesidir. Taban örgütlenme mücadeleleri bu yer değiştirmelere direnmek için ortaya çıktı, ama sürekli olarak siyasal ve yasal kısıtlamalarla karşı karşıya kalıyorlar.Şehir genelinde veya daha geniş anlamda birleşik bir hareketin önemi ve olası güçlükleri hakkında sizin düşünceleriniz nelerdir?

DH: Ben tüm şehir genelinde mülksüzleştirilmeye karşı mücadelede mümkün olduğunca birleşmenin hayati öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Ama böyle yapmak, mülksüzleştirilmenin oluşması ve kökenlerinin biçimleri hakkında doğru bir bakış gerektirir. Örneğin, şu aralar, gayri menkulcülerin talancı icraatlarının ve onların il çapındaki finansörlerinin birlikteliğini tanımlamaya ve onların uygulamalarını dizginlemek ve kontrol altında tutmak için il çapında kolektif bir mücadele başlatmaya ihtiyaç var. Son zamanlarda, Brezilya’da ulaşım masraflarına, aynı zamanda Dünya Kupası için yapılacak olan stadyum binasına (Brezilya hakkında konuştuğumuzu düşünürsek bu dikkat çekicidir) ve yer değiştirmelere, kamu kaynaklarının israfına dair kentsel huzursuzluklar görmekteyiz. Bu nedenle kent çapında ve kent ekseninde mücadeleler görmek imkansız değildir. Tehlike, her zaman olduğu gibi, insanların kavgadan yorulmasıyla, mücadelenin zayıflamasıdır. Tek çözüm mücadeleleri devam ettirmek ve bunu yapacak kapasiteye sahip örgütler kurmak (özellikle bir kent mücadelesi olmamasına karşın, Brezilya’daki MST buna iyi bir örnektir).

OT: Londra’da bariz bir kamusal alan eksikliği var. Şehrin çoğu özel mülkiyete ait. Şehir gözetim panoptikonu, ‘izinsiz girilmez’ işaretleri ve piyasa müdahalesi olmayan bir kamusal alan yokluğu ihtiyacını karşılıyor.Kapitalizmin tahribatına karşı direnenlere, sadece çalışmaları için değil, aynı zamanda da yaratıcı etkileşim için yeni yollar keşfetmelerine olanak sağlamak için, halka/topluma açık alanlar araştırmak ve geliştirmek önemli midir?

DH: Devlet tarafından kontrol edilen alanları özgürleştirme ve onları halkın kontrolünde olan meydanlar haline getirme sorunu bence kritiktir. Aynı zamanda kamusal alanların yeniden kazanılması çok önemlidir ve umarım böylesi bir sona doğru yönelen pek çok harekete şahit oluruz.

OT: Dünya düzenini değiştirmenin güçlü bir yolu olarak “sosyalist şehirler ittifakı” ihtimalinden söz ettiniz. Ne demek istediğinizi ve bunun nasıl işe yarayacağını açabilir misiniz?

DH: Bu ilk bakışta biraz alışılmadık bir fikir ancak halihazırda şehirler arasında ve ABD’deki silah kontrolü, gibi bazı konularda bir çok karşılaştırma ve iletişim var. Kent yönetimleri arasında gittikçe daha iyi sonuçlar verebilen iş birliği bağlantıları var. Ben bu tür eylemlerin neoliberal uygulamalara karşı neden daha ileri gidip örgütlü bir kent direnişi kuramadığını anlayamıyorum. İngiltere’de kent yönetimleri çevresinde sözde yatak odası vergisine karşı eş güdümlü bir tepkinin, daha önce gözler önüne serilmiş olan kişi başına alınan vergi mücadelesinin yönteminde yankılanacağını düşünüyorum. Biz aslında bu türden şeyler yaptık ancak sonrasında bunların tahlilini tam olarak yapmadık ve ihtimallerini değerlendirmedik.

OT: Sivil itaatsizlik, aralarında Yunanistan, Madrid, Meksika, Buenos Aires, Santiago, Bogota, Rio de Janeiro ve en son Stockholm’ün de bulunduğu tüm dünya şehirlerinde olduğu gibi Londra şehir yaşamının da çok yinelenen bir özelliği haline geliyor. Ayaklanmalar (sadece protestolar ve örgütlü toplumsal hareketler değil) şimdi kent hakkını geri kazanma aracının bir parçası mıdır? Burada, dünyanın finans kapitali içinde olanlar, diğer şehirlerde olan bu mücadelelerden ne öğrenebilirler?

DH: Beni bu soruları yorumlamam üzerine çağırdığınızdan bu yana, İstanbul (örneği) var. Küresel duruma baktığınızda, toplumun dış yüzeyinin altında köpüren volkanik bir halin olduğunu hissedersiniz ve onun daha sonra ne zaman ve nerede patlayacağını asla bilemezsiniz (en son ziyaretimde bana kolay anlaşılır gelmesine rağmen, İstanbul’da pek çok hoşnutsuzluğun olduğu kimin aklına gelirdi ki). Bana kalırsa bizler kendimizi bu tür patlamalara karşı hazırlamalıyız ve elimizden geldiği kadarıyla bunları sürekli eylemler içerisinde destekleyen ve geliştiren alt yapı ve örgütsel biçimleri kurmalıyız.

OT: Özel mülkiyetin yerleşmiş yasallığını genel kavram içerisinde tanımlarken, İngiltere’de arsa değeri vergisi uygulamanın yararları üzerine görüşleriniz nelerdir?Bu vergiyi savunanların dediği gibi herhangi bir dengeleme etkisi elde edebilir mi?

DH: Ben arazi değer vergisinin yardımcı olabileceğini düşünüyorum ama, sonuçta, son yıllarda özellikle Londra ve New York gibi büyük şehirlerde çok güçlü olan rantiye sınıfı tarafından elde edilen çok büyük servetler sorunu üzerine eğilmiyor, oysa bu mülksüzleştirmenin yüzleşilmesi gereken asıl şeklidir.

(marksistekonomipolitik.blogspot.com)

 


Yeniçağ sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
339AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin