Geçen hafta Meclis’teki yemin töreni birçok tepki yansımalarına neden olsa bile söylenildiği gibi de pek resmi ideoloji dışına çıkan bir mesaj vermedi. İsterseniz bu olayın tüm yönlerini analitik dediğimiz düşünce yöntemiyle ve de eleştirel olarak soruşturarak araştıralım ve eleştirilerimizi de saklı tutarak bir değerlendirme yapmaya çalışalım: Hürriyet Gazetesi’ne açıklama yapan Doğuş Derya aslında iki bölgeli federasyonun resmi Türkiye tezi olduğunu ve orada kendisine karşı çıkanların neye karşı çıktıklarını biraz da şaşkınlıkla karşılamış gibi bir halle konuşuyordu. Doğuş Derya yeminden önce kendi evrensel yeminini etti ama bu yeminde Türkiye veya Kuzey Kıbrıs’ın resmi duruşunun da dışına çıkan ve bugün daha fazla meclis dışında olan solun sözlerini veya sloganlarını da tekrarlamadı. Pek tabi ki Doğuş Derya’ya bu konuda en fazla destek vermesi gereken örgüt öncelikle kendi partisiydi ki dikkat edilirse onlarda önce büyük bir sessizlik oldu ve daha sonra da parti başkanı Özkan Yorgancıoğlu bundan sonra aynı hoşgörüyü göstemeyecekleri üzerinde bir de demeç verdi. Şu yönde düşünürsek, aslında Derya, hantal duran ve görmeye alıştığımız örgüt yapısına biraz da hareketlilik getirdi. Medyaya da öyle… Gerçi ona karşı çıkanlar usülü bozduğu şeklinde karşı çıkarlarken pek tabi ki görüşlerindeki evrenselliğe de karşı çıktılar aslında. Kaldı ki buradaki usülsüzlüğe bile karşı çıkarken nazari dikkate almaları gereken konu Doğuş’un daha sonra yeminini okumuş olmasıydı. Okudu ve yerine oturdu. Fakat ister istemez şunları da sormak gerekiyordu. Doğuş’a milletvekili çıktığı partisi karşı çıkarken veya sessiz kalırken, Doğuş onların kendisine karşı çıkacaklarını muhakkak biliyordu. Bunları , yani partisinin de durumuna vakıf olan bir milletvekilinin, o halde, o parti içinde ne yeri vardır veya ideolojik bakımdan kendisine ters veya zıt bu partiyi niye tercih edip bu partiden milletvekili oldu? Benim bildiğim kadarıyla arada ideolojik bir farklılık varsa, bir kişi o partiye girmez ve o partinin de ahını boşu boşuna almaz. Peki ama şu da ortaya çıkıyor; Doğuş Derya’nın ideolojisiyle dünya görüşüne karşı olan veya bunu hoş görmüyen bir partiye ne kadar hoşgörülü olunur? Gerçekten devrimci demokrat bir partinin Doğuş Derya’ya hoşgörülü yaklaşması gerekmiyor muydu?
Demek ki bilimsellik ve eleştiri bir sol partinin en büyük özelliklerinden biri olmalı çünkü solun dinamizmi de eleştiriden gelmektedir. Yani dikkat edilirse parti bürokratlarından tepki alan Doğuş Derya aslında eğer Sol devrimci demokrat bir partide yer almış olsaydı bu tepkileri almayacak, sağdan tepki gelse bile kendi partisinden büyük bir destek alacaktı. Peki ama Derya o halde bu evrensel bildiriyi veya yemini niye orada okuma gereksinmesi duymuştur? Bana göre hem parti içindeki yapılanmayı hem de meclisteki yemin oluşumunu yetersiz bulmuş ve kendisi daha bilimsel bir açıklama veya yemin yapmak istemiştir. Yani boşta gördüğü önemli bir noktayı kendisince doldurmaya çalışmıştır. O halde şu soruyu sormanın yeridir: devrimci demokrat bir partinin bilimselliğinin güvencesi nedir? Bilimi sürekli elde tutabilmek nasıl olanaklı olur? Yukarıda söylenenlere katılanlar “bilimsel yöntemi benimseyip özgür eleştirel bir zemin üzerinde olmakta” diyeceklerdir. Yöntemin bilimselliğinin de güvencesi aslında gene özgür tartışma ortamının varolabilmesidir. Kısacası, bir sol partinin bilimsel çizgisinin korunabilmesi için canlı bir tartışma içerisinde olabilmesi zorunluluktur. Doğuş Derya böyle bir canlılık sağlamakla gayet başarılı bir misyon yerine getirmiştir ama Doğuş Derya’yı geride destekleyecek o devrimci demokrat zemin milletvekili olarak seçildiği partide maalesef görülmemektedir. Bu konuda her türlü tartışmayı da yapmaya hazırım. Elbette bu zorunluluk yerine getirildiğinde bilimsellik kendiliğinden gelmez. Ne var ki bu olmazsa olmaz koşul yerine gelmediğinde bilimsellikten bahsedilmek hiç olanaklı olmaz.
Bilimsel eleştirinin önemini Mahir Sayın “Sosyalist Demokrasi” adlı kitabında şu şekilde vurgulamaktadır:
“Marksist eleştiri yöntemi bilimselliğini üreteceği sonuçlardan korkmadığı için devamlı kılabilir. Bu her türlü bilim için de geçerli olan bir durumdur. Herhangi bir bilim dalında, doğabilecek olan sonuçların varolan değer yargılarına ya da teorilere zarar verebileceği düşüncesiyle davranılsaydı, hiçbir bilimsel gelişme olanaklı olamazdı. Dünyanın evrenin merkezi olduğu dogmasına inananların bunu değiştirebilecek herhangi bir düşünceyi geliştirmeleri beklenemeyeceği gibi böyle bir savı ortaya sürüp kanıtlamaya kalkışacaklara da tavır alacakları ve bu doğrultudaki her türlü araştırma ve incelemeyi ortadan kaldırmaya kalkışacakları çok aşikardır. Ancak ve ancak her türlü savı eleştirel bir gözle ele alabilen ve bir eleştirel bakışı sonuna kadar götürmeyi başaranlar bilimde yeni ufukların açılmasını sağlayabilmişlerdir”(sf 162).
Doğuş Derya üzerinde gerek medyada gerekse sosyal medyada birçok değerlendirmeler ve tartışmalar yaptım. Prensip olarak her zaman yanındayım. Ama Doğuş Derya bu ideoljisi ve fikirleri ile doğru yolu izlerken yolun, kendisinin ağırlığını taşıyabilecek bir zemini olmadığını görüyorum. Gene Doğuş Derya rutin kalıpların dışına çıkan bir açıklama yapmadı. Ama ne isterse olsun evrensel ve bilimselliğe yakın bir çıkış yaptı. Kesinlikle sürekli devrim pozisyonunda ondaki gençlik dinamizmi daha da hareketlere imza atarsa sempatimizi göstereceğiz ama dediğim gibi bir yola girilirken o yolun zemini ve kayganlığı da önemli…