yaklaşımlarÖzkan YıkıcıSeçime beş kala kuzey Kıbrıs ironileri – Özkan Yıkıcı
yazarın tüm yazıları:

Seçime beş kala kuzey Kıbrıs ironileri – Özkan Yıkıcı

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Hafta sonu girilen yeni sis perdesinden sanal dünyasından sıyrılıp yaşamı bıraktığımız yerden devam edeceğiz. Sadece değişecek olan bazı imgeler, yeni eski yüzler ve yeni müdürlük bakanlık avanta bekleyenlerin dedikodularıyla biraz daha çalkalanacağız. Seçim sürecinde ya konuşmadığımız veya partilerin el pençe divan “devam edeceğiz” paketleriyle yola düşüp kalanı tamamlama sürecine gireceğiz. Şimdilerde bol gezenler, reklam yapanlar, imaj değiştirenler, tik mühür peşinde içi boş avcılığa gidip tüfeksiz fişeksiz koşuşmalar artık noktalanacaktır. Kuzey Kıbrıs’ta bir yeni rüyadan kurtulup yeniden gelmesini bekleme uyanmasına gireceğiz. Ama uykudan uyanacaklarda vardır: Şimdilerde kimisi Karpaz’da kamp kurup desteklediklerini sunduğu kesimi kazanmasıyla Kaymakamlık müdürlük bekleyenler veya sendikal sessizliğe girip zam yapılmasına dahi tepki vermeyenler, aday olup müdürlük sevdasıyla sinenler, rüya bitip etrafı görmezden gelmelerin bitmesiyle yeniden feryat etmeye başlayacaklar: “Bu paket çok bitiricidir”! Oysa rüyalarında dolaşır veya susarlarken, ayni paketi konuşmayan veya savunanlara itaat ederken, artık alamama sonucu ve uygulamalarla yeniden kendilerine “müsaade” edilen kadarıyla konuşacaklardır. Hele birileri yandaşı olursa “hükümetimiz” karşıt olursa “hükümet” deyip eleştiriyi orda bırakıp konuşmak zorunda kalacaktır. Sora yakınarak “ben söylüyorum ama ahali dinlemiyor” yakarışı ona “sen zamanında rüyadayken alkışlarken iyiydin” denecektir. Artık başlıkta yazdığım gibi “Seçime beş kaldı”!

Öyle bir süreç geçirdik ki beklide emek adına en kısır cılız sözlerin söylendiği dönemdi. Yine seçim öncesi çok tartışılan “Paketler, adamına göre elektrik kesme kesmeme, özeleştirmelerle oluşan felaketler, yolsuzluklarla kayırmalar, adama göre işe almalar, Ercan havaalanı, “gibi konular hiç ama hiç konuşulmadı. Hatta zamanı olmasına karşın ödenmeyen hayat pahalılığı veya ardı ardına gelen zamlar dahi özelikle örgütler tarafından hep geçiştirildi. Çünkü seçim vardı ve onlar birinin arkasında angaje oldular! Seçim süreci ise sanki en demokratik ülkede yapılır ve ilhakın dayatmanın rüşvetlenmenin olmadığı koşulda gerçekleştirilir gibiydi. Önlerinde uçuşan olaylar dahi konuşulmadan ve ekranda yağ çekme ve yalan söylemin ayyuka çıkan ortamda seçim süreci başladı ve gelişti. Ne ekonomik anlamda program, ne etraftaki kaynamalara karşın dış politika duruşu, efendimiz Türkiye’deki cadı avından Kürt sorununa olan sancılar burada hiç yankı bulmadı. Sadece “Türkiye ile işbirliği kıyağı” arada vurgulanarak elçilik tepkisini azaltma veya desteği alma olayı olarak kulandılar. Zaten çoğu ekranda hem de günlerce konuşmalarına ve bol sözcükler kullanmalarına karşın, kullandıkları sözcüklerin anlamını dahi bilmedikleri, yine kendi konuşmalarıyla kanıtlıyorlardı. Bunca ayrılan zaman ve yapılan politik adıyla tartışmalarda sonuçta farklılıkların kişileşen veya “sen değil ben” ayrımının ötesine gitmediği hep yaşandı. Hep Kuzey Kıbrıs gerçeği ötelenerek ve doğru dürüst program vurgulanmadan, hatta siyasetin temeli ideolojik bakış sunmadan ayni tencerede pişen aşta tanelerin büyük küçük yarışı gibi olay sürdü. Hele şu tatlı yalan “Tamda demokratik bir örnekle süreç devam etmektedir” lafları çok ama çok tatlı yalanın şekerlemesi haline geldi.

Kuzey Kıbrıs’ta Türkiyeleşme sürecine değinen olmadı. Ekonomik dış sermaye el değiştirme ve yerleşme olayı hiç ama hiç eleştiri dahi yaptırılmadı. Hatta sıkılmadan “dış sermaye yatırımı” adıyla övüldü. Ortadoğu’yu kana gömen, milyonları mültecileştiren, katliamlarla etrafımızı yangına çeviren, Türkiye’de uygulanan ve oldukça çarpıcı örneklerle bize dek gelen dinin otoriter siyasallaşma konusuna değinilmekten ısrarla kaçınıldı. Hatta seçim sürecinde resmen Türkiyeleşen diyanetin “bakanlığın” elinden yetkileri alıp kuran kursundan son dönemki camileri çocuklar için sosyal faaliyet yerine çevirme konusuna değinmek el yakma gibi “cız” oluyordu. İlahiyat koleji kontenjanların avantasalaştırarak seçim rüşvetlendirme durumlarına bakan olmadan karşı çıkan insanın, nedense makam geçici koltukta dahi ses çıkaramadığına tanık olduk. Yalnız şu yapıldı. CTP döneminde suçlanan yolsuzluk dosyaları gayet güzel ambalajla raflara havale edildi. Hellim rezaleti veya gübre faciası ve öteki CTP imgeli dosyalar gayet net kaçırmayla şimdilik raflara havale edildi. Birde pakete devam dendi.

Kuzey Kıbrıs’ta parçalama ve rüşvetlendirme yapılanışla artık kitlesel bir potansiyel avantacı kesim oluşturuldu. Barkın Türkiyeli Kıbrıslı ayrımını, Karadenizli, Kürt, Adanalı ayrımlar dahi tiklere partilere meze yapıldı. Ancak bolca ekonomi konuşanlar nedense Kumarhanelere, kaçak işçiliğe, kadın seks ticaretine, gelişigüzel kaçakçılıklara, uyuşturucu mafyalara hiç ama hiç kelime kondurmadılar. TC Elçilik kesimleri veya başka tarikat veya hala derin güçlerin müdahalesi artık olmazsa olmaz olarak doğallaştı. Bazı derebeyleri yani “belediye” yetkilileri “işçileri sıkıştırmayın” ikazla çalıştırmak isteyenlere tepki veriyorlardı. Bazı çalışanlar fırsat bu fırsat değip ek masayı fazla yazma kavgası da oluyordu. Bunlarda haber yorum tartışma yapılmadı. Dedik ya; Kuzey Kıbrıs’ta siyaset deniliyor ama siyasetin olmadığı bir seçim süreci yaşanıyor. Yeni yüz deniliyor ama temelde ayni politikayı daha bağımlı kılarken sadece yüzlerle makyaj yapmanın Neoliberaleşme argümanı uygulanıyordu. Kadın, Genç yaşlı gibi sembolik ayrımlarla sanki gençlik ve kadın sorunlarının çözüleceği yaygarası bolca yapılıyor. Yapılmayan ise düşünce farkı oluyor. Sanki değişecek ama işbirlikçi ruhuyla teslim edasıyla cilve yapacak yeni yüzler konuşulmak isteniyor. Değişim bununla başlayıp bununla noktalanıyor. Tabi ayni yolda hangisi şoför olup yandaşına pay verme ayrımı da vardır. Yalnız avantacılar ve rüşvet alanlar alışıp gelenekselleştirdiler ki çok görüntülerle gelene göre “sendenim” davranışı da yaygınlaştı.

Yetkileri daha net Türkiyeli yetkililer alırken ve elçilik memuru “bakanı” dahi takmazken seçimin anlamı elbet sorgulanmalıydı. Ama devamlı nifus akımı, devamlı parçalama yolu ile rüşvetlendirme avanta vermelerin yaygınlaşıp makamları adamına göre şekillendiren ortamda, kitlesel muhalefet olma zordur. Devamlı sosyolojik gelişme, ilhak adımları ve dış sermaye yerleşke ile yetkilerin tamamen elden alınıp bunu hamaset baskı rüşvetle taçlandırma sonucu, son kararlarda gördüğümüz gibi meclis veya bakanın ancak yandaş ödüllendirme ve gelinen talimatı uygulama ikilemiyle mengeneye sıkıştırıldı.

Seçim hafta sonu noktalanacak. Birileri çıkıp bu süreci oldukça cehaletçe ama gayet içi boş sözcüklerle “kültürümüzün yüksekliğine, demokratik çağdaşlığımızla” anlatacak. Özelikle maliye finansmanını yapanlar hemen bunu kat kat alma refleksine girecektir. Hani unuttuğumuz “verilen hibeler, bağışlanan trilyonlar, alınmayan elektrik su paraları, faturasız ödenen trilyonların hasıraltı edilmeleri” ve dahası yeniden cenderenin içine düşüp “demokrasi, refah ve yatırım” adıyla karşımıza çıkacak. Şimdilik susan bazı örgütler yeni koltukçulara göre ses çıkarmaya başlayacak. Halk ise sanki “demokrasi görevini” yapmış gibi sırtı sıvazlanacak. Daha dün yaşanan petrol faciası ve etkileri denizi dahi katranlaştırırken işgale bölgesinde eğilimi bunu yaratanların lehine tırmanmaya devam edilen koşulda, güzel günler ve halka saygı kelimesinin anlamı kalıyor mu. Ama şununla yüzleşelim; Hala alacak avanta ve sistemden beklentiler olduğu için gerçek anlamda değişim bizde daha çok uzak. Türkiyeleşme ilhak ve adamızı dış sermaye el koyma hareketleri dünyanın başka yerinde olmadık kadar kolayca devam edilecektir.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin