Kuzey Kıbrıs’ta temmuz ayının sıcaklığında seçim süreci yaşanmaktadır. 2 geleneksel kuşatılmışlıkta süreç ilerliyor. Adeta kuşatılıp tutsaklaştırılan koşulda sanki “normal ülke” seçimi gibi konu algılatılma yarışındadır. Kıskaç 2 olguda netleşiyor. A; Kıbrıs gerçekleri ret edilerek, tamamen istenen ve doğruları örten ortamda süreç ilerliyor. Ülke ilhak gerçeği, antidemokratik yapı ve giderek daha silikleşen işbirlikçi kurallarda süreç daha silikleşerek yaşanıyor. Nitekim artık partilerin kimlikleri dahi kişisel ve yandaş faydacılık bir yana itilirse, işbirlikçilik noktasında buluşan yarışın aynası gibi oluyorlar. Koltuk için AKP beğendirme yarışı artıyor. Öylesi mitoz bölünmeler oldu ki demeyin gitsin. Artık kişiler dahi dün sövdükleri partiden aday olup “en iyisiyiz” açıklamalarını yapıyorlar. Partilerin sözcüklerindeki karşı olmaları söyleyenler dahi bunu yapanlar olma paradigması net şekliyle görülmektedir. “Yolsuzluğa karşı olanın, nasıl rüşvet yolsuzluk yaptığı aynılaşma kişilikler; Parti kötüdür derken ondan aday olmalar” hepsi birlikte siyasal hiçleşmenin kuralı halinde oynanıyor. Sora dönüp herkesi kendilerine oy vermeye ama dönüp “tik” tercihini istemeler alır başını gider. Ama ilhakın etkisini, sistemdeki temel yanlışları değiştirme konusunda net ifade duymazsınız. Şunları da artık duymaktan uzağız: Partilerin göstermelik olsa da sistemin bazı izin verilen aşamasıyla eleştirmelerde yok edildi. Zaten partiler siyasal yapıdan kopuk kişiler pay kapma ve koltuk hesabına indirgemekle kalmadı: Ayrıca örgüt kopuşla bireyleşmeler ve o bireylerin yeri geldiğinde kolayca yer değiştirme gerçekleri hep yaşandı ve bu çıkarılan listelerle daha şimdiden transfer olma isimleri akıllarda filizleniyor.
İkinci olgu daha yereldir. Yine gelenekselleşen Kuzey Kıbrıs seçim süreçlerinin önemli bir kültürü de Akıl tutulması sürecine girilmesidir. Sanki seçim süresi ile öncesi sorası 2 ayrı dünyalar şekliyle yaşanıyor. Çok basit tekrarı yeniden yaşadık. Hemen akıl tutulmasında değilseniz bazı dünlük tartışmaları şöylesine anımsayalım. Sora dönüp kaçının programlarda veya ekranlarda konuşulduğuna dikkat edelim. Tabi okuyucum arasında ayni tutulmaya uğrayıp partisel propagandaya takılmadıysalar!
Daha kısa zaman önce paketle ilgili uygulamalara demeçsel olsa da tepkiler vardı. Ercan teslimiyeti, ETİ iflası, sağlıktan eğitme paralaşma, Kamuda emeklilikten maaşlara varan yeni hazırlıklar hepsi gündemde olup tepkiler demeçsel olsa da yapılıyordu. Paketin “uygulanamaz” olduğunu birçok örgüt tekrarladı durdu. Yine ilahiyat koleji, kuran kursları, kamusal alanların hibeli teşvikli dış sermayeye peşkeş çekmelerde de tepki koyan örgütler vardı. Ne gariptir ki başka normal ülkede olsa bunu örgütler talep olarak gündeme taşır olacaklarken, bizde bunlar şimdilik tatile veya buzdolabına kondu. Partilerde rahat rahat AKP yaranma ve daha iyi olma kanıtlama yarışı nedeniyle, bunlara karşı yerine değerlendirme veya görüşme “anlatma” gibi sözcüklerle konuşmaktadırlar. Koltuk sevdasına uygun ve işbirlikçi yalaka yarışı nedeniyle Paketlerin kötü olduğunu veya dinin toplumsal kuşatma hareketine karşı olunduğu söylenmiyor. Özelikle temel kültürel insan yaşamına direk ideolojik kültürel müdahaleli dinin eğitimden kurumlara yerleşmesi üzerine koltuk sevdalı partilerde pek ses çıkmadı. Akıl adeta tutulup sandığa kondu!
Girişte dediğim gibi: Seçim süreci bizde bir başka oluyor. Dikkat edin: Daha dün işçilere yönelik yeni uygulama nedeniyle KAMUİŞ sert demeç verip sora birden teslim olurken, seçim sürecinde partilerden bu konuda güvence dahi istemedi. Bırakın güvence istemeyi, uygulamayı “anavatanla birlikte” yapacağını söyleyen partinin terkisine takılıp kaldı. Birileri diyecek ki “güvence yazılı verenler dahi oldu: Ya sora ne oldu”!
Bir çarpıcı konu daha: Geçen 1 yılda geçen çoğu yasalar talimatla gelen Türkiye’nin dayatma yasaları oldu. Meclis oturumlarının çoğu yapılmadı. İlginç korku ise şu: Torpil, Delege evladı; Yandaş kardeş ilişkili işe girenlerin oy vermedikleri takdirde işten atılacağı söylenmesidir! İnsanlar ise dün dayatılan paketleri unutmaları, torpillerin yolsuzlukların silinmesi, Başbakan namzedinin maaşının sorulduğu, Türklüğünü ispatlaması istenme aşağılığını anımsamaları isteniyor. Daha basitine gelelim: TC “Elçisi” geçici yönetime dahi şunu anımsattı: “Paket uygulanacak”! Normal hangi ülkenin başbakanına gidilip paketin uygulanması istenir?
Akıl tutulması daha basit gerçekleri de belekten sildirtir. Dün başka parti adına bakan olup inanmadık baskıyı yapanlardan bazılarını şimdi öteki kuruluşun adayı olarak yapılanları kötüleyip daha iyisini vaat ederken görüyoruz. Yolsuzluğa karşı olanların aslında seçim süreci öncesi bunları nasıl yaptığına tanık oluyorduk. Ama şu tekerleme hep yapılır: “Türkiye ile birlikte; Türkiye’nin çıkarlarını gözeterek; Anavatanla birlikte yürüme” söylemler çok reklamlı oluyor. Peki, Anavatanla birlikte başarıdan söz edenlerin veya Türkiye ile konuşarak söylemleri sorası pakete karşı çıkma, dinsel kuşatma hareketinin yanlışını söyleme ve buranın bağımsızlığını savunma ve Kıbrıs sorununda “2 Toplumlu görüşme” anlamı kalır mı?
Sizi hem güldürecek hem de düşündürecek ufak örneklerle olayları noktalayalım. Bir derebeyleşen belediye başkanı çalışanları parti propaganda konvoyuna katar. Bunu izleyen ahali şunu görür. Belediyeye girdikleri zaman göremedikleri insanları çalışan olarak konvoyda görürler. Belediyede çalışan konumdaki insan sayısından çok daha fazla kişinin konvoyda belediyede yani derebeyin yapısında çalıştığını öğrendiler. Başka tel ise şu: Mağusa’da bir Kıbrıs kökenli ve Birde Karadeniz şiveli kişi tartışırken, Karadenizliye “Karadenizliler merttir” ifadesi denilince oda şu gerçeği kolayca söyler: “Siz şimdiki duruma bakmayın: Seçime az kala burada vatandaş yapılıp Türkiye’de olan insanlar uçaklara konulup gelip oy kullanacaklardır” der! Sahi; Dünyanın hangi ülkesinde bir seçim süreç döneminde Nüfusun 5 kadar kişi vatandaş yapılır: Dün yasal olmayan vatandaşlık olayları ise şimdi nasıl akıl tutulmasıyla silinip seçimleri normal koşul gibi yutturuluyor?
Tüm bunlar yarın seçimler bitip yeni koltukçular yerini alıp işbirliğine soyununca ve paketinden din kuşatılmış kültürü müdahalesine girince şimdi ses çıkarmayanlar demeçlerle soru soracaklardır. Nede olsa buzdolabından çıkmış olacaklar. Bunlar kısır döngülü Kuzey Kıbrıs’ın gerçekleri. Çünkü ilgisizliğin ayyuka çıktığı, beleklerin silindiği, ganimet ruhunun işbirlikçi teslimiyetin doğallaştığı koşulda başka ne olacaktı? Doğrunun dahi tehlikeli olduğu ve direk düşünce yasağına takıldığı yerde seçim sürecinde akıl tutulması olup “hangisi seçilecek, benimki daha güçlü, ben bunu seçersem işim olur” tercihi aşılma şansı var mı? Unutmadan: Seçim programlarında kumarhanelerden, kerhanelerden, kadın ticaretinden hiç eleştirisel olsa dahi sözcükler duydunuz mu?