Şüphesiz ki her seçim sonrasında kurumlar ve bireylerin, o seçim hakkında siyasal değerlendirmeleri olmaktadır. 29 Temmuz’da ki genel seçimlerde bu anlamıyla değerlendirmelere tutulacaktır.
Ve sonuçların açıklanmasıyla birlikte değerlendirmeler süreci de başlamış bulunmaktadır.
Değerlendirmelerin olgular üzerinden yapılması ve bu olguların yapısal hallerinin de irdelenmesiyle tamamlanarak sonuçlandırılması, değerlendirme yapan kişinin ya da kurumun hakikate en yakın noktada durmasına imkan sağlamasını da beraberinde getirir.
Diğer yandan olguları niyetlerimiz üzerinden okumaya kalkarsak ve olgunun ya da olguların yapısal halini görmezden gelirsek, buradan çıkarılacak olan değerlendirme; niyetlerimizi, rüyalarımızı hakikat zannetmek yanlışlığına götürmesini beraberinde getirecektir.
Yapılan genel seçimin ana özelliği iki karakterde kristalize olmuştu.
Seçime oy verme, oy alma noktasında katılmak bir haliyken; diğer hali de seçime hakikatleri açıklama kampanyası üzerinden boykot etme biçimiyle taraf olmak, bu anlamıyla da katılmak.
Nihayetinde 50 bin küsurlu seçmen sayısının yanında iptal edilen oylarla birlikte 60 bini tamamlayan sayıyla ortaya çıkarılan total sonuç.
En başta 60 bin rakamını iki bütün olarak farklı özgüllükler olması hesabıyla bir araya getirilmesi yanlıştır. Çünkü bu özgüllerin bir tanesi oy kullanmamıştır, diğeri ise sonuç olarak hatalı oy kullanımı nedeni ile iptale maruz kalmıştır. Eyer ki hatalı oy kapsamına giren iptal edilmiş olan oylar; oy pusulalarının üzerine ‘BOYKOT’ yazılması neticesinde olmuşsa siyasi değerlendirmeye tabi tutulabilir. Onun ötesindeki değerlendirme aşırı zorlama yaratmak olmaktadır.
50 bin küsura tekabül eden ana gövdeye gelecek olursak; başta YKP olmak üzere ‘BOYKOT’ çizgisi üzerinde olan bireylerin ve kurumların kampanya süresince yürütmüş oldukları siyasi çalışmalarının bu havuzda ifade edilmesi sonucu olarak görürsek bu yanlış olur.
Çünkü:
Oy kullanmayan bu insanların tümünün oylarını siyasal tercihleri olarak kullanmadıklarını zannetmek için elimize hangi ölçeri alacağız. Şunu hepimiz bilmekteyiz ki, hangi seçim olursa olsun tüm partilerin de katıldığı seçimlerde oy kullanmama olmaktadır. Ve bu da seçmenlerin %? Katılımıyla denilerek ve katılanların oranı % yüz noktasından ele alınarak oy dağılımı yüzdeleri hesaplanmaktadır.
Dolayısıyla, oy kullanmayan kütlenin boykot neticesi olarak oy kullanmadıklarını izah etmeye kalkışmak bizi doğruya götürmeyecektir. Sorun boykot emeğine değer vermekse, asıl olan sonuçlara kendi ‘rüyalarımızı’ katmadan değerlendirmeye tabi tutup buradan sonuç çıkarmaktır.
Oy kullanmayan seçmen sayısını boykot torbasına koymak için barometre nedir, öncelikle bunun açıklanması gerekmektedir.
Yüzde otuzlara varan oy kullanmayanların boykot neticesinde olmadığını rahatlıkla görebilmeliyiz.
Şöyle ki:
En son yerel seçimlere YKP’de katılmıştı. Aklımda kaldığı kadarı ile yüzde ikiye varmayan oy haliyle sandıktan çıkmıştı. Bu yüzde oranını sıçramalı matematik artışıyla, kendisinin altı katıyla çarpsak bile çıkabilecek azami sonuç yüzde on iki olmaktadır.
İşin diğer yanı, oy kullanmayan seçmen kütlesini Kıbrıslı Türkler olarak nasıl adlandırabiliriz. Bu kütlenin içerisinde Türkiyeli KKTC yurttaşlarının olmadığını kim ıspatlıyabilir.
Sonuç yerine.
Kıbrıslı Türklerin kendi farklı hallerini farkındalık haline getirebilmek için; seçimleri gayri meşru noktada tutan eylem biçimlerini yaratmalarıyla ortaya çıkan sonuçtan sağlıklı siyasi değerlendirmeler yapılabilir.
Şu an ki yöntem, yanlışla kol kola yürümekten başka bir şey değildir.