Mısır’da iki küsür yıllık devrimci süreç, belki de tarihinin en keskin dönemecinde. Ordu kendince çok başarılı bir manevrayla Mursi karşıtı büyük kitle hareketinin talep ve özlemlerini paylaşıyor görünerek halkın muhtemel bir zaferini alenen çaldı. Böylece Yüksek Askeri Konsey aracılığıyla ülkeyi doğrudan yönettiği devirde uğradığı itibar kaybını büyük ölçüde telafi etmiş oldu. Mısır’da yıkılması gereken rejimin temel direği ordu, halk hareketini yedeğine alarak kendi siyasal ve sosyal imtiyazlarını muhafaza edip pekiştirmeyi hedefliyor. Kısacası ordu, Mübarekçi burjuvazi ve eski rejim taraftarları, halkın Mursi iktidarına karşı haklı tepkilerini kullanarak yeniden siyasal alanın merkezine hem de alenen yerleşiyor.
Çarşamba günü General Sisi’nin halkı Tahrir’e, “terörizme karşı mücadelede orduya destek vermek” için çağırması, bunun en açık ifadesiydi. Devrimin en başından itibaren aktif birçok grup bu çağrıya destek vermese de ordunun kendi lehine (“terörizme karşı”) ciddi bir kitle seferberliği yaratmış olduğu aşikâr. Sendika konfederasyonları liderliklerininse işçi sınıfının örgütlülük ve mücadelelerine karşı düşmanca tavrı açık olan ordunun bu çağrısına olumlu yanıt vererek “yasa ve düzen” için halktan yetki isteyen bu güçlerin peşine düşmesi utanç verici. Ordunun “terörizmle mücadele” gibi bayat bir gerekçeyle giriştiği ve girişeceği katliamlara açık çek vermek anlamına geliyor bu tutum. Ordunun İhvan’a karşı istediği yetkilerin yarın işçilere, demokratik ve sosyal talepleri için mücadele eden herkese yöneleceği açık. Halk hareketinin iki otoriter seçeneğin elinde rehin olması, Mısır devrimci sürecinin kelimenin gerçek anlamında mezarını kazabilecek çok ciddi bir tehlike.
Mursi’nin devrilmesine giden süreçte solun ve devrimcilerin (özellikle de devrimin motoru denebilecek gençlik hareketlerinin) en ciddi hatası, Müslüman Kardeşler iktidarına karşı “felul” denen eski rejim taraftarlarına, yani Mübarek devrinde siyasette, iş dünyasında ve medyada pozisyon elde etmiş figürlere (şu ya da bu ölçüde) kapı açmış olmasıydı. Bu figürler (Mübarek’in eski Ulusal Demokratik Partisi etrafında konumlanmış olanlar), Mursi karşıtı kitle hareketini siyasal alana dönmek için bir vesile saydılar. Amaçlarının devrimin ekmek, hürriyet ve sosyal adalet talepleriyle bir ilgisi yoktu elbet. Bilhassa Mursi karşıtı Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin liberal liderliği, hatta Hamdin Sabbahi gibi sol-Nasırcı önderleri, eski rejim taraftarlarının “muhalif” olarak vaftiz edilip bir nevi iade-i itibarlarının sağlanmasına sessiz kaldılar. Dahası, Mursi karşıtı mücadeleye sosyal-sınıfsal bir içerik vermekten ısrarla kaçınarak (oysa 30 Haziran gösterilerinin devasa olmasının bir nedeni de alt sınıfların karşı karşıya olduğu iktisadi-sosyal felaketti) meseleyi büyük ölçüde felul’lerin rahatça söz söyleyebileceği soyut bir siyasal İslam ve vatanperverlik çerçevesinde tuttular. Dahası bu liderler orduyla açıkça flört etmekten, yani Mursi’nin yaptığı gibi orduyu yanlarına çekmeye çalışmaktan imtina etmediler. Dahası Mursi’nin Mübarek’ten bile beter bir “İslami faşizmi” temsil ettiği söyleminin giderek yaygınlık kazanması da eski rejim taraftarlarına “muhalif” olarak itibar sağlayan bir argüman oldu. Batı fundamentalist sağından ödünç alınmış ve kitle hareketi açısından sapla samanın ayrıştırılamamasından başka sonuç vermeyen bu “İslamofaşizm” söylemi, özellikle Tagammu gibi eski kuşak sol parti ve figürler arasında da yaygın maalesef.
Mısır devrimci sürecinin yumuşak karnı, halk hareketinin mevcut güç odaklarından bağımsız kendi örgütlülüklerini inşa etmekte gösterdiği zafiyet oldu hep. (Bu konuda çeşitli mecralarda uzun uzun yazıldı zaten. Meraklısı için bkz.http://fotibenlisoy.tumblr.com/post/54509924355/m-s-rda-alternatif-turkiye-modelleri-ve-gezi ) Dolayısıyla kâh İhvan liderliği kâh ordu tarafından devrimin “çalınması” girişimleri hep gündemde oldu. Neyse ki geniş kitleler devrimi rayından çıkaran bu girişimlere karşı (bir afallama süresinin ardından) hep sokakta olabildiler. Cuma günü, ordunun çağırdığı ve Tahrir’i bir milliyetçi-militarist gövde gösterisine dönüştüren gösterilere solun bir bölümünün, devrimin başından beri etkin 6 Nisan gençlik hareketinin katılmaması, bir başka meydanda (küçük de olsa) Sisi’ye de Mursi’ye de karşı olanların “3. meydan” adıyla bir alternatif gösterinin yapılması, sendikal harekette yönetimlerin askerperver tutumunu protesto eden seslerin artması umut veriyor. Halk hareketinin küllerinden doğarak devrimini elinden almaya soyunanlara yeniden gerekli tokadı indireceği umudunu…
Solun ve toplumsal mücadelelerin muktedirlerin şu ya da bu kampından politik-örgütsel bağımsızlığı meselesinin ne ölçüde kritik olduğuna bir örnek Mısır’daki gelişmeler. Bu olmadığında iki otoriter kampın arasında binamaz kalmak mukadder. Bu hep böyle değil miydi zaten? Bakın ta 1649’da İngiltere’de bir Leveller (radikal “eşitleyiciler”) dilekçesi ne yazıyor: “Kralla sizin [yani parlamento] aranızdaki son savaşın alanı, bizim üzerimizde onun mu yoksa sizin mi yüce iktidarı kullanacağı konusunda bir kapışmaydı. […] Bütün tartışma yoksulların kimin kölesi olacağı değil mi?” “Kralı” ordu, “parlamentoyu” İhvan diye okuyun yeter… Bu makûs talihi yenemediğimiz müddetçe siyasal tartışma hep kimin kölesi olacağımıza dair bir kapışmadan ibaret kalacak.