.Yeniçağarşivden yazılarTozlu arşivden: Lenin aktif boykot çağrısı yapıyor (1906)
yazarın tüm yazıları:

Tozlu arşivden: Lenin aktif boykot çağrısı yapıyor (1906)

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

lenin2Editörün notu: her süreç kendi somut koşulları içinde değerlendirilmesi gerekir. Çeşitli dönemdeki seçimlerdeki çeşitli siyasi yapıların tavrı da gene kendi somut koşullarda değerlendirilmesi önemlidir.

Alıntılar İnter Yayınlarından çıkan Lenin’in Seçme Eserleri’nde cilt 3’te bulunmaktadır. Yazılar 1906 ve 1907’de yazıldı…

Alıntılardaki sosyal demokrasi devrimci Marksist grupları ifade etmekteydi, 2. enternasyonal sonrası terim farklı şekillerde kulanılmaya başlandı

 

Ocak 1906 (sayfa 342-343)

Bolşevikler ve Menşevikler, bugünkü Duma’nın, halk temsilciliğinin zavallı bir taklidi olduğu, bu sahtekârlığa karşı mücadele etmek ve tüm halk tarafından özgürce seçilmiş bir kurucu meclisin toplantıya çağ­rılması için silahlı ayaklanmaya hazırlanmak gerektiği konusunda görüş birliği içindeler.

Anlaşmazlık sadece Duma’ya karşı izlenecek taktikte ortaya çıkıyor. Menşevikler şöyle diyorlar: Parti vekillerin ve ikinci seçmenlerin seçimine katılmalıdır. Bolşeviklerin söyledikleri ise şu: aktif Duma boykotu.

(…)

Aktif Duma boykotu ne demektir? Boykot, seçimlere katılmayı reddetmek demektir. Biz ne Duma’ya girecek temsilcileri, ne ikinci seçmen­leri ve ne de vekilleri seçmek istiyoruz. Aktif boykot sadece seçimlerden uzak durmak anlamına gelmez, aynı zamanda seçim toplantılarından sosyal-demokrat ajitasyon ve örgütlenme için en geniş biçimde yararlan­mak demektir. Toplantılardan yararlanmak ise, gerek legal (seçmen listelerine kaydolarak), gerekse illegal biçimde bu toplantılara girerek sosyalistlerin tüm programını ve bütün görüşlerini açıklamak, bu Duma’nın tüm yalancılığını ve sahtekârlığını göstermek ve kurucu meclis için mücadeleye çağırmak demektir.

Seçimlere katılmayı neden reddediyoruz?

Çünkü seçimlere katılmakla, elimizde olmadan halkın Duma’ya beslediği inancı desteklemiş ve halk temsilciliğinin bu taklidine karşı mücadelemizi zayıflatmış oluruz. Duma bu parlamento değil, otokrasinin kurduğu bir tuzaktır. Seçimlere katılmayı reddederek bu tuzağı bozmak zorundayız.

(…)

bugün Parti olarak seçimlerden bir yarar sağlayamayız. Ajitasyon özgürlüğü yok. İşçi sınıfı partisi yasadışı kılınmış durumda. Temsilcileri mahkeme kararı olmadan tutuklanıyor, gazeteleri kapatılıyor. Parti seçimlerde bayrağını legal biçimde açamaz, polisin pençesine teslim etmeden adaylarım halkın önüne çıkaramaz. Böyle bir durumda, seçimlere katılmadan toplantılardan ajitasyon ve örgütlenmemiz için devrimci biçimde yararlanmak, legal seçimlerin yapılması amacıyla toplantılara katılmaktan çok daha amaca uygundur.

Menşevikler Duma’daki temsilcilerin seçimine katılmayı reddediyorlar, fakat vekiller ve ikinci seçmenlerin seçimine katılmak istiyorlar. Neden? Bunlardan bir halk parlamentosu ya da Tüm Rusya İşçi (ve ek olarak Köylü) Temsilcileri Sovyeti’ne benzer özgür illegal bir halk temsilciliği oluşturmak için mi?

Buna verdiğimiz yanıt şu: Eğer özgür temsilciler gerekliyse, bunların seçimini herhangi bir Duma’ya bağlamak neden?

(…)

Geri, cahil kişiler Duma’ya girerlerse girsinler – Parti kaderini onlara bağlamayacaktır. Parti bu kişilere şöyle diyor: Edineceğiniz yaşam deneyi, bizim politik öngörümüzü doğrulayacaktır, bu Duma’nın nasıl bir dalavere olduğunu bizzat ya­şayacak ve verdiği öğütlerin doğruluğunu gördükten sonra Parti’ye geri döneceksiniz.

 

Eylül 1906 (sayfa 370-377)

Sol sosyal-demokratlar Devlet Duması’nın boykot edilmesi sorununu yeniden gözden geçirmek zorundadır. Bu yapılırken, bizim bu sorunu daima somut, o günkü politik duruma bağımlı olarak ele aldığımız göz önünde tutulmalıdır.

(…)

Boykot sorununda devrimci sosyal-demokrasi ile oportünist sosyal-demokrasi arasında şu temel fark vardır: Oportünistler her durumda, Alman sosyalizminin özel bir döneminden aldıkları genel bir şablonu kullanmayı yeterli bulurlar. Halk temsilciliklerinden yararlanmak zorundayız, Duma böyle bir kurumdur — dolayısıyla boykot anarşizmdir ve Duma’ya girmek zorundayız. Menşeviklerimizin ve özellikle de Plehanov’un bu konuda ileri sürdüğü bütün mülahazalar böylesine çocukça basit sonuçlardan ibarettir.

(…)

Devrimci sosyal-demokratlar ise sorunun ağırlık merkezini gayet açık bir şekilde somut politik durumun titizlikle incelenmesine verirler. Rusya’nın devrimci döneminin görevlerinin üstesinden, 1847/48 yıllarının dersleri dikkate alınmadan yakın dönemden tek yanlı olarak çıkarılan Alman şablonlarıyla gelinemez. “Anarşist” boykot ve sosyal-demokrat seçime katılım tavrını yalınkat karşı karşıya koymayla yetinildiğinde, devrimimizin seyrini anlamak imkânsızdır. Rus devriminin tarihinden ders çıkarın beyler!

Bu tarih, olayların tam kapsamıyla doğruladığı gibi, Buligin Duması’nı boykotun biricik doğru taktik olduğunu kanıtlamıştır. Kim bunu unutursa, kim Buligin Duması’nın derslerine değinmeden boykot üzerine gevezelik ederse (Menşeviklerin daima yaptığı gibi), kendi kendisine yoksulluk belgesi vermiş, Rus devriminin en önemli ve olaylarla dolu bir dönemini açıklamak ve değerlendirmekten aciz olduğunu kanıtlamış olur. Buligin Davası’nı boykot taktiği, gerek devrimci proletaryanın ruh halini, gerekse de kısa sürede genel kitle eylemini başlatmak zorunda olan yaşanılan anın nesnel özel niteliklerini hesaba katıyordu.

(…)

Duma’nın dağıtılması, boykotun 1906 ilkbaharı koşullarında genelde hiç kuşkusuz taktik bakımdan doğru ve yararlı olduğunu şimdi gayet açık şekilde göstermiştir. O günkü koşullar altında sosyal-demokrasi görevini ancak boykotla yerine getirebilirdi: halkı Çar’ın anayasasına karşı uyarma zorunluluğu, Kadetlerin cafcaflı seçim yalanlarını eleştirme zorunluluğu — her ikisi de (uyarı ve eleştiri) Duma’nın dağıtılmasıyla parlak biçimde doğrulanmıştır.

(…)

Sosyal-demokrasinin bugünkü taktiği sorununun özüne gelmiş bulunuyoruz. Bugün söz konusu olan, kesinlikle, genelde seçimlere katılalım mı katılmayalım mı değildir. Buna “evet” ya da “hayır” demek, içinde bulunduğumuz anın temel görevi hakkında henüz kesinlikle bir şey söylemiş olmak anlamına gelmez. 1906 Ağustosu’nda politik durum, dıştan bakıldığında, 1905 Ağustosu’ndaki duruma benziyor, fakat o zamandan bu yana ileriye doğru muazzam bir adım attık: gerek iki tarafta savaşan güçler, gerekse de şu ya da bu stratejik hareket için gereksinim duyulan mücadele biçimleri ve belli mehiller çok daha açıklık kazanmıştır.

(…)

Duma kampanyasını temel mücadeleye tabi kılan, çarpışmanın uğursuz bir gelişme göstermesi ya da İkinci Duma’dan dersler çıkarılasıya kadar uzaması hali için bu kampanyaya ikincil bir yer veren bir taktik — böyle bir taktik, eğer istenirse, elbette eski boykot taktiği olarak tanımlanabilir. Böyle bir adlandırma biçimsel olarak savunulabilir, çünkü “seçime hazırlık”, -her zaman gerekli olan ajitasyon ve propaganda çalışmasını bir yana bırakırsak- pek nadir olarak seçimden çok önce yürütülmeye başlanan en küçük teknik hazırlıklara çıkmaktadır. Sözcükler üzerine tartışmak istemiyoruz, ama bu öz itibariyle eski taktiğin mantıki gelişimidir, onun tekrarı değil; eski boykotun kendisi değil, eski boykottan çıkarılan sonuçtur.

 

1907 (sayfa 390-402)

Boykot, Rus devriminin en olaylı ve en yiğit döneminin en iyi devrimci gelenekleri arasındadır. Yukarıda, görevlerimizden birinin, bu gelenekleri bir bütün olarak titizlikle korumak, geliştirmek ve liberal (ve oportünist) asalaklardan temizlemek olduğunu söyledik. İçeriğini doğru belirlemek ve kolayca onaya çıkabilecek yanlış yorumları ve yanlış anlamaları ortadan kaldırmak için bu görevin tahlili üzerinde biraz durmamız gerekiyor.

Marksizm, tüm diğer sosyalist teorilerden, nesnel durumun ve nesnel gelişme seyrinin tahlilinde kesin bilimsel soğukkanlılığı, kitlelerin ve elbette şu ya da bu sınıfla bağlar keşfetmeyi ve gerçekleştirmeyi başaran kişi, grup ve partilerin devrimci enerjisinin, devrimci yaratıcı gücünün, devrimci inisiyatifinin önemini en kesin biçimde kabul etme ile mükemmel biçimde birleştirmesiyle ayrılır. İnsanlığın gelişmesi açısından devrimci dönemlere biçilen yüksek değer, Marx’in tarih anlayışının bütününden çıkmakladır: barışçıl gelişme dönemleri diye adlandırılan dönemlerde yavaş yavaş biriken sayısız çelişkiler her şeyden önce bu dönemlerde çözülür. Böyle dönemlerde, çeşitli sınıfların sosyal yaşamın biçimlerini belirlemedeki dolaysız rolü özel bir güçle kendini gösterir, daha sonra yenilenmiş üretim İlişkileri temelinde daha uzun süre kalacak olan politik “üstyapı”nın temelleri oluşur. Liberal burjuvazinin teorisyenlerinden farklı olarak Marx, bu dönemlerde, “normal” yoldan sapmayı, bir “toplumsal hastalık” belirtilerini, aşırılıklar ve yanılgıların hüzünlü sonuçlarını değil, insan toplumunun tarihindeki en canlı, en önemli, özsel, tayin edici anlan görmüştür. Bizzat Marx ve Engels’in faaliyetleri içinde, 1848-1849 devrimci kitle savaşına katıldıkları dönem, merkezi bir nokta olarak öne çıkar. Onlar, işçi hareketinin kaderini ve çeşitli ülkelerin demokrasilerini değerlendirirken bu noktadan hareket ederler. Çeşitli sınıfların ve onların eğilimlerinin asıl özünü en açık ve en saf biçimde belirlemek için, hep bu noktaya geri dönerler. Daha sonraki, daha önemsiz politik oluşumları, örgütleri, politik görevleri ve politik çatışmaları hep o zamanki devrimci dönemin bakış açısından değerlendirirler.

(…)

Rus sosyal-demokrasisinin üzerine, hiç kuşku yok ki, devrimimizi en titiz ve çok yönlü bir şekilde incelemek, kitleler arasında bu devrimin mücadele biçimleri, örgütlenme biçimleri vs. üzerine bilgileri yaygınlaştırmak, halkta devrimci gelenekleri pekiştirmek, bir ölçüde ciddi ve bir ölçüde sağlam iyileştirmelerin ancak ve yalnız devrimci mücadelelerle elde edilebileceğine halkı inandırmak, toplumsal atmosferi “meşruti” yaltakçılık, ihanet ve dalkavuklukla kirleten kendini beğenmiş liberallerin bütün alçaklıklarını açığa çıkartmak görevi düşüyor.

(…)

Boykotun uygulanabilirlik koşullarını araştırmak zorundayız, devrimci yükseliş anlarında boykotun kesinlikle doğru ve bazen de kaçınılmaz bir yöntem olduğu inancını kitlelere vermek zorundayız (Marx’ın adını kötüye kullanan çokbilmişler ne derlerse desinler). Fakat bu yükselmenin, boykot ilanının bu temel koşulunun mevcut olup olmadığı sorunu, bağımsız biçimde ortaya konup, olguların ciddi bir incelenmesine dayanılarak çözülebilmelidir. Gücümüz dahilinde olduğu ölçüde, böyle bir yükseliş anını hazırlamak, uygun bir anda yapılabilecek bir boykotu baştan reddetmemek, bizim yükümlülük ve boyun borcumuzdur, fakat boykot şiarını iyi de olsa kötü de olsa bütün temsilcilik kurumları için uygulanabilir saymak muhakkak yanlış olurdu.

“Özgürlük günleri”nde boykotun hangi gerekçelerle savunulup desteklendiğine bakıldığında, bu gerekçelerin bugünkü koşullara taşınmasının ne kadar imkânsız olduğu hemen anlaşılacaktır.

1905’te ve 1906 başlarında boykotu savunduğumuzda, seçime katılmak bezginlik yaratıyor, düşmana bir mevzi bırakıyor, devrimci halkın kafasını karıştırıyor, çarlığın karşı-devrimci burjuvaziyle anlaşmasını kolaylaştırıyor vs. demiştik. Her zaman telaffuz edilmeyen, fakat o sıralar kendiliğinden anlaşılır bir şey olarak görülen bir şey olarak daima varsayılan bu gerekçelerin temel önkoşulu nedir? Bu önkoşul, tüm “anayasal” kanalların dışında dolaysız bir çıkış arayan ve bulan kitlelerin zengin devrimci enerjisiydi. Bu önkoşul, devrimin gericiliğe karşı kesintisiz saldırışıdır. Bu saldırıyı, genel saldırıyı zayıflatmak için düşman tarafından bize kasten bırakılan bir mevziiyi ele geçirip savunarak güçsüzleştirmek suç olurdu. Bu gerekçeler, bu temel önkoşulun dışında tekrarlanmaya kalkışıldığında, “müzik”teki falso, ana notanın yanlışlığı hemen hissedilecektir.

(…)

Devlet Duması üzerine Menşeviklerin Stockholm kararı ile, Bolşeviklerin Londra kararını karşılaştırın. Birincinin tumturaklı, cafcaflı, Duma’nın önemi üzerine tantanalı sözlerle dolu, Duma içindeki çalışmanın yüceliği bilinciyle kibirli olduğu görülecektir. İkincisi ise sade, kuru, sakin ve alçakgönüllüdür. Birinci karar, sosyal-demokrasinin meşrutiyetle izdivacı üzerine küçük-burjuva zafer ruhuyla (“halkın bağrından çıkan yeni hükümet” vs. vs. resmi yalanının ruhuyla) doludur. İkinci karar yaklaşık olarak şöyle aktarılabilir: Kahrolası karşı-devrim bizi bu lanet olası domuz ahırına sürdüyse, biz burada da devrimin yararı için çalışmak istiyoruz, sızlanmadan, ama aynı zamanda böbürlenmeden de.

Menşevikler boykota karşı Duma’yı savunurken, daha, dolaysız devrimci mücadele döneminde, halka, deyim yerindeyse, Duma’nın bir tür devrim aleti olacağına dair güvence vermişlerdi. Ve bu teminatlarında fena halde yanıldılar. Oysa biz Bolşevikler eğer herhangi bir şey garanti ettiysek, bu sadece, Duma’nın karşı-devrimin bir kuruntusu olduğu ve ondan olumlu bir şey beklenemeyeceği idi. Bakış açımız şimdiye kadar mükemmel biçimde doğrulandı ve bundan sonraki olaylar tarafından da doğrulanmaya devam edeceği garanti edilebilir. Ekim’den Aralık’a kadarki strateji yeni olgular temelinde “düzeltilip” tekrarlanmadan, Rusya’da özgürlük olmayacaktır.

O nedenle bana, Üçüncü Duma’dan İkinci Duma gibi yararlanılamayacağı, ona katılma gerekliliğinin kitlelere anlatılamayacağı söylendiğinde, şu yanıtı vermek istiyorum: Eğer “yararlanmak”tan, devrimin aleti olmak vs. gibi Menşevikvari heybetli şeyler anlaşılıyorsa, elbette yararlanılamaz. Fakat ilk iki Duma da aslında sadece Oktobrist Duma’ya giden basamaklar idi ve buna rağmen bunlardan sade ve mütevazı amacımız (propaganda ve ajitasyon, eleştiri ve olaylar hakkında kitlelerin aydınlatılması) için yararlandık ve bu amaçla en olumsuz temsilcilik kurumlarından yararlanmayı da bileceğiz. Duma’daki bir konuşma “devrim”e yol açmaz ve Duma’yla bağlantılı propaganda da özel bir fayda vermez, fakat sosyal-demokrasi birinden de, ötekinden de yarar sağlayabilir, hatta basılmış ya da herhangi bir toplantıda yapılmış konuşmadan daha çok yarar sağlayabilir.

(…)

Boykotu, proletaryanın ve devrimci burjuva demokrasisinin bir kesiminin liberalizmin ve gericiliğin karşısına koyduğu taktik çizgi olarak görmek de aynı şekilde yanlış olacaktır. Boykot bir taktik çizgi değil, özel koşullar altında uygulanabilir olan bir özel mücadele aracıdır. Bolşevizmi boykotçulukla karıştırmak, Bolşevizmi “aktivizmle karıştırmak kadar yanlıştır. Bolşeviklerle Menşeviklerin taktik çizgisi arasındaki fark berrak biçimde gün yüzüne çıkmış ve 1905 ilkbaharında Londra’daki Bolşevik 3. Parti Kongresi’nin ve Cenevre’deki Menşevik Konferans’m ilkede farklı kararlarında ifadesini bulmuştur. O zamanlar ne boykottan, ne de “aktivizm’den söz edilebilirdi. Gerek boykotçu olmadığımız İkinci Duma seçimlerinde, gerekse de ikinci Duma’da taktik çizgimiz, tüm dünyanın bildiği gibi, Menşeviklerinkinden tamamen farklıydı. Taktik çizgiler, herhangi bir özel, şu ya da bu çizgiye özgü mücadele biçimleri üretmeksizin, tüm mücadele yöntemlerinde ve araçlarında, tüm mücadele alanlarında ayrılıyor. Üçüncü Duma’yı boykotu Birinci ya da İkinci Duma’ya bağlanan devrimci beklentilerin fîyaskosuyla, “yasal”, “güçlü”, “sağlam” ve “gerçek” anayasanın, fiyaskosuyla haklı çıkarmak, ya da bunun böyle bir boykota neden olması, en kötü cinsinden Menşevizm olurdu.

(…)

Toparlıyoruz: Boykot şiarı özel tarihsel bir dönemden doğmuştur. 1905’te ve 1906 başında nesnel durum, savaşan toplumsal güçlerin önüne önlerindeki iki yoldan birini seçme görevini koydu: dolaysız devrimci yol ya da monarşik-meşruti dönemeç. Burada boykot ajitasyonunun içeriğini esas olarak anayasa hayallerine karşı mücadele oluşturuyordu. Boykotun başarısının koşulu, geniş, genel, hızlı ve güçlü devrimci yükselişti.

Bütün bu hususlar itibariyle, 1907 sonbaharında durum böyle bir şiarı hiç de gerektirmiyor ve haklı çıkarmıyor.

Seçimlere hazırlık için günlük çalışmamızı sürdürüyor ve en gerici temsil organlarına bile katılmayı baştan reddetmiyorsak, tüm propaganda ve ajitasyonumuzu, Aralık 1905 yenilgisiyle, bu yenilgiyi izleyen özgürlüğün çöküşü ve anayasanın karalanması arasındaki ilişki konusunda halkı aydınlatmaya yöneltmek zorundayız. Dolaysız kitle mücadelesi olmadan böyle bir karalamanın kaçınılmaz olduğu ve bunun gittikçe artacağı derin inancım kitlelerin kafasına iyice yerleştirmeliyiz.

Boykot şiarına ciddi bir ihtiyaç duyulduğu takdirde yükselme anlarında bu şiarı kullanmayı baştan reddetmeksizin. bugün tüm güçlerimizi, işçi hareketinin şu ya da bu yükselişini doğrudan ve dolaysız etkileme yoluyla, bütün gericiliğe, onun temel direklerine karşı genel, geniş, devrimci ve ofansif bir harekete dönüştürmeye yöneltmeliyiz.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin