yaklaşımlarÖzkan YıkıcıŞaşkınlar ve gerçekler – Özkan Yıkıcı
yazarın tüm yazıları:

Şaşkınlar ve gerçekler – Özkan Yıkıcı

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Gecenin sıcaklığı ve rüzgar sesleri arasında yoldan geçip özelikle bol gürültü yapan motorlar arasından elim kumanda aracılığı ile istasyondan istasyona dolaşıyordu. Şu paradoksa hep tanık oluyorum. Olaylar başladığı zaman magazinsel yayınlar veya olmadık dizilerle yayınlarına devam eden ekranlar şimdi bir başka haldeydiler. Dün haberi yapmayan ekranlar birden bukez kendi yakınlarının bol olduğu ama hala şaşkınlıktan kurtulamayan insanlarla Gezi Parkı olayını tartışmaya çalışıyorlardı. Arada adet yerini bulsun diye de meydanlardan izlerde sunuyorlardı. Dün yok saydıklarını bugün manüpüle etmenin oynuna soyundular. Onun için yatsınamayacak bazı gerçekleri söylerken, hep öne çıkarma refleksiyle “Marjinaler, provakatörler, vandalar” katma poletikalara çok sarılıyorlar. Sanki biber gazından, devlet gücünden gösterilen kimi öfkenin çok daha etkin olayları çıkardığını algılatma telaşındaydılar! Israrla “provekasyonalr” deniliyordu. Oysa kendi oyunalrına ters gelecek bilgiler tüm kontrola rağmen yine akmaya devam ediyordu. İzmir örneği bir başkaydı: Polisle saldıran maskeli sopalı kişiler kimdi? Onlara soruşturma yerine, arkadaşlarına “Alsancağa gitmeyin Toma vardır” mesaj çeken insanlara, hatta ilgili mesaj çekecek Tiyütürü olmayanlar gözaltına alınıyordu. Ama sunucular ve dalkavuklarla buna takılanlar “Marjinal guruplar, provakasyonlar” sözcükleri çok sevdikleri beliydi: Tekrar tekrar soruyorlardı. Hatta eylemcilere direnişçilere yaşadıkalrından çok “marjinaleri nasıl engelemeyi düşünüyorsunuz” sorusuyla bir anlamda onları yönlendiriyorlardı. Dün alıştıkları hiçeleştirmeye, şimdi provakatörlerle saptırma kuralı işletiliyordu. Aslında kendilerine göre haklıydılar: Medya sermaye ve devlet bütünleşmesi zaten biliniyordu. Yine önemli öngörü vardı: Nasıl olsa “Roboski, Reyhanlı, Hopa” olayları gibi buda saman alevi gibi çökecekti. Daha dün Taksim 1 Mayıs olayları onutulmadımı? Yine yıkılan Emek Sineması binası kanıtsanmadıymı! Gezi Parkı direnişi de biber gazıyla ve “bir gece vakti sabaha karşı Şafak operasyonyla” fetedilmeyecekmiydi. Şaşkınlık burada yatıyor. Çünkü bitmedi ve yükselen dalga ile medya sarhoş yandaşlığı resmi çizildi. Öyle çizildi ki dünya konuşurken yazarken ve protesto yaparken, “Dördüncü kuvet Türk medyası” belgeselikler, güzelik yarışmaları ve içi boş bilimsel yayınlarla sanki olaylar Güneş Gezegeni ötesi yerde yaşıyorlarmış gibiydiler.

Uyandıkalrı veya artık kaçınılmaz gerçekler dünyaya yayılırken bukez ikinci perdenin başlaması gerekiyordu: Oyun bitmemişti: Bukez özelikle merkez eksenli kişilerle hemen gündeme girişildi. Öyle girişildi ki nerde ise olayı AKP yapısından da çıkartıp kişiseleştirdiler. Sanki Gül başka Erdoğan banbaşka ikilemiyle kontorl altına alma eylemi başladı. Sora ağzından bal kelimesi çıkan ama Ankaraya gaz yağdırtan Arıncı melek gibi boyayıp ekrana sürdüler. Israrla yaşananlar değil konuyu hep “Marjinal ve vandalara” getiriyorlardı. Eminim çoğu prokramcıyla konuşsanız bu kelimlerin anlamını dahi net bilmiyorlar! Ben bu ekranlarda dolaşırken ve ısrarla “Marjinaler, provakasyonla” eyleme katılanları yönlendirme yayınına takılırken, arada çalan telefonumdan ankaradaki bazı gençlerden orda biber gazı yiyen arkadaşlarını, Kızılay feryatını duyuyordum. Şu soruyu soran dahi oldu: “Neden ordaki basın buradaki olayları doğrudürüs yazmıyor” yakarışı da vardı. Ağzından ilkez Faşist kelimesini duyduğum insanlarda oldu. Sahi dedim; “Neden bizimkiler olaya önem vermiyor”? Aslında resmi söylemde vermeselerde içlerinde hep şüpeler vardır. “Ya Erdoğan giderse, ne olacak”? Olaylara ezberle bakan ve aKP gerçeğini hala algılayamayan bazı seslerini çizilen sınırda yükseltenler ise “Erdoğana bir şey olursa Kıbrısta çözüm ertelenecektir” gibi inanılmaz ama Kuzey KIbrısta olan doğalaşmalara tanık oldum. Ama Kuzey Kıbrısta zaten seçime sürecine girildiği için üstelik koltuk adına icazet bekleyenler şaşkın ve şüpeli: Bazısı “Türkiye müdahale edecekmi” sorusuna takılırken, kimisi de “Yardım müdahale gelmezse biz neolacağız” kuşkusuna teslim oldular. Ama şu meşur Mehmedali Talat var ya: Hani hala onu “Barışçı” görenlerin Mehmedalisi: Saraya bakma ve hayal kurmayla AKP olma yarışında yalaka yapma sonucu tamda Türkiyede olayalr olurken “Burda devlet başkanlığına geçilmesi gerekir” seçeneği ile bir anlamda sığındığı saray rüyasına iyice bağlandı!

Kervan böyle ve yol alıyor. İstemeden Heyseli yeniden anımsadım: Doksanlarda Yirmibirinci Yüzyıl için Öfkeliler asrı oalcak dediydi: Bakın şuanda Heysel yaşama gözlerini yumsada en başta Avrupada öfkeliler hariketi oldukça yaygın. Bir farkla; Seçeneksizlik kısgacında da olmaktadır. Bu anımsatma neden: Türkiyede şuanda yaşanan olay ne ilk nede sondur. Ama hem kendi koşulalrı hemde genel Kapitalist yapının patlayan kitlesel sonucudur. Türkiyede uygulanan Neoliberala-eşmenin ve Dinin otoriteleşerek yaşama dek yapılanma müdahalelerinin adeta nicel birikimin nitel patlaması oldu. Ama Dünyada zaten son yılarda tıkanan ve sürecini tamamlayıp krize giren Kapitalist neoliberal yapının tetiklediği sosyal gerçektir. Bu örnekleri ispanyadan Amerikaya, italyadan Ortadoğuya yaşadık. Türkiyede ise gerek her alandaki müdahale gerekse rakamların aksine derinleşen işsizlik ve yoksuluğa ek olarak sınav sgandalrından çocuk yapmaya birçok doğal alanda dahi yıkım görülmesi sonuçta sadece ilericileri değil,devlet içi bazı kesimelrden orta sınıfa önemli sarsıntı getirdi. Sarsıntılar başlayınca fay hatının kırılması da olasılıklardan birisi haline gelir. Daha önceleri de yazdım. Olayı tek başına alırsanız; Daha ağır müdahaleleri Hopada gördük: Reyhanlı olayındaki sansürlemeyi yaşadık; Bunların birikimi Gezi Parkında patladı. Ama savrulma dağınık olunca önce şaşkınlık getirenler, soradan toparlanmaya başlarlar. Gezi Parkı olayında bu ikilemli yaşanıyor. Dün küfredenler şimdi yumuşak melek gibi piyasaya çıktılar. Karşıtdaki eksiklikleri okuyup susan medya bukez taraflı olrak olayı kontrol etme adına bazı olguları tetiklerken, ayni uygulatıcı poletikacılar sanki onlar değilmiş gibi yeniden “dengeleyici” kesim olarak devrede. Amerikadan ingiltereye tepkiler gelirken ayni zamanda dalganın devamlılığı halinde değişim dönüşün çizgisine gelmeme adına, bazı balanslar yapma hazırlığına dahi başladılar. Onun için olaya tekil ve hele bir kişiyle bakmamak gerekir. Örneğin daha önceleri benzer yasaları Gülün nasıl anında imzaladığını, Hopada, Roboskkide, Reyhanlıda nasıl ortak tavır olduğunu daha dün yaşadık.

Türkiye muhalefetinin parlemento rakamı dışında etkisiz olması ise yine resmi iktidar denklemli seçenekler konuşulur halle geldi. Erdoğan Gül ekseni, Erbakan Özal ikilemi, Feytulah Gülen Erdoğan seçenekli algılar hep Türkiyedeki patlayan ve önce şaşkınlık duyulan olayların birden kontrolu için piyasaya sunulan anbalajlı mavzeme gibidir. Şimdiden ekranlar ısrarla olayın siaysal değişim olmadığını sadece tepki halinde tutma çabasında bir ölçüde başarılı oldular. Değişimi öcü olrak sunma ve dönüşüm isteyenleri “marjinaleşme” gösterme çabası seçilen ayni ama değişik görülen figürlerle adımalr atıldı. Hareket bir anlamda Ortadoğudan farklı olarak, değişim talebiyle değil, varolanı koruma savunma çizgisinde gelişti. Üstelik toplumsal bileşkedeki çeşitlilik iyi olsada, bunu karşıtın hareketi kontrolda kulanma silahına dönüşmesi bence tartışılması gereken ikilem içermektedir. Nerde ise değişim isteyenlerin dıştalanması için kışkırtma yapan merkezler oluştu. Sanki olay devletin baskısı değil de “Marjinalerin ddıştalanması” noktasına çekilmeye çalışılınıyor.

Kısaca; Yaşanılan kapitalist ekonomik kriz, gidrek artan gergicileşme ve kemer sıkmalarla hakların yok edilmesi ve tüm değerler kurgulanırken insanın hep dıştalanma idolojik yakalşımlar sonucunda dünyada adı çeşitli olsada kitlesel tepkiler ardı ardına oluşuyor. Oluşuyor ama siyasal dönüşüm sağlayamadığı ve sadece tepkiyle kalındığı için birçok ülkede gerici siyasal güçelrin güçlenmesine dek uzanan kısa vadeli sonuçlar da yaşandı. Özelikle tükenen kesimelrin ayarında ispanya, İtalya, çok kötü örnek olurken, şimdi Türkiyede kontorla alınmak istenen ve medya sayesinde hamle yapılan süreçte sokağın durumunun yanıt vermede önemli rolu olacaktır. Kuzey Kıbrısta ise işbirlikcilik ruhunun şaşkınlığı ve yandaşlık paydelerinin uçuştuğu ortamda bundan kaçı ders çıkarır bilmem! Çünkü onca olaya karşın doğrudürüs konuşulmazken ve hatta yalanı olsada resmi söyleme ezberi devam ediyorsa, kuşku ve sorular çok olacaktır.Ama bize güçlü devlet, serbes piyasa, dinin otoriteleşmesinin ne olduğunu yeniden kanıtlayan bir Türkiye örneği yaşadık. Sokakta kör olan, biber gazıyla yanan nefes alamayanlardan çok dün ve bügün işbirlikci konuşmacıların akıl verömesi, analiz yapması zaten algılanma yanlışlarının devamını sağlamaya adaydır. Nedemişti Gandi: “Yanlışın büyüyü ufakğı fark etmez: Sonuçta yanlış yanlıştır ve mutlaka yıkımı acı olur”.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin