yazılariktibasAlan Badiou Gezi direnişini yorumladı
yazarın tüm yazıları:

Alan Badiou Gezi direnişini yorumladı

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Alain  BadiouFransız Marksist düşünür Alain Badiou Gezi direnişini yorumladı. “Bu büyük ülke, uzun ve çileli tarihiyle bizi şaşırtabilir ve şaşırtmalıdır da. Politik ve tarihi bir yeniliğin hayat bulması için ideal yerdir,” değerlendirmesinde bulunan Badiou, “Yaşasın geleceğin siyasetinin yeni yuvasının yaratılışı!” dedi.

İşte Badiou’nun Gezi direnişine ilişkin değerlendirmesi:

“Tüm Türkiye’de eğitimli gençliğin büyük bir bölümü şu anda hükümetin baskıcı ve gerici uygulamalarına karşı büyük bir harekete öncülük ediyor. Bu benim ‘Tarihin Uyanışı’ adını verdiğim önemli bir andır. Dünyada pek çok ülkede bir kısım entelektüel ve orta sınıf tarafından eşlik edilen ortaokul, lise, üniversite gençliği Mao’nun meşhur sözüne yeniden hayat veriyor: ‘İsyan etmek haktır.’ Alanları, sokakları ve sembolik yerleri işgal ediyorlar; yürüyorlar, özgürlük, ‘gerçek demokrasi’ ve yeni bir hayat arzuluyorlar. Hükümetin muhafazakar politikalarından vazgeçmesini yoksa istifa etmesini istiyorlar. Devletin polisinin şiddetli saldırılarına karşı koyuyorlar. Bunlar benim doğrudan ayaklanmanın özellikleri dediğim; popüler devrimci politik hareketin potansiyel güçlerinden biridir-eğitimli gençlik ve maaşlı küçük burjuvanın- kendi adına gerici hükümete karşı çıkmasıdır. Şunu içtenlikle söylüyorum: Bunu yapmak haktır! Ama bunu yapmak önümüze bu başkaldırının süresi ve ölçeği sorununu çıkarmaktadır. Harekete geçmek doğrudur, ama düşünsel bağlamda ve gelecek için bunun asıl sebebi nedir? Bütün sorun bu cesur ayaklanmanın gerçek bir tarihi ayaklanmanın yolunu açıp açamayacağıdır. Ortak sloganlar altında yalnızca bir değil yeni devrimci politikanın pek çok aktörünü (örneğin eğitimli gençlik ve orta sınıf, işçi sınıfı gençliğinin geniş kısmı, işçiler, kadınlar, düşük ücretli çalışanlar, ve daha pek çoğu) bir araya getiren ayaklanma tarihidir, sadece Tunus ve Mısır’da gördüğümüz budur ki mücadelenin sonucu bu ülkelerde hala belirlenmiş değildir. Bu doğrudan isyanın kitlesel bir topluluğa doğru ilerlemesi yeni bir örgütlülükle düzenlenen bir politika olasılığı yaratıyor, sürdürülebilir bir politika, halkın gücüyle politik fikirlerin paylaşımını kaynaştıran ve böylece ülkenin genel durumunu toptan değiştirebilecek güce ulaşıyor. Biliyorum ki bir kısım Türk arkadaşlarımız bunun tamamen farkındadırlar. Özellikle şu üç şeyi biliyorlar: Yanlış bir çelişkiyi göz önünde bulundurmamalı; hareket ‘Batı Arzusu’ yoluna girmemeli. Şu anda bilinmeyen politik örgütlenme formları yaratarak halk kitleleriyle, işçilerle, küçük işverenle, kadınlarla, çiftçilerle, işsizlerle, yabancılarla ve daha fazlasıyla, kendi arasındaki bağı kurmalıdır. Örneğin bugün Türkiye’de asıl çelişki muhafazakar İslam diniyle ve düşünce özgürlüğü arasında mıdır? Böyle olduğunu düşünmenin tehlikeli olduğunu biliyoruz, ama her şeyin ötesinde kapitalist Avrupa’da genel kanı bu şekildedir. Tabi ki, mevcut Türk hükümeti baskın dine bağlılığını açıkça beyan ediyor. Bu İslam dini, fakat sonuçta bu bilindik bir olaydır: Bugün bile, Almanya Hristiyan demokratlar tarafından yönetiliyor, Amerikan başkanı yeminini İncil üzerine ediyor, Rusya’da başkan Putin sürekli Ortodoks din adamlarını tatmin etmeye çalışıyor ve İsrail hükümeti Yahudi dinini kullanıyor. Gericiler her yerde ve her zaman dini, popüler kitleleri yanlarına çekmek için kullandılar; bunun özellikle ‘İslam’la ilgisi yok. Ve bu hiçbir şekilde din ve düşünce özgürlüğü arasındaki karşıtlık Türkiye’deki şu anki mevcut muhalefeti bu şekilde görmeye sebep olmamalıdır. Net olarak ortaya konması gereken dinin gerçek politik sorunları gizlemek için kullanılması, kitleler ve Türk kapitalizminin oligarşik yapılanması arasındaki temel çatışmanın gölgede bırakılmasıdır. Deneyimle sabittir ki, din kişisel, özel inanç açısından özgürlük politikalarına uyumlu değildir. Bu hoşgörü eğilimiyledir ki, din ve devlet erkinin karıştırılmaması ve insanların kendi içinde dini inanç ve siyasi kanaatleri arasında ayrım yapmaları, var olan ayaklanmayı tarihi bir başkaldırı niteliğine ve yeni bir politik yol icat etme yoluna sokmalıdır. Benzer bir şekilde, arkadaşlarımız son derece emin oldukları, şu an Türkiye’de yaratılan şeyin ABD, Almanya ya da Fransa gibi zengin ve güçlü ülkelerde hali hazırda var olan şeyin arzusu olamaz. ‘Demokrasi’ kelimesi bu bağlamda muğlaktır. İnsanlar toplumun gerçek bir eşitliğe yürüyen yeni bir örgütlenmesini mi icat etmek istiyorlar? ‘Dini’ hükümetin kölesi olduğu, fakat Türkiye’de, Fransa’da da görüldüğü ve tekrarlanabileceği gibi din karşıtı kesimlerin de hizmet ettiği kapitalist oligarşiyi mi yıkmak istiyorlar? Ya da merkez Batı ülkelerinde orta sınıfın yaşadığı gibi mi yaşamak istiyorlar? Hareket toplumsal eşitlik ve özgürlük fikriyle mi yönlendiriliyor? Yoksa Batı-tarzı bir ‘demokrasinin’ temel dayanağı olan ve sermayenin otoritesine tamamıyla bağlı olan yerleşik bir orta sınıf yaratma arzusu mudur? Gerçek politik anlamıyla bir demokrasi mi kurmak istiyorlar, zenginler ve toprak sahipleri üzerinde halkın gerçek gücünü uyguladığı, yoksa şu anki batılı anlamda en vahşi kapitalizm etrafında bir anlaşma, yeter ki orta sınıf da bundan payını alabilsin ve iş dünyasının temel işleyişlerine, emperyalizme ve dünyanın yok edilmesine karışılmadığı sürece istediği gibi yaşayıp konuşabilsin? Bu seçim şu anki başkaldırının sadece Türk kapitalizminin modernleşmesi ve dünya pazarına uyumlu hale gelmesi, yaratıcı bir özgürlük siyasetine uyumlanıp Komünizmin evrensel tarihine yeni bir hız verip vermeyeceğini belirleyecektir. Ve bunun için nihai kriterler aslında gayet basittir: Eğitimli gençlik onları tarihi bir ayaklanmanın diğer potansiyel aktörlerine yakınlaştıracak adımları atmalıdır. Hareketlerinin heyecanını kendi sosyal varlıklarının dışına yaymalıdırlar. Geniş kitlelerle birlikte yaşam, düşünce, yeni siyasetin pratik yeniliklerini paylaşım araçları yaratmalıdırlar. Kendi çıkarları için içlerinde yükselen ‘Batı’ tipi demokrasiye uyum sağlama arzularından (ki bu dünya sermaye ve mal pazarına uyum sağlamış bir oligarşik gücün basit, kendine çıkarına hizmet eden, seçilen ve kusurlu bir demokrasinin müşterisi olan orta sınıfın var olmasını sağlamak arzusudur) vazgeçmelidirler. Buna kitlelerle bağ kurmak denir. O olmadan, şu anki hayranlık uyandıran ayaklanma daha uyumlu ve köleliğin daha tehlikeli bir haline dönüşerek sona erer: bizim kendi kapitalist toplumlarımızda alışık olduğumuz gibi. Biz Fransa’nın, emperyalist Batının diğer ülkelerinin, entelektüel ve militanları olarak sizden bizimkine benzer bir durumun ortaya çıkmasından sakınmanızı rica ediyoruz. Size, sevgili Türk arkadaşlarımıza diyoruz ki; bize yapacağınız en büyük iyilik bu ayaklanmanızın sizi bizim olduğumuzdan daha farklı bir yere götürdüğünü kanıtlamanızdır. Yani bugün bizim yaşlı, hasta ülkelerimizin içinde olduğu maddi ve entelektüel anlamda çürümenin mümkün olmadığı bir durum yaratmaktır. İyi ki modern Türkiye’de arkadaşlarımız arasında bizim gibi olmak gibi bir yanlış hevesten uzak duracak etmenlerin olduğunu biliyoruz. Bu büyük ülke, uzun ve çileli tarihiyle bizi şaşırtabilir ve şaşırtmalıdır da. Politik ve tarihi bir yeniliğin hayat bulması için ideal yerdir. Yaşasın Türk gençliğinin ve yoldaşlarının ayaklanması! Yaşasın geleceğin siyasetinin yeni yuvasının yaratılışı!”

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin