Kürt sorununun çözümünün konuşulmaya başlanmasının imkanlarının ortaya çıkarılmaya başlaması sürecinde, Türkiye’nin aynı zamanda yeni bir döneme girmesinin imkanlarına kapı aralamaya başlamış hali olmaktadır.
TC devlet politikasının korku yaratmak ve toplumu bu korkular üzerinden (sosyal, siyasal, ekonomik, psikolojik) yürütmek ve yönetmelerinin fiiliyatları ve çıkarmış olduğu kanun ve kararnamelerle yönetmesi imkanlarının elinden alma imkanlarının doğması başlangıcındayız. Ve devlette, Kürt sorunundan dolayı yaratmış olduğu kısır döngüden çıkma imkanlarına salip olmuş olacaktır.
Devlet, Türkiye’nin tarihsel oluşumunda ki hallerinin toplumda yaratmış olduğu mit’ler üzerinden yürütürken ve bunu bir müfredat gibi işlerken yöntem olarak sadece okulları kullanmadı. Camiler başta olmak üzere, görsel ve işitsel medya, parlamento, oluşturulan tarih ve kültür kurumları ve ayrıca toplumun kalıplara sokulması projesinden elde edilen unsurlardan enerji faydalanmaları yapmak ve siyasi partiler; bu faaliyetlerin ortaklaşmış unsurlarıydı.
Devlet, kendi yurttaşlarının demografik farklılıklarının toplumsal karakterini yaşama talep ve çabalarını şiddet temelli bastırmaya çalışırken, bu onun kazanmış olduğu yeni hal değildi. Kendi tarihsel oluşumunda, onun şimdiki halinin sayısız örneklerinin geçmiştekinin devamı olarak; politikalarının devamlılığın anlatımıdır.
Modern Kürt özgürlük hareketinin tüm baskılamalara rağmen direncini çoğaltarak varlığına devamlılık sağlaması, karşı akım olarak devlet elden gidiyor, ülke parçalanıyor korkuları üzerinden toplumu yönetme ve şekillendirme manifestoları yaratımını beraberinde getirmişti. Bunun cisimleşmiş hali, esas anayasa olarak değer gören Milli Güvenlik Kurumu’nun çıkarmış olduğu Kırmızı Kitap’tı.
Kürt özgürlük hareketinin 1990’ların ortalarından başlayarak kendini yeni paradigmalar üzerinden ifade etmeye çalışması, devlet politikası yürütücüleri tarafından kaileye alınmadı. Topluma egemen edilen düşmanlık ve kin politikasının ağırlığı, bunun toplumca da algılanmasını engelledi.
Her gelen yeni siyasi iktidar, devlet politikasını kendi veçhelerine göre yürütüyor halde idiler ve bu da bütünsel şiddetin ta kendisiydi.
Mağduriyet hissiyatındaki toplum desteğinin ifadesi olan AKP; koşullarında kendileri açısından en olgunlaşmış hali olan 2000’li yılların başlarında siyaset ve toplum sahnesinde kendisini ifade ederken; kendi özgün siyasi sıkıntılarından kendisini özgürleştirmeye çalışırken, iktidara kök saldığı oranda o da şiddeti en geniş ve en ağır şekilde enstürman olarak kullanmaktan çekinmedi.
Modern Kürt özgürlük hareketine tarihinin en ağır şiddeti yaşatılırken, ortaya çıkan sonuç: Şiddetin her iki taraf açısından da egemenlik sağlamayacağı gerçeğiydi.
Burada bir parantezi mutlaka açmak lazım.
Modern Kürt özgürlük hareketine egemen anlayış; ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının, ulus devletini kurmaya tekabül etmemesini ve nihayetinde de Ortadoğu, Kafkasya ve Balkan coğrafyasının demografik karakterinin çok iç içe olduğunu ve bununda ancak etnik demokratizmle çözülebileceğini ifade etmesi ısrarı ve bunu ÖCALAN’ın siyaset manifestosu olarak deklare etmesi ile yeni bir başlangıcın koşulları çizilmişti.
Devlet tarafına baktığımız zaman, yeni bir açılımın simgesi olan “Komşularla sıfır sorun” sloganı, aslında dünyada ki yeni süreci kendi coğrafyasında, kendi çıkarları temeli üzerinden yakalama çabasıydı.
Dünya; ekonomik ve siyasi yeniden şekillenmelerin sancılarını yaşarken, güç odakları kaymalarını etkin devletler kendi kontrolleri altına alma çabasındayken, bundan diğer ülkelerin etkilenmemesi mümkün değildi. Türkiye’de bu sürecte etki eden, etki edilen konumda olan önemli ülkelerden bir tanesiydi.
TC devlet politikası dış vizyon olarak ‘sıfır sorun’ politikasını uygularken, içeri de ise özellikle 2012 yılında en şiddetli halini yaşayan; devletin açık ve kapalı şiddeti ile kendi sorunlarının anası olan Kürt sorununu yok etme politikasıydı.
Şiddetle Kürt sorununu çözme politikası, devletin karşısına Kürt özgürlük hareketi daha da kitleselleşmiş olarak çıkarınca:
Kürt sorununun çözümünün ancak şiddet dışı yöntemlerle çözülebileceği gerçeği dayatması devlet bilincine çıkması, tam da bu nokta da ÖCALAN’ın çözüme giden yol manifestosunu açıklamasıyla:
Türkiye sorunlarını çözme noktasına kavuşma imkanlarına sahip olmuştur.