arşivUlus IrkadMilliyetçilik gerekli miydi? -3- Ulus Irkad
yazarın tüm yazıları:

Milliyetçilik gerekli miydi? -3- Ulus Irkad

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

“Aydınlanma, kapitalizm önce batı Avrupa’da, yani uygarlığa an az bulaşmış noktada doğup, yayılmasını baslangıçta Akdeniz, İran, Hint ve Çin’e doğru değil, henüz uygarlığa geçmemiş veya uygarlığın cok geri bir aşamasında bulunan toplumların yaşadığı Amerika, Afrika ve Avustralya gibi kıtalara doğru yaptı. Bu onu klasik bezirgan uyarlığa dönüşmekten ve onlar tarafindan feth edilmekten nispeten kurtardı. Ve bu bileşimler üzerinden sanayi kapitalizmine geçebildi.

Sanayi kapitalizminin sağladığı emek üretkenliği üstünlüğü, onu diğer uygarlıklar tarafindan feth edilme tehlikesinden kurtardı ama bu sefer başka güçlerin etkisi benzer gerici bir sonuca yol açtı.

Aydınlanma’nın bir dünya cumhuriyeti idealinden geri dönüşünü, klasik uygarlıklar tarafından feth ediliş getirmedi İslam’da oldugu gibi. Ya da dünya ticaretinin daralması vs.. de yol açmadı buna.

Aksine, Sanayi devrimi, modern kapitalist uygarlığa, klasik uygarlıklarda bulunmayan muazzam bir zenginlik ve emek üretkenliği üstünlüğü veriyordu. Keza, Aydınlanmanın, dini İnanç  ilan eden dini de, uygun bir üstyapı sunuyordu. Niçin ve nasıl oldu da, tüm insanların dini, dili, etnisi, soyu, sopu ne olsun eşit yurttaşlar oldukları bir dünya cumhuriyetine doğru bir gidiş olmadı. Dünya ticareti de Aydınlanma da bunun için gerekli alt ve üst yapıyı sunuyordu.

Bunun yerini niçin ulusal devletler aldı? Niçin insanların eşitliği ve kardeşliği idealinin yerini; bir ulustan olanların eşitliği ve kardeşliği aldı?.

Elbet burjuvazinin Işçi Sınıfı karşısında gericileşmesi; feth edilen bölgelerin, eşit haklı yurttaşlar yapılmasından ise, sömürge ahalisi olarak hiçbir hak olmadan sömürülmesi, yani sermayenin kar hırsı bunda büyük rol oynadı. Ama ayni zamanda sanayi kapitalizminin, bu üretim yordamının kendisinden gelen bir özellik de bunun için uygun bir koşul oluşturdu.

Sanayi kapitalizmi ayni zamanda eğitilmiş iş gücü, standartlaşma; bu da standart bir dil ve genel eğitim, bu da fiiliyatta genellikle bir dil ile tanımlanmış bir ulusal devlet demek oldu. Böylece burjuva uygarlıgı, eski uygarlıklar tarafindan feth edilemeyecek aksine onları feth edecek bir teknik ve emek üretkenliği düzeyine geçmiş olmasına rağmen; dünya ticareti klasik uygarlıklarla kıyaslanmayacak ölçüde yayılmasına ve derinleşmesine rağmen, üstyapı, klasik uygarlıklardan bile daha dar kapsamlı bir şekillenmeye uğradı; bir dile, dine, etniye, soya, yere göre şekillenmiş ulusal devletlere geçti.

Vatanım yeryüzü milletim insanlık” idealinin ve programının yerini; “insanlar dili, dini, ırkı, soyu sopu ne olursa olsun eşittir” diyen evrenselciliğin ve hümanizmin yerini; sadece şu ya da bu ulustan olanlar, şu ya da bu devletinin yurttaşları eşittir diyen; insanlar değil; uluslar eşittir, insanlar ancak uluslar aracılığıyla eşit olabilirler diyen bir ulusculuğa geçildi. Ve insanlarin eşitliği ve birliği unutuldu. Vurgu, özel politik ayrımından, ve bu ayrım aracılığıyla eski uygarlıkların ve komünlerin bölücü dinlerinin özele atılmasından ve insanların eşitliği temelinde bir dünya çapında birliğin savunulmasından; politik olanın (ulusun) belli bir dil, tarih, din kültür ile tanımlanmasına kaydı. Bu ayni zamanda burjuvazinin devrimcilikten gericiliğe geçişi demek oldu.

Işçi hareketi ve Marksizm tam da bu noktada doğdu. Bu çelişkiyi içinde taşıdı. Bir yandan, Demokratik Cumhuriyet ve Enternasyonalizm idealleriyle, Aydınlanma’nın bir tek dünya projesini yaşatır ve savunurken; diğer yandan “Alman Birliği”ni savunmaktan “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakki”na kadar, burjuvazinin dininin bu gerici biçimlerinin de savunucusu oldu.

Marksizm Aydınlanmanın çocuğu olduğu kadar sanayi devrimin de cocuğu idi. “Bütün ülkelerin işçileri (ki burada ülkeler, ulusal devletlerin yurttaşları anlamına geliyordu) birleşiniz” şiarı; Muhammet’in “Allah’tan Başka Tanrı Yoktur”undan veya “Vatanım yeryüzü Milletim Insanlık” şiarından daha fazla gerici milliyetçilikle damgalıydı.

Sosyalizmin ideali, yeryüzünün işçileri, tüm insanları birleştirmek ve onların eşitliğini sağlamak için; yani “tüm dünyada arkaik (Soy), antik (Semavi) veya modern (ulus) dinlerinden olmayı özel bir sorun yapınız, politik olmaktan çıkarınız; ulusları ve ulusal sınırları yıkınız”olmalıydı ve olabilirdi. Böylece Marksizm ve sosyalizm daha doğarken uluslara karşı bir proje olarak doğabilir ve milliyetçiliğe karşı daha baştan şerbetli olabilirdi. Onun içindeki aydınlanma kalıntıları bunu engelledi ve sonunda milliyetçilik ve milletler tarafindan teslim alındı. Bu günkü Marksizm’in, Sosyalizmin, Işçi Hareketinin ve İnsanlığın krizinin özü burada yatmaktadır.

 

Bu arada dünyada ne oldu?

Ekonomi ve teknikte birbiri peşi sıra muazzam devrimler yasanırken, üstyapi tam tersine, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar dar ve gerici biçimlere büründü. Bir yandan bir dünya pazarı için üretim, diğer yandan bu dünya pazarına uygun bir dünya devleti yerine küçük ulusal devletler.

Bütün dünya savaşlarının esas nedeni budur. Birinci ve Ikinci dünya savaşlarını Emperyalist savaşlar olarak tanımlamak bile onların özündeki bu çelişkiyi gizleyip; uluslara göre tanımlanmış devletlerin varlığını olağan ve çağa uygun görür. Eleştirisini ulusal sınıra değil; bu sınırların ihlaline yapar.

İnsanların niçin ele geçirilen ülkelerin eşit haklı yurttaşları yapılmadığında görmez akıl dışılığı; ulusal devletlerin ele geçirilmesinde ve baskı altına alınmasında görür. Bu nedenle, var olan sistem içinde, onu olumlayan gerici ulusları ve ulusçuluğu olumlayan bir hareket olarak kaldı esas olarak sosyalist hareket.

Bu arada kapitalizm, var olan üretimin muazzam sosyal ve uluslar arası niteliği ile ulusal devletlerin, farklı hukukların, gümrüklerin ve sınırların yarattığı sınırlamaları aşacak hiçbir köklü  ideoloji ve program geliştiremedi.

Aydınlanmaya dönemezdi, çünkü bu diğer ülkelerin yurttaşlarını kendi yurttaşları yapmak anlamına gelir ve onları sömürme imkanını yok ederdi.

Boylece bu celiskileri çözmenin yollarını aradı kapitalizm ve burjuvazi. Birleşmiş Milletler ve bütün uluslar arası kurumlar hep bu çelişkiyi çözme ve uzlaştırma denemeleri oldular…”

-DEVAM EDECEK-

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin