Umut ve endişenin iç içe olduğu bir dönemde yaşıyoruz.
Yaşadığımız ana damgasını vuran umut-endişe çatışkı hali; Türkiye’nin temel sorununun yani demografik özgürlük sorununun olmayışının bugün en açık anlatımı olan Kürt meselesinin, çözülmesi gereken bir sorun olarak kendisini zorunluluk olarak dayatması halidir.
Kürt sorunu bir yanıyla İran, Irak, Suriye ve Türkiye ortak(!) sorunuyken, diğer yanıyla da aynı zamanda yukarıda adı geçen bu ülkelerin her birinin tek tek sorunudur da.
Dolayısıyla bölgesel bir sorundur, Kürt sorunudur, bunun da ötesinde Kürdistan sorunudur. Ve bu yanıyla; kendisine yönelik olarak mahrum edilmiş demografik özgürlüğünü edinme mücadelesini verirken, Kürdistan sorunu olarak da; coğrafyasının demografik farklılıklarının özgürlüğü teminatı altında kendisini yaşayabileceği yarınını bu günden kurması kurgulaması hali de ona ödev olarak öne çıkma haliyle iç içe olacağıdır.
Kürt meselesi ya da daha soyut ifade ile bir devlet; ulusal sorun problemini yaşıyor durumda ise ve nihai olarak da, bu sorun çözülme zorunluluğu içerisen girmişse, özünde o ülke siyasi sınırları içerisinde en geniş anlamıyla özgürlükler ve demokratikleşme sorunları var demektir.
Sorunu, sadece bir yanından tutup çözmenin mümkünatı olamayacağı için; bir devletin tanımlanan sınırları içerisinde demokratikleşme sorunsalını çözmeden, kendisinde olan demografik sorunları çözebilme şansı yoktur.
Erdoğan şahsında bu hükümetin terör sorununu çözeceğim demesi, PKK sorununu çözeceğim demesi olmaktadır. PKK’da Kürt sorununun sonucu olduğuna göre, PKK’yı çözmesi/gereksizleştirmesi de ancak Kürt sorununu çözmekle mümkün olacağı gerçeğidir. Kürt sorunu da TC devletinin demokratikleştirilmesi olmadan çözüme kavuşma imkanlarına sahip olamayacağından dolayı da:
Birlikte yaşama üst başlığı altında Kürt sorununun çözümünün tek anahtarı TC’nin her alanda demokratikleştirilmesi mecburiyetliliğidir. Kendisini bu bağlam üzerinden sorumlulandırmayan bir devlet politikası peşinen şunu der konumunda olacaktır:
Türkiye Kürdistan’ı kendi devletini kursun, biz TC’nin kalan toprakları üzerinde yasanın, hukukun ve adaletin, var olan icrası haliyle yaşantımıza devam edeceğiz.
Bu da; milli güvenlik siyasetinin, Türkiye Kürtlerle büyür paradigmasıyla örtüşmediği için, kurulmaya çalışılan bu paradigmanın tek ayaklı yürüyemez halinden çıkarılmasının anlatımı olan ‘Türkiye’nin büyüyebilmesi, onun demokratikleşmeyi en geniş haliyle hayata egemen edilmesinden geçer’ paradigmasıyla ayaklarını sağlam bir şekilde yere basmasıyla mümkündür.
Çözüm sürecinin mümkünatı olmadığı halde tek aktörü olmak isteyen Erdoğan; Kürt sorununu imha ve inkar dışında tam olmasa bile nereye kadar çözme bakış açısına sahip olsa bile; karşısına demokrasi ve özgürlük sorunu mutlak anlamda çıkacaktır.
Dolayısıyla, burada esas mesele; Türkiye’nin demokratikleştirilmesidir, özgürleştirilmesidir.
Olgu bu bağlamda ele alındığı zaman, Türkiye devleti A’dan Z’ye kadar kendini yenileme ve yeniden üretme imkanlarına sahip olacaktır.
Bunun dışında izlenecek yolda; var olan handikaplarından dolayı sürecin akamete uğramasının olasılığı hep yüksek olacaktır. Ve sürece pusu atmak daha kolay olacaktır.