Paris, ezilen toplumların yoğun olarak sığındığı ve burada faaliyetlerini sürdürdüğü yer olarak önemini hep korudu. Bu ülkede yılda ortalama 10 bin kişiye siyasi sığınma hakkı tanıyor.
1979’deki İran Devrimi ardından bu kez rejim muhalifleri Fransa’ya aktı. İran rejim muhaliflerini hedef alan siyasi cinayetlerin sayısı oldukça fazla. 1976’da Şah dönemi eski Başbakan Yardımcısı Redza Mazlumam Paris’in Créteil banliyösündeki evinde öldürüldü. Eski Başbakan Şapur Bahtiyar, 1991’de Suresnes’deki evinde vurularak öldürüldü. Bahtiyar, 1980’de de bir suikast girişiminden kurtulmuştu ancak onu okuyan iki Fransız polis ölmüştü.
Münih Olimpiyat Oyunları’nda İsrailli atletlere yönelik saldırılardan bir kaç ay sonra 8 Aralık 1972’de Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) temsilcisi Mahmud El Hamşari, Paris’teki evine yönelik bombalı saldırının kurbanı oldu. Bu saldırı, MOSAD’ın Münih saldırılarına karıştıkları gerekçesiyle Fransa topraklarında işlediği cinayetler dizisinin ilki olarak değerlendirildi. Bunlar Steven Spielberg’in “Munich” isimli filmine de konu oldu. Hamşari’den sonra Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC)’nin Iraklı bir üyesi olan Basil El Kubeisi 5 Nisan 1973’te öldürüldü.
Çoğu cinayette Fransız soruşturmacılar, “iç hesaplaşma” gibi şüpheler üzerinde durdu. Devletler her zamanki gibi korunurken, failler hep başka yerde arandı, sorumluluk hep mağdurların üzerine yüklenmeye çalışıldı. Mosad’ın gerçekleştirdiği bazı açık cinayetler bir yana bırakılırsa, çoğu siyasi cinayet bir sır olarak kaldı. Bilinen doğrular, bunların siyasi cinayetler olduğu ve profesyonelce işlendiğiydi.
Tanık bırakmadan işlendikten sonra faillerin kaybolduğu cinayetlerin arkasındaki en büyük şüphe ise, bunların gizli servis üyeleri olduğu. Genellikle iyi eğitilmiş gizli servis üyeleri olduğu tahmin edilen bu tetikçiler, sahte pasaport elde etme ve işini bitirdikten sonra da Fransa’dan ayrılma gibi diplomatik kolaylıklardan da faydalanabiliyorlar.
Paris’te üç Kürt kadınının katledildiği saldırı Fransız medyasında yer alan bilgilere göre “soğuk kanlı bir tetikçi” tarafından gerçekleştirildi. Olay siyasi bir cinayet. Yer, özellikle Fransız ve Türk istihbaratı tarafından iyi bilinen ve gözetlenen bir bina.
Tanık yok.
Tarihten bu yana T.C.’nin Avrupa ülkelerinde kiralık çetelere işlettiği cinayetleri saymak ile bitmez.
Paris cinayetlerinin üzerinden yarım saat bile geçmeden, AKP hükümetinin en yetkili ağızları “Bu PKK’nin bir iç hesaplaşması gibi görülüyor” demesi aslında hırsızın panik halini andırır gibi idi.
MİT’in tetikçisi Ömer Güneyin profiline baktığınızda, aslında Hırant Dink’in katili Ogün Samast’ın aynısı gibi.
Paris Cinayetlerinin hazırlığı, gelişmeleri ve detayları ile Hırant Dink Cinayetinin gelişmelerini eşleştirdiğinizde bir çok benzerliklere rastlarsınız aslında.
Paris cinayetlerinin Ömer Güney üzerinde kesinleşmesi durumunda MİT’in vereceği cevabı çok da merak etmiyorum doğrusu. Çünkü cevap çok önceden hazırlanmıştır.
Tahminen cevap aynen şöyle olacaktır; “Sanık Ömer Güney’in bir dönem bizim ile çalıştığı doğrudur ancak uzun zaman önce bizim ile ilişiği kesilmiştir. Ömer Güney sadece bir muhbir olarak görev yapmıştır.” Şeklinde olacaktır.
Bu söylem tüm istihbarat birimlerinin klasik bir kaçış metodudur.
Bu cinayetlerin ardından Kandil’in açıklamaları son derece dikkat çekicidir.
“Türk hükümeti bu cinayetlerin neden ve nasıl işlendiğini açıklamadan herhangi bir diyalog veya müzakere söz konusu değildir” demektedir.
Türk medyasına baktığımızda ise son derece bir ketumluk sürmektedir. Bu ketumluğun Erdoğan’dan kaynaklandığı açıkça bellidir.
Çünkü buna benzer bir çok konuda Erdoğan’ın Türk medyasına verdiği talimat harfiyen yerine getirilir.
Anlayacağınız şu ki Paris cinayetlerinin bire bir MİT’in eli ile gerçekleştirilmiş olması ihtimali neredeyse kesin gibi görülmektedir.
Ancak şöyle bir şey de söylemek lazım;
Hangi MİT?
Erdoğan’a bağlı MİT mi?
Fetullah Gülen’e bağlı MİT mi?