arşivSaid İlhanVe coğrafyamız rasyonellik yerine nasyonelliğe! - Said İlhan
yazarın tüm yazıları:

Ve coğrafyamız rasyonellik yerine nasyonelliğe! – Said İlhan

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Tarihi boyunca bir çok uygarlığa adını yazdıran, bizim de hasbel-kader üzerinde yaşadığımız coğrafyada toplumlar zaman içerisinde muazzam “irtifa” kaybederek dış müdahalelerin “oyun” alanına dönüşmüştür. Nedeni; yönetimlerin insan kaynaklı değerler yerine yönetici kadroya mensup bir kaç kişi / ailenin tamamen kendini ve çevresindeki düzeni kurtarmak pahasına dinci ve yerine göre ırkçı, milliyetçi soyut (bilimden uzak) mith ve kavramları tabu, baskıya dönüştüren “politika” izlmekte ısrarı denebilir. Bunun yanında daha önemlisi, o güne kadar çağının gerisinde kapalı toplum yaşayanların akılcı “rasyonel” düşünceyi ön plana çıkar(t)ması, gittikçe geliştirerek buna bilgiyi de “kol” gücüne eklemesiyle yarattığı sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal zemini sağlamlaştırmasında görülür sanırım en basit ve anlaşılır açıklaması!

Bu aşamaya tabii ki kolay gelinmemiş, büyük bedeller ödetilmiştir. Batı toplumlarında unutmayalım 30 ve 100 yıl din savaşlarından sonra büyük suç sayılan günah / haram gibi “cadı avı” yerini “rönesans” ile yeni bir anlayışa terketmiştir. Daha sonraki dönemde ırkçı, milliyetçi baş kaldırılar olmamış mı; oldu ve her ne kadar gerisinde ekonomik hakimiyet bulunsa da dünya bunu ortak hareketiyle sonlandırarak Uluslararasında “bir daha savaşların yaşanmaması, çıkacak muhtemel savaşları da barışcıl yollarla çözümleyecek” Birleşmiş Milletler örgütünü kurmuştu. Adil ve insan haklarına saygılı bir dünya düzeni kurulduğunu henüz söylememekle birlikte bölgemizde yaşanmakta olan bir çok engelin oralarda, kabul edelim ki ortadan kaldırıldığı da bir gerçektir. Bir yanda Batı toplumları gelişme sağlarken, coğrafyamızda hala daha dinin doğduğu zaman ve kaygan zemininde yol araması, dünyada en stratejik petrol silahını bile kullanmaktan uzak düşürmüştür. Batılı, ihtiyaç duyduğu petrol / doğal gazı ya “iyilikle” ya da “savaşla” elde etmenin yolunu denemesi eğer anlaşılmazsa olayın dışında çözümler arar dururuz. Yönetimlerin işbirliği dahil gerçekleşen duruma ister sömürü ister ihanet diyelim gerçeği değiştirmiyor. Karşı çıkmayı ve ülke çıkarlarını korumak isteyenlerin kendi halklarından kopuk yönetimleri nedeniyle başlarına neler geldiği (Kaddafi, Saddam vs örnekleri) ortadadır.

Oysa ülkelerinde demokrasi ve bilim temelinde bir yönetim şekli / rejim olsa, dış güçlerle her alanda karşılıklı saygıya dayalı alış veriş ve siyasi ilişkiler “diplomasi” sağlanmaz mıydı? Bir zamanlar Kuzey Avrupa’daki Vikingler uygarlıktan uzak ve komşularına korku salarken bugün dünyada en gelişmiş toplumlar olmasındaki mucizevi formül “demokrasi”den başka bir şey olmadığını görebilirsek ancak farkına varabiliriz. İnsan haklarına saygı ve halkının yaşam kalitesini en üst seviyeye taşıması bundandır. Bir de bizim coğrafyaya bakalım; 1968 hareketi sosyal uyanış, siyasi (hantal) sistemin önüne geçince egemenlerle bürokrasi o güne kadar (ta Osmanlı devletinden beri) yakaladıkları rahatlığı kaybedecekleri endişesiyle 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri gerçekleştirmişti. Tabii ki ayrıcalıklı (imtiyazlı sınıf) yaşam içinde bulunan onları da anlamak gerekiyor… yanlışlık ve çelişki ise değişen dünyadan tamamen habersiz halkların bir türlü vazgeçmemekte ısrar edilen “cehaleti” olmaktadır. Ama işine gelince “gavurun” icadı yeni teknolojik aletleri ve modayı izliyor!

İlginç olan dün (askeri rejim olarak) kaymağını yerken, ister Angloamerikan oyunu “yeşil kuşak” belası deyin ister bir gün sonrasını göremeyen anlayış deyin, yoluna döşediği imkanlar sayesinde bugün yönetime getirmeyi başardığı dinci siyasal rejimden şikayet etmekte… mahkemelerde intikam alırcasına hesap bile sorulmaya kalkışılmaktadır. Bir başka çelişki yargıda hala o askeri rejim yasalarının yürürlükte olması! Aynı hukuk sistemiyle amaç halkların susturulmasında kullanılmasıdır. Askeriyenin dilinden düşürmediği “laiklik – Atatürkçülük – muasır medeniyet vs” söylemi eğer ciddi olsaymış “özgürlükleri” yok eden kutsal devlet anlayışı için sarfettiği çabayı “demokrasi” yolunda vermezmiydi. Osmanlı devletine son veren, (bugün hortlatılmak istenen)Sultanlığı ve hilafeti ortadan kaldıranın Atatürk olduğunu bilmemelerine imkan var mı? Ancak, dedik ya amaç başka!

ZİNCİRİN EN ZAYIF HALKASI!

Bilgi akılla ve akıl da beyinle ilgili bir şey… üretilen “düşünce” ama eğer yasaklarsanız ve dışa vurmasını engellerseniz hiç doğmamış olmaktadır. Bunu bile düşünemeyenlerin bu çağda sosyal, ekonomik ve siyasal gelişmesinin beklenmesi eski tabirle “abesle iştigal”dir. Geri kalmış ülkelere bakınız; hepsinde “yasakçı” yönetimler var… çoğu da bizim coğrafyamızda ne yazık ki? Çağdaşlık diyoruz ama çağı yakalamaktan korkulduğu için bizzat uzak düşürmek için her şeyi yapmayı ana görev bilmişlerdir. Buna da imkan tanıyan “din” ile çağın diğer hastalığı “şovenizm” olmaktadır. Eğer bir çok toplumsal ve siyasal sorun çözümlenemiyorsa altında yatan budur. Kürt, Kıbrıs, Filistin sorunu çözümlenmeyecek meseleler mi Allah aşkına? Demokrasi yani insan haklarına saygılı rejim içerisinde karşılıklı uzlaşı kültürüyle sonlanması varken yönetimlerin ceberrut devlet baskıcı “savaş” yöntemi esas kaynağından daha çok soruna neden olduğunu anlamak durumundayız.

Daha çok ölü // şehit, göz yaşı (nasıl olsa kendileri veya çocukları değil) ama cahil ve şovenizme teslim çoğunluğun siyasi rantını yiyor… ayrıca “kirli” işlerin kazancı da var tabiatıyla! Yönetimlerin söylemi ile eylemi farklı da olsa bir noktada yaratılan toplumsal bilinç sayesinde gerek duydukça taktik değiştirerek toplumun nabzına “şerbet” olmaktadır. Bilgi çağında olmayacak şeyler ama oluyormuş… özgürlükler pek ala kısıtlanabiliyor, sistemin çarkları arasında ezilenilmesine çanak tutulabiliyor. Nereye kadar? Arap islam aleminde bile baş kaldırılar var… her ne kadar “gelen gideni aratır” durumu var ise de “kafa çarptıça” eyleme dönüşecek “düşünce “ortaya çıkmaktadır. Mısır örneği; hem halk ve hem de “Arap Baharı” mimarları Batı aldanmıştır. Daha çok özgürlük ve demokrasi diye başlatılan yolda çıka çıka (üstelik seçimle) Batı ve  Yahudi düşmanı, aynı zamanda bir yerde çağdışılığın temsilcisi müslüman kardeşleri yönetime getirdi. Şimdilerde ise halk aynı meydanda “özgürlük ve demokrasi” mücadelesi vermekte… bedel ödemeden mümkün olmadığı anlaşılıyor gibi! Türkiye’nin yönetiminin müslüman kardeşlerine destek verirken NATO içindeki pozisyonunu da gündeme taşıyor. Çünkü İsrail’e karşı hasmane tutumunda çelişkilere sebebiyet veriyor. Filistin halkına cidden yardımcı olunacaksa bunun yolu kendi ülkesinde olması gerekn “demokrasi” dersinden geçer not alması gerekir ki başkalarına nasihat ve öneride bulunulsun!

Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün kime yaradığı açık… ganimet Rum malları bitince ne yapılacak? Ağırlık eğlence sektörü kumarhaneye verilmiştir. Bu da kimilerin kara para aklama, uyuşturucu ve fuhuş sektörüne ivme kazandırmıştır. Ama yönetim bunları “yok” farzedip her şeyi güllük gülistanlık göstermesi belirli kesim ve siyasi yapıların yaptıklarını kamufle etmeye yöneliktir. Şimdi ekonomik paket keza öyle, gündem başka konularla gözden kaçırılmasına çalışılıyor (Ekonomist Ünal Akifler geçtiğimiz hafta bir TV kanalında “hükümet toplumu sanki geri zekalı sanır… uygulama vahşi kapitalizm” demişti). Bir “toplumsal yok oluş” reçetesi olduğunda herkes mutabık!. Yönetimlerin rasyonel düşünmek ve bunu bir yol haritasıyla uygulamaya koyması çağın gereği iken, dışına çıkarak “nasyonal” ırkçı, milliyetçi aletlere sığınması bilinç düzeyi olgunlaşmamış toplumun kaderi olduğuna kendilerini inandırmasından kaynaklanıyor. Geçmişte Kıbrıs’ta Türklük – Rumluk belesınnın toplumlarda açtığı yara sürerken, yenile taşıma nüfusla yaratılan yapıda bir de  “kutsal din” eklenmesi toplum adına daha bir “felaket” endişesi yüklemiştir. Bu da bizim zincirin en zayıf halkasını oluşturmaktadır.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin