arşivFaika Deniz PaşaNeden et yemeyi tercih ediyorsunuz? - Faika Deniz Paşa
yazarın tüm yazıları:

Neden et yemeyi tercih ediyorsunuz? – Faika Deniz Paşa

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Yaklaşık 7 aydır iki ve dört ayaklı hayvan yemiyorum, son iki-üç haftadir da hiç bir hayvan eti.. Hayvanları yeme seçimimden vazgeçmemin ilk zamanlardaki nedeni, günümüzde, özellikle de küresel batıda ve yaşadığım coğrafyada hayvanların etine olan aşırı talep beraberinde aşırı üretimi getirdiği ve bunun hayvan refahına olan etkileriydi: hayvanlar acımasızca pis, kalabalık, penceresiz barınaklarda, bütün enerjileri insan tüketimi için olan et, yumurta ve süte gitmesi için hareket alanları kısıtlanmış bir biçimde, toprakla temas edemeden, yavrularını büyütemeden, yuva kuramadan, yani doğal ortamlarından uzak yaşatılıp, sonra da çoğunun bilinci hala yerindeyken boğazlarının kesilmesi, kaynar sulara atılması, derilerinin soyulması… Eğer yaşamak için her gün ete ihtiyacım yoksa neden bu zülme katkım olsundu? Kaldı ki zaten etrafımdaki birçok arkadaşım gibi yemeğimi de bitirmiyordum ve buzlukta eskiyen hayvan etleri çöpe atılıyordu.

Hasan Hastürel’in Havadis Gazetesi’nde 07/12/11 tarihinde yayımlanan makalesinde Kırnı Piliçleri yetkilisi tarafından kendisine yapılan şu açıklama yer almaktaydı: “Damızlık çiftliklerinde 130 bin anaç damızlık tavuk ile haftalık yaklaşık 240 bin kuluçkalık yumurta üretimi yapılmaktadır. Bu yumurtaların 160 bin adedi kuluçkahanelerde piliçlik civciv olarak üretilerek kümeslere sevk edilmektedir. Fazlası kuluçkalık yumurta olarak ihraç edilecektir. Kümeslerde yılda 8,5 milyon piliç üretilerek kesimhaneye sevk edilmektedir. Yumurta tavuğu çiftliklerinde 215 bin yumurta tavuğu ile yılda 80 milyon yumurta üretimi yapılmaktadır. Üretim fazlası olarak yapılan ihracat yıllık; 2400 ton bütün piliç eti, 700 ton filet, 500 ton kanat, 1200 ton pençe (ayak) ve 26 milyon adet yumurta rakamlarına ulaşarak ülke ekonomisine büyük katkı sağlamaktadır.” Bir düşünüldüğünde bu aslında çok fazla tavuk demekti ve tesislerin boyutuna bakıldığında bu hayvanların alanlarının yeterli olmadığı ve erken büyümeleri için muhtemelen anti-biotik ve benzeri ilaç kullanımı gibi doğa dışı yöntemlere başvurulduğunu düşünmek için uzman olmaya gerek yoktu.

7 ay önce kararımda etkisi olan bir diğer faktör ise endüstriel hayvancılığın yarattığı ekolojik tahribattı. Daha çok yemek için hayvan ve yemlerinin yetiştirilmesine alan açmak için Brezilya’daki yağmur ormanlarından Çin’deki eski çam ormanlarına kadar ekosistemler yok edilmektedirler. Ayrıca hayvan yetiştiriciliği sonucu küresel ısınmanın büyük bir bölümünden sorumlu olan karbon dioksit,  metan ve nitrus oksit gibi gazlar ortaya çıkmaktadır. Birlişmiş Milletler, 2010 yılında, iklim deişikliğinin en kötü etkileri ile mücadele etmek için gerekli adımlardan birinin vejetaryen beslenmeye geçiş olduğunu rapor etmiştir. Endüstriel çiftliklerden yayılan yüksek miktarlardaki toz  hava kirliliğine yol açmaktadır. Çiftlik hayvanlarının yüksek miktardaki dışkıları, içlerinde bulunan ilaç ve bakterilerle birlikte yer altı sularına, derelere, göllere karışmakta, su kirliliğine yol açmaktadır. Ayrıca çiftlik hayvanlarının dışkılarında bulunun nitrojen, dışkılar su yollarına yakıştığında sulardaki yosun nüfusunu artırmakta bu da diğer hayat biçimleri için sudaki oksijenin çok az kalması anlamına gelmektedir.

Kaldi ki, çiftlik hayvancılığı endüstrisinin sorunlu olduğu alanlar sadece bunlarla sınırlı değil. Coğrafyamızda olduğu gibi, dünya çapında da yoksuları, göçmenleri ve çocukları sömürdüğü bilinen endüstri, aynı zamanda hayvanları öldürmenin başlı başına tehlikeli bir iş olması ve şirketlerin güvenlik önlemleri almayı reddetmeleri ve çalışanlarını eğitmemeleri nedeni ile insan hakları örgütleri tarafından en tehlikeli fabrika işlerinden biri olarak nitelendirilmekte, ayrıca dünya çapındaki büyük şirketlerin sendikalaşmaya çalışan işçilerini cezalandırdığı da söylenmektedir.

Aynı zamanda çiftlik hayvanlarının yedirildiği kalorilerin yalnızca küçük bir kısmının insanlar tarafından yenilebilinir ete dönüştüğü göz önüne alındığında, hayvanları et için yetiştirmek hiç de verimli bir pratik değildir. Bu da tüketilen her kilo et için yaklaşık 13 katı kadar tahıl harcanması ve bunun yanında da küresel tahıl fiyatlarının yükselmesi demektir. Gelişmekte olan ülkelerdeki açlık sorununun varlığını ve temel besin kaynaklarının tahıl olduğunu düşünürsek, aslında et temelli beslenme pratiğimizle, açlık sınırındaki bireylerin daha az besin tüketebilmelerine ve açlık sorununun devamlılığına katkı sağladığımızı söylemenin çok da yanlış olmadığı kanaatindeyim.

Bundan 3 ay sonra ise bir süpermarketin et reyonunun önünde dururken daha önce duymadığım, ya da bilincimin farklılaştırmadığı keskin bir koku ile midem kalktı: ölü hayvan kokusu. O an vitrine baktığımda pirzola, göğüs, kıyma, şiş, bacon olarak sunulan şeylerin aslında ceset parçaları olduğunu, yaşamı olan bir canlının kolu, sırtı, bacağı olduğunu ve insanların onları yeme pratiklerini ‘normalleştirme’ ve ‘doğallaştırma’ çabası içinde vücut parçalarına bu isimleri verme ihtiyacı içinde olduklarını düşünmeme yol açtı. Bunu yapıyorlardı çünkü ovada otlayan tatlı kuzuyu yemek onlar için de rahatsız edici birşeydi, bu nedenle tatlı kuzuyu ‘şiş’ ‘pirzola’ diye nesneleştirerek görünmez yapmaya ihtiyaçları vardı.

Kuzu demişken, birçoğumuz, özellikle de şehirde büyüyenler, hale daha ovada otlayan ‘mecileri’ gördüğümüzde heyecanlanırız. Birçoğumuzun bir kaz ya da horoz tarafından kovalandığının hikayesi vardır. Bir kısmımız evinde ya da bahçesinde yaşam alanını kediler, köpekler, kuşlar, balıklarla paylaşır ve onlarla arasında sevgi bağı vardır.  Bu hayvanlarla vakit geçirdikten sonra gidip başka bir hayvanı yemek arasında zihinlerde genellikle bir kopukluk bulunur. Tabaktakini ‘ötekileştirme’, ‘nesnelleştirme’ üzerinden bir vicdan rahatlaması yapılır. Bu dile getirildiğinde ise genellikle karşılaşılan bir reaksiyon fazla duygusal olmak ile ilgili olur. Oysa duygusal olmanın ne gibi sorunu olabildiği benim tarafımdan hala daha anlaşılmış değil. Eğer belli bir pratik, duygusal olarak bize rahatsızlik veriyorsa onunla uzlaşmak yerine değiştirmek çok daha doğru değil midir? Kaldı ki cinsiyetçi, ırkçı, emek sömürücü, hetereonormatif pratiklere yaklaşımımız da böyle iken…

Hayata feminist politika penceresinden bakan bir kişi olarak, et tüketmeyi yukarıda saydığım birçok politik nedenden ötürü bıraktıktan sonra bunun aynı zamanda da feminist bir duruş olup olmadığını düşünmeye başladım. Vejetaryen olmamın en önemli nedeni, hayvanların üzerinde insan amaçları için kurulan tahakkümdü (ki tarihsel olarak insan tanımı daha çok erkek insan üzerinden yapılmakta), feminist olmamın en önemli nedenlerinden biri de kadınlar üzerinde erkeklerin amaçları için kurulan tahakkümdü.

Şimdiye dek okuduğum feminizm-vejetaryenizm bağlamında başlıca aşağıdaki argümanlar yapılmaktadır:

•           Feministler, özellikle de farklı görünen tahakküm biçimlerinin birbirlerine bağlı olmalarından dolayı, tüm tahakküm biçimlerine karşı olmalıdırlar,

•           Kadınlar genellikle ataerkil tutumdan dolayı et parçasıymışlar gibi davranıldıklarından söz etmektedirler,

•           Kadınlara, eril tahakküm kurma amacı ile, hayvan isimleri ile hitap edilmektedir örneğin: Türkçede piliç, İngilizce’de chick, bitch, pussycat vs ..

•           Hayvanlar da, kadınlar gibi, vücutları ve yapabildikleri şeyler için sömürülmektedirler,

•           Genellikle dişi hayvanlar daha çok sömürülmektedirler örneğin: sütleri ve yumurtaları için,

•           Kadınlar ‘nesneleştirilmektedirler’ örneğin seks objeleri olarak, hayvanlar ise yemek için öldürüldüklerinde tam anlamı ile nesne haline getirilinirler.

Et yemenin maskülenlik ile kurulan bağlantısını ise günlük hayatlarımızda da aslında çok kolay gözlemleyebiliriz. Coğrafyamızda yemek yapma ‘kadın işi’ olarak görülmesine rağmen kebap yapıldığında genellikle eti hazırlayan, mangalın başında duran erkeklerdir, kadınlar ise mutfakta salata ve diğer mezeleri hazırlarlar, sofrayı kurar, bulaşığı yıkarlar.  Avlanmaya da gidenler büyük çoğunlukla erkeklerdir. Marketten kolaylıkla ve yeterince yiyecek temin edebilecek olmalarına rağmen hayvanları öldürmeyi tercih ederler.  Aslında karnın doyması ile pek de alakası olmayan av pratiği, bir erkeklik ritüeli olarak algılanır. Benzer şekilde balığa gitmek de cinsiyetlendirilmiştir ve erkek aktivitesi olarak görülmektedir. Ayrıca mitolojide ve kültürümüzde; etobur, özellikle de aslanlar, kartallar gibi etobur hayvanları yiyen, yani insanlardan daha etobur olan hayvanlar yüceltilir ve onlara cesur, yırtıcı vs gibi maskülen ve maskülen olduğu oranda yüceltilmiş özellikler atfedilir.

Sonuç yerine, bu yazıyı okuyan bireylerin tabaklarına bakıp şu soruları sormalarını rica edeceğim: bu hayvanlar nasıl öldüler? Nasıl yaşadılar? Et yeme pratiği nasıl bu kadar ‘doğal’ ve ‘normal’ geliyor? Neden et yemeyi tercih ediyorum?

Not: Lütfen bu soru karşısında savunmaya geçmeyin ve aşağıda belirtilen reaksiyonlardan kaçınınız:

1. Hayvanların öldürülürken acı çektiklerinin inkarı

2. Belirli hayvanların yemek için yetiştirildiklerini söyleyerek bunu meşrulaştırma

3. Bazı hayvanları yiyecek, bazılarını da dost olarak kategorileştirme

4. Et yemenin sağlıklı ve normal olan olduğunu düşünme (Burada et yenmesinin kendi kendini sürdürmesi için gerekli olduğunu öngören sistem tarafından, et yemeyen inanların radikal, eksantirik olduğunu söyleyen öğretiler ve sistemin aşıladığı korku faktörü de devreye girmekte. Oysa ki yaşadığımız coğrafyada da yaygın olan kalp hastalıkları, yüksek kolesterol, kanser gibi hastalıkların et yemek ile doğrudan bağlantılı oldukları söylenmekte. Hemen hemen her zaman karşılaşılan bir diğer arguman da proteine duyulan ihtiyaçtır. Aslında günlük kalori alımımızın yalnızca yüzde onunun protein olmasına ihtiyacımız var ve protein hemen hemen tüm bitkilerde -özellikle baklagillerde- mevcut olan bir besin maddesidir!)

5. Yenilen et ile hayvan arasında olan bağı koparma

6. Bitkilerin de canlı olduklarını bu nedenle bitki ve hayvan yemenin arasında fark olmadığını söyleme (bu argüman ise sanıldığından çok daha popüler, ancak bitkilerin bir sinir sistemi olmadığı ve her halukarda, hayvanları yiyerek aslında daha çok bitkinin tüketildiği gerçeği göz önüne alındığında çok da kaale alınmamalı)

7. Yemeğini ‘mahvetmemek’ için bu soruyu kendine sormaktan kaçınma

 

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin