Sorunlar kapımızda. Etrafımızda kan dökülüyor. Devletin biri uzaktan bombalarla insan avlıyor. Diğeri kendi halkını askerleri göndererek öldürüyor. Buna karşılık verenler de sinmeden ateşe devam ediyor. Büyük güçler taraf tutarak diğer tarafı etkisizleştirmek için el altından silah sağlıyor veya para veriyor. Başka taraftan da itidal tavsiyeleri yapılıyor. Bizim ülkemizi de kendi amaçları için kullanıyor.
Biri de bizim ülkede askerleri olan bir ülke. Onun başının derde girmesi bizi de sallayacak. Ülkemizin olanaklarını kullananlara kızan bize de musallat olacak ama henüz elleri o kadar uzun değil.
Gene de başımıza bomba yağması olasılığı artıyor.
Bunlara karşı yapacak bir şeyimizin olmadığına inanarak sinip bekliyoruz.
Başkentimiz çöpe boğuldu. Merkez kaymakamlığa görev verdi çöpleri toplatıyor ama belediye grevinin kalkması için yükümlülük almıyor. Belediye ayrı merkez ayrı diyor. Belediye meclisinde ise merkezi idarenin başındaki partililer ve muhalefet istifa etmiş bulunuyor. Belediyede para kalmadığı için sendikanın haklı isteklerini karşılayacak bir durumu yaratma olanağını gösteren kalmadı. Başkanı ise istifa etmem diye diretiyor.
Hükümetin başı mahkemelik oldu ve yargıç emriyle partisinin başkanlık yetkilerini kullanmaktan men edildi. Parti tüzüğüne göre ise başbakan ancak parti başkanı olabilir. Yani başbakanın hala başbakan olup olmadığı belli değil. Bu ara dönemde kargaşalık istememesi geren başbakan bunu sona erdireceğine işi üst mahkemeye götürüyor. Yapalım şu ikinci turu da sorun kalmasın demiyor.
Türkiye eserini beğenmedi. Daha fazla para vermem deyip önlem istedi ama önlem almayı da bunlara emanet etmedi. Etseydi ne olurdu diyemeyiz çünkü bizimkileri serbest bırakacak değil. İrsen’e kalsa polisi salıp işçileri ezdirecek ve iş başı yaptırıp ay sonu maaş ödemesini yapamayacak bir durumu sürdürmeyi düşünecek, olmayacağını görünce de memurların maaşını ödeyemeyecek hale geleceği için onları da eyleme sokacak işlere kalkacak ve polisi olağanüstü hal ilan edip halka saldırtacak. Lakin polisi bunlara emanet edecek bir Türkiye düşünülemez. Onun çareyi Türkiye yüklenecek.
UBP işte böyle bir karmaşaya gidiyor ama sonunda ipleri Türkiye’ye kaptırmaktan korkmuyor. Sanki bu gidişe dur dedikten sonra dönüp gene onlara orada kalma izni verecek!
Şimdi sıra UBP’ye bir alternatif yaratmak ve yavaş yavaş daha az masraflı ve az çok iş gören bir yapı kurmaya gelecek. Adaylar kendilerini lanse etmeye başladılar. İki binlerin başında Türkiye’de oluşan havanın benzeri oluştu. Adımlar ne zaman atılmayan başlayacak göreceğiz.
Kimsenin görmediği paket hazır. İçinde özelleştirme varmış, mali denetim mekanizmaları varmış. UBP’nin sözüne inanıp mali destek sağlayacak bir tutumu sürdürür mü yardım heyeti? Yakında ucu görünür.
İlk paket 1981’den başlayarak her yıl geldi. Hepsinde de artık cari bütçeye destek verilmeyecek uyarısı vardı. Yatırımlara destek olacak ama cari bütçeye hayır sözü yer aldı. Ayni zamanda sübvansiyonlar uzun süre olamaz, sübvansiyon isteyen sektörlerden vaz geçip sürdürülebilecek üretim alanları yaratılacak değerlendirmesi yapıldı.
Otuz yılın sonuna gelmeden ama yirmi yıl sonra Elçi tüm sektörleri Ticaret Odası toplantı salonuna topladı ve dertlerini dinledi. Hepsi de Elçi’den batmamak için devlet desteği istedi. Devlet desteğine olan ihtiyaç gerçek mi idi, yalan mı idi? Bunu değerlendirmek şarttı. Lakin paketlerde sürdürülebilir sektörlere destek olunacağı yazar durur. Elçilik buna çare aradı mı?
Ben diyorum ki bu para politikası ile bir yere varılmaz çünkü Türkiye için biçilmiş bir gömlektir. Bize uymaz. 1981’den yani Özal’ın liberalleştirme politikasıyla başlayan rota değişikliğinden beri durum aynıdır.
Türkiye bu kez başarırsa limanları satacak, özelleştirecek, ETİ’yi milattan önce özelleştirme kapsamına aldı ama tamamlayamadı idi, bu kez tamamlayacak, elektriği bölüp özelleştirecek, Telefonu halledecek ve saire. Narenciyeyi, patatesi, sebzeyi ne yapacak? 500 milyon liraya çıkan fonlarla beslenmeyen hangi üretim var ki? Bunların sürdürülebilir olması için ücretleri nereye indirecekler? Tarım işçisi deyip onun için boğaz tokluğu ücreti ödense acaba çare olur mu? Bunları Türkiye yardım heyeti düşünmek zorunda.
Bizimkiler düşünsün diyen olur tabii ki ama bakıyorum bugünlerde dağıtılan ve ekonomik dengeleri gösteren tablolarda DPÖ 2009 yılı için bile tahminler kullanılmıştır diyor. DPÖ daha 2009’da ise bunlara yanıtı kim verecek? Türkiye’nin DPÖ’ye gereksinimi yok. Burayı o bilir biz bilmeyiz demek mi istiyorlar? Bile bile mi bu işleri yapıyorlar?
Bütçedeki kalemlere göre fon gelirleri artarak 2015 yılında 600 milyona çıkacak ve fiyatlar değişmeyecek mi? Akça bunların patronu olarak şikâyet etti. Güney’e gidip ithal mallarını alırmışız. Bu fonlarla üretimi desteklemek şartsa bizimkiler de Güney’e gidecek değil mi? Hani liberal ekonomi? Paketlerle ekonomi liberalleşecek diyen onlar değil mi?
Çıkma sokak bunlar ama ısrar ediliyor. Çareleri yok. Türkiye için biçilen gömlek dar, bizim ekonomiye ancak kefen oluyor.
Ne içte hayır kaldı ne dışta. Görüşmelerde suçlama oyununu iyi oynamışlar ama dünya gene de KKTC’lerini tanımayı reddetmiş diye ver yansın ediyorlar ama devletiniz var tanısalar da var tanımasalar da diye nutuk atıyorlar. Dışardan bomba tehlikesi içerden ekonomik felaket derken bir de salgın hastalık tehlikesi ile burun buruna geldik.
Çare ne derseniz bizi rahat bırakın deyip kestirip atmaktan başka ne yapalım. Su gelecek refaha kavuşacaksınız masalı dinliyoruz ama suyu kaça satacaklarının hesabını veren yok. Bugünkü su parasıyla üretim yapamayan ve devletten para isteyen bu toplum fiyat artınca neyi üretecek?