Geçen haftaki yazımız “Tek Kişi/Lider Demokrasisi” idi… Türkiye’de sözde askeri vesayetten kurtuluş diye oluşturulmaya başlanan durum sorgulanmayınca AKP Kongresinde pekiştirildiği görüldü. Ergenekon ve Balyoz davalarının açılması ve özel yetkili savcılarla hakimler sayesinde (askeri rejim yasalarına rağmen) bazı mahkumiyetler alınmasını ne bileyim ama “demokrasi Mİ geldi” sanıldı. Bizi de yakından ilgilendiren bölgede yaşanan Suriye savaşı, Meclisten geçirilen savaş tezkeresi, Alevi toplumun eşit yurttaşlık talebi, adına “terör” denen Kürt sorununun silahlı çatışması ve pek çoğunun hala farkına varamadığı son AB İlerleme Raporu dengeleri alt üst etmenin sinyalini verdiği her nedense gözden kaçırıldı. Ki bu gelişmeleri yakından izleyen uzmanlar “bir sonun başlangıcı” olarak yorumlamıştır. Komşularla sıfır sorun, sıfır dosta dönüşmesine yol açmışsa başka ne denebilir? Enerjide yüzde 60 Rusya’ya bağımlılık bile bunu engellememesi ne denli “soğuk savaş dönemi” Batı emperyalizmine gözü kapalı angaje olunduğunun kanıtıdır. İran ile sürtüşme ve Suriye ile Ermenistan uçaklarının inişe zorlanması da var ama saymayalım…
Bizde Kıbrıs’ta her şeyin güllük gülistanlık gösterilmesi çabası, Türkiye’den gelen sorumluların gidişe tam destek beyanları aslında gerçek manzaranın resmidir. Kurultay hesaplarıyla gündem saptırılması yaşanan durumu gizlemekten uzak! Her kesim şikayet ederse bunun neresi doğru olabilir… Sivil toplum örgütlerinin, sendikaların, siyasi muhalefet partilerinin birliktelik sağlayamaması, faturası büyük olsa da direnç gösterilmesi hafife alınmayacak eylemlerdir. Toplumsallık olmayınca mücadele de otoritenin ünlü “böl ve yönet” İngiliz müstemleke dönemi kuralını çalıştırması kolaylaşmaktadır. Grevler kapıda ama eğer yönetim “yok” farzediyorsa nedeni toplumun ayrıca bilinç düzeyini göstermez mi? Bunu söyleyince de kimi kendini aydın görenler “okur yazar seviyesi yüksek” üzerine ahkam kesmesi bile sosyal, kültürel yapımızın nerede bulunduğunun göstergesi değil de nedir! Bilincin sadece okur yazarlıkla alakalı olmadığını, beyin-akıl-düşünce yapısıyla ilgili ve olaylara bakarken sadece görmek istediğini görenlerin anlamak istemediği “şey” olduğunu bilmek durumundayız. Bu gibiler hele bir düşünsünler “bugünlerde mahkemelerde yargılanan sendikacılar” toplumun yanında olmak dışında suçu nedir? Ya öğrencileri “ücretsiz” taşıma kararı alan Belediye’nin yönetimce engellenmesi hangi insaf ve ahlaka sığar?
REFERANDUM ÇÖZÜMSE KORKU NEDEN?
Bizim malum (herşeye maydanoz) Koffi Annan Planı referandumundan bahsetmeyeceğiz… TBMM’de kabul edilen “Yerel Seçim” tarihinin öne alınmasına dair anayasa değişikliği teklifinin kabulünde yaşanan sıkıntıya bakacağız. Gerekli sayıyı bulmayınca iki seçenekle karşılaşıldı; Cumhurbaşkanı Gül ya meclise iade edecek veya imzalayıp “referandum” yolunu açacak. Olay işte burada sarpa sarıyor… Yukarıda sıraladığımız sorunların yaşandığı yerde halkın onay vermesi beklenmemesi ve AKP hükümetini telaşlandırması doğal. Suriye ile Türklerin ne gibi sorunları var ki SAVAŞ isteniyor, özgürlüklerin kısıtlanması, yargı, Alevi, Kürt sorunları, sosyal yaşamda geçim derdi vs ile AB raporunun tartışılmasına imkan tanıyacak böylesi bir referandumu nasıl isteyebilir? Bu bakımdan Abdullah Gül’ün Tayyip Erdoğan’ı gücendirecek bir yola başvurması ihtimal dışı görülüyor. Oysa yönetimler icraatlarında halkına karşı şeffaf olmalıdır. Ancak denetim yapacak halkın da buna açık ve doğru karar vermesi tabiatıyla önemlidir.
AB İlerleme Raporu yayınlandı… Acaba kaç kişi merak edip okumuş veya okuyanlardan bilgi alma zahmetine katlanmıştır. Neler var neler? En başta insan hakları ihlalleri (hade bunlar her dönem yaşanır), ya demokrasiden uzaklaşma uyarısı, özgürlüklerin kısılması, askeri rejim yasalarının hala uygulanması, ceza evlerinde binlerce aydın, gazeteci ve öğrencinin düşünce suçundan yatması vs vs… daha ne desin ki? Gelin bir de bizim ülkeye bakın, üstelik AB toprağı ve yerlisi de vatandaşı… Hak arayanlar mahkemelerde, öz varlıkları yabancılara peşkeş çekilmekte ama o AB kendi değerlerine sahip çıkmaması çelişkinin büyüğü olmuyor mu? Güney’de Şubat ayında Cumhurbaşkanlığı seçimi var… Her seçimde yaşananların kopyası, suçlamalar ve şovenizmin kol gezdiği arena! Duyanlar burasının AB dönem başkanlığı görevini üstlendiğinden şüphe eder. Tabii bu durum Kuzey’deki şovenist kesimlere “keçi koyuna güler” misali havayı bulandırmaya malzeme veriyor. Annan Planı referandumunda “evet” diyen sağ liberal partinin bunu kilisenin desteklediği diğer adayla birlikte (sırf Kıbrıs’ta çözüm ve barış isteyen AKEL adayına karşı) kullanması daha büyük ayıbı teşkil etmektedir.
GELECEĞE ENDEKSLENEN “BALON” SİYASET!
Düzen kendileri malı kürekle götürürken, onu bizzat üreten insanına kaşıkla bile vermeyen sistem… Balon dedik; bir zamanlar “anavatan”dan Kıbrıs’a balonla su taşınacaktı hatta bir, iki yol yapıldı ama sonu “balon” olup uçtu. Toplum bugün sorunlarla karşı karşıya iken çözüm yerine boruyla su ve elektrik müjdesiyle oyalanıyorsa “balon” demek ağır gelmez değil mi? Tabii ki önemli ancak “diyet” noktasına taşınırsa etik olması kabul edilemez. Bir yanda habire gazino kumarhane ve yan ürünü uyuşturucu, fuhuş, kara para aklama mafyalık işler başını alıp giderse laf ola Polisin buralara baskını alay konusu olmaz mı?
Kadını vahşice öldüren katile mahkemede hakim nedenini sorunca “çok seviyordum” yanıtına benziyor bizim durum! Bizi o kadar çok seviyorlar “tüketmeyi” hedef görmüşler anlayacağınız. AB bakanı Egemen Bağış AKP Kongresinde yönetim listesi dışında kalması bizi ilgilendirmez ama AB raporu “… aynasıdır, lafa bakılmaz!” bizim için önem taşır. Kıbrıs olayında topluma neredeyse hakaretler yağdıran ve Anadoludaki savaş hakkında çok konuşan İçişleri bakanının da liste dışı bırakılması herhalde Tayyip Erdoğan’ın kendinden başkalarının beyanat vermesini istemediğinden kaynaklanıyor olabilir. Haksız da değil, toplumsal yapı buna olanak tanıyorsa “camide değilik ya” der Kıbrıs’lılar!