Bir yapının sağlamlığı ki dış tehlikelere karşı direnci, üzerine bina edildiği zemini ve kullanılan malzemesiyle ölçüldüğü artık çağımızın gerçeğidir. Bakmayın kimilerin bunu Allaha, şansa yani kadere bıraktığına! Eğer zemin sağlam olmazsa örneğin en basitinden; fay hattı üzerindeki binalar geri kalmış ülkelerde en hafif sarsıntıda yıkılırken gelişmiş toplumlarda neden sağlam durabilmektedir… Toplumsal varlıklar da keza öyledir, doğa her bakımdan cömert davranıp gerekli olanı sağlamış ancak insanoğlu onu geliştirip daha iyiye götürecek yerde tersini yapınca ondan uzaklaşmaktadır. Gelişim, düşünce yapısı değişimle mümkün, sadece başkalarının üzerinde kafa yorup ürettiği teknolojik aygıtları kullanmakla olmuyor. Bir yanda yeni ürünler ama neredeyse dağdaki kutsal tanrıya hala çocuğunu kurban etmeye kalkışıyorsa bundan nasıl bahsedilebilir. Gerçi artık kendi çocuğu yerine başka değerlerini kurban etmektedir. Bunlar eskilerin deyişiyle “derin mevzular” ama sosyal yapının belirlenmesindeki önemli “felsefi” açıklama aynıdır. Felsefe deyince kimiler entel, toplumdan dışlanmış saçı sakalına karışmış bir profili anlıyor. Halbuki buna ön ayak olanların ortaya koyduğu sonuç inkar edilemeyecek gerçeklerin bir yansıması olduğuni tarih kanıtlamaktadır.
Hazır konuya bulaşmışken FELSEFE’ye bakalım; sözcük anlamı bile aydınlanmayı gösterir… phileo yani aşk ile sophia yani akıl ve bilginin harmanlanmasıdır. Bundan korkanların çağdaş bir yaşama geçmesini istememelerinin altında toplumsal yapıyı oluşturan değerleri inkar etmelerinden kaynaklanıyor. Sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel gelişimin toplumsal insan ilişkilerinde önemli rol oynar. Bunu da düşünce ve bilinç ile akıl ve yaşam tecrübesiyle kazanır. Felsefe ustaları bu bakımdan toplumsal bir ürün olduğunu açıklamaktadır. Her söylem veya görüş düşünce değildir. Düşünce bir gerçeğin yansıması olmalıdır. Ölçüsü de bir zemine ve mantıklı (çağdaş) açıklamaya dayanmalıdır. Geri kalmışlarda bunu göremeyiz çünkü hala daha doğa ve düşünce karşıtı yasalarla yönetilmektedir. Demokrasi yani anlamı halk idaresi olan rejimden uzak düşünce bir yerde otoriteye bağlı bir “cemaat” muamelesi görmesini meşru hale getirmektedir. Şikayetçi olunmaması, çoğunlukça sorgulanmaması bunu hak ediyor anlamını taşımasa da gelişim göstermemiş bir sosyal sınıfa katılmasını hak ediyor.
BAŞKA BİR GÜCÜN ETKİSİNE GİRMEK!
Yine başa dönüyor ve insanın veya toplumların kendi amaçlarını gerçekleştirmek için yaptığı her türlü faaliyetin toplamı olan “tarih” eğer başkaları tarafından yazılıyorsa onlara “alet” olması kaçınılmazdır. Bu durumda gelişme de tabiatıyla olacaktır ama adı toplumsal gelişmeden ziyade başka bir üretim gücünün etkisine girmektir. Bizim bugün toplum olarak yaşadığımız “üretimden kopartılıp otoriteye maaşlı bağlanmak” gibi, daha açık ifadeyle bir yerde ve şekilde “kapıkulu olmak” yani! Taşınan nüfus, vatandaşlıklar ve siyasi iradeye müdahale falan hepsi doğru ama yerli nüfus toplumun çoğunluğu sorgulamıyorsa yukarıda belirttiğimiz gelişim sireci durumunu hak etmez mi? Bir de tabii ki AB toprağı ve vatandaşlığına karşın Brüksel yönetiminin duyarsızlığı vardır. Ne yazık ki coğrafyadaki sözüm ona stratejik çıkarlar insanlık ve demokratik değerlerin önüne geçebilmektedir. Yaşananlarda başkalarına gösterilecek “erdem” bırakmadığı ortadadır.
Yarın bayram… hayvan katliamına yol açan kurban bayramı da olsa bizim dost Bayram”ın bayramı gibi, en azından yakın akraba ve kalmışsa dostların bir birini araması, ziyaretine vesile yaratmasını dileyelim. Bayram güney’den yer değiştirdi, eski mücahitlerden, tonla puanı var ama ne ganimet Rum malı aldı, ne de kalacağı bir ev ama yine de bayramı insanların ilişkilerinde önemli rol oynadığına inanmaktadır. Nesli tükenmemiş dinazorlarından diyebilirsiniz ama gerçek öyle!
Seçimlerin çözüm olmadığı gerçeğine rağmen hiç bir siyasetçi seçilirsem “peşkeş çekilen öz varlıkları toplum adına kamulaştıracağım, üretim dışı (cami, kuran kursları, imam hatip vs vs ile geri dönmeyen teşvik kredileri, gazino/kumarhane vs vs ayranı yok içmeye saltanat arabaları vs vs) harcanan devlet kaynaklarını” tümden kaldıracağım demiyor. Acaba neden? Yanıtı sizce de kendinden menkul sosyal yapının zemininde saklı olamaz mı… ne bileyim ama (yoksa gavalem mi dememiz gerekir) galiba da öyle!