Kaderi kaçınılmaz bir sonuç olarak kabul edenler ne yazık ki çoğunlukta… oysa toplumsal olaylaylarda gidişata “dur” demek durumunda ve en çok şikayet edenlerin başında olan kendileri! Geri kalmış toplumların “kaderi” olması sürpriz değil. Kendiliğinden gelen bireysel hareketliliğin “bireysel özgürlük” ile karıştırılması toplumsal mücadeledeki başarısızlığı da doğurmaktadır. Bireysel özgürlük tabii ki gerekli ama toplumsal özgürlük olmadan yaşatılması imkanı olmadığı anlaşılmadıkça bu sorun sona ermeyecek ve “kader” olmaya devam edecek gibi! Bunu bilen otoriteler tabiatıyla onlara “birlik ve beraberlik” nutukları çekebiliyor. Bir zamanlar “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” demesiyle eş anşamlı… sonuçta kazanan ise, herkesin hep o (her neyse) birimiz için çalışmasına gelir dayanır. Buna din, ırk ve milliyetçiliği de eklerseniz senaryo tamam, kazasız belasız yol almaktadır.
Savaş çığırtkanlığı yapanların kendileri ve çocukları bu kavgada yer almazken yoksul halk çocuklarını ölüme kolaylıkla göndermeleri bundan. Garibanlar “şehit” olurken verilen mücadelenin kutsallığından bahsedenler aslında “savaşı bilmeyen ve başkalarına yaptıran korkaklar”dır. Zaman zaman “Meclis askerliği bedelli yapacaklar ile ödenecek PARA miktarını belirledi” diye haberler duyarız… dini bayramlarda varlıklıların fakir fukaraya verilecek fitre para miktarını tesbit eden diyanet ve müftülükler sanırsınız. Aslında farkları pek yoktur… ikisi de yönetenlerin yönetilenler karşısında, her zaman zaferiyle sonuçlanan aldatıcı oyunundan başka bir şey değildir. Sorgulanamayan tabular sayesinde yürütülen düzende “şüphecilik” olmadığından ülkede mal ve hizmetler yabancılara peşkeş çekilmiş veya eğitim, sağlık ve sosyal hizmet alanlarında insanca yaşam hakkını nereden bilecek? Batı toplumlarından farkı “rönesans” yaşanmamışlılığı… bilgi çağını yeni teknolojik aygıtları kullanmakta görür ve bununla yetinir.
HERKESE LAZIM OLAN VE VİZYON!
07 Haziran 2012 tarihli yazımızda “İhtilafların nedeni de, çözümü de ‘özünde’ saklı” demiş ama ne olduğunu başlığa almamıştık. Kıbrıs ve Anadolu’da hüküm süren ihtilaf / sorunu bilenler için kolaylıkla herkese lazım olan şey yani “DEMOKRASİ” olduğu anlaşılır. İçerisinde insan hak ve özgürlükler ile hukuku barıdıran rejim / sistem! Bu yol izlense çözümlenmeyecek “sorun” mu Allahaşkına… Kıbrıs’ta kör, topal toplum liderleri düzeyinde sürdürülen müzakerelere bakınız… çözüm değil sanki çözümsüzlük için çalışan bir birliktelik. Buna Uluslararası örgütlerin çanak tuttuğunu kabul edelim. BM kararları var ancak kimsenin sahiplenmemesi bu savın kanıtı. Ya AB’ye ne demeli… kendi toprağı ve insanları da vatandaşı ama el atmıyor, sürübcemeden coğrafyada “menfaat” umuyor.
BM’nin Kıbrıs danışmanı Downer “artık liderler yerine müzakereler teknik komitelerle idare edilecek” derse siz neyi anlarsınız? Oysa BM Güvenlik Konseyi her dönemde geçmiş raporlarına atıfta bulunmakta… gelişi güzel bir tanesi örneğin 29 Haziran 1999 tarihli ve ilginç (galiba) 1999 sayılı kararı “Eski kararları teyid eder, BM gözetiminde müzakereye devam” der! Ne mi oldu 2003/4 Lahey vs toplantıları ve Annan Planı referandumu hani anlaşmalı biri “evet” derken, diğeri “hayır” oyu kullanarak misyon yerine getirilmişti. BM’nin üstlendiği “iyi niyet misyonu” bu anlayacağınız. Kıbrıslıtürk tarafının “KKTC tanınma” isteği ciddi ve samimi olsa önce bunu “anavatan” TBMM’den talep etmez mi? Çoğu bilmeyebilir, böyle bir tanınma yoktur.
Anadolu’da kimilerin siyasi ve mali kazanç belasına “şovenizm takıntısı” savaş giderek daha çok can ve mal alıyor. Demokratik “siyasi” çözüm fırsatı her geçen gün kaçırılmaktadır. Kendi sınırlarını ve vatanın bir bölümünü kontrol edemeyenlerin düştüğü çıkmaz… Irak ve ABD’den yardım istenmesine yol açması ne denli zor durum! Askeri tedbirlerle “terör” denen halk direnişlerini kırmanın mümkün olmadığı anlaşılmaması mümkün mü? Siyasi partileri kapatmak, vekillerini ceza evlerine sokmak çare değildir. Tabii ki olaya doğru teşhis koyan aydın kesimlerle medya yazarlarının da susturulması var. Soruna çözüm bulmak için o zaman kiminle görüşme yapacaksınız. Leyla Zana ile bireysel temas umuda yolculuk kabul edildi… Oslo görüşmeleri keza öyle! Hade silahlı gücü reddediyor ama siyasi güç temsilcileri yok farzederek nereye vamayı düşünüyorsunuz. Daha çok ölüm / şehit ve acı yanında bütçenin önemli kaynakları boşu boşuna gitmekte. Göremeyen zihniyetin gündeminde seçimleri nasıl kazanırım hesabı yatınca “VİZYON” tamamlanıyor. Bu yıl “bebelerin” de başlatıldığı ders yılında İmam hatip, Kuran kursları, zorunlu din dersleri ve daha çok camiyle daha çok cahil ve seçmen kazanmanın yolunu açmışken çağdaş eğitim ve sorunlara neden el atılsın ki!
YÜZLEŞMEDEN OLMAYACAK!
Her ne kadar “yüzsüslük” olsa da yine aynaya bakmkta yarar vardır… 1950’li yıllardan beri Kıbrıs halkı toplumlar, kimileri sarmasa da, bir yerde ve şekilde “acı” çekiyor. Bir zamanlar ülke sorunları karşısında çözüm üretenlere “Moskova’ya” daha sonra bizde bir de “Güney’e” gidilmesi eklendi… ama sorunlar yerli yerinde duruyor. Buna bile kafa yormayı beceremeyenler nasıl çözüme katkı koyacak! En hafifi “krize rağmen “vur patlasın çal oynasın” hamasetli kutlamalar, kurultay hesapları sorunlara fark atar, bankaların “faiz” uygulamasıyla binlerce aile zarar görür, gelir adaletsizliği had safhada, okullar sözde açılır ancak özde olmuyor, devlet sanat / kültüre yön vermeye kakışır ve çevre devlet eliyle katliama uğrarken toplum da uzaktan bakarsa adı başka türlü ne olabilir?
Tüm bunların üstesinden gelen bir açıklama bu gibilerin yüreğine su (mu) serpti “KKTC’nde petrol emaresi bulundu” Ne demeli “ölme eşşeğim ölme da …” hesabı! Kendileri gününü yaşarken gelecek bir kaç nesline de yetecek “geleceği” sağlarken geriye kalanlara da “ahret” vaat etmek değil de nedir. Bunu toplumlar hak ediyor mu? Düşünmekte yarar vardır!