Ne müthiş bir “cevher” ki 40-50 yıldır habire içten, dıştan dövülüyor ama hala ayakta kalabiliyor. Aslında bir kaç bin yıllık tarihi öyle… bilmem kaç kavim gelip geçti de tüketmek mümkün olamadı. Bakmayın her dönemin otoritesiyle işbirlikçilarin oynadığı oyunlara, cevherini kazıtamadığından (eskiler suyundan mı, toprağından mı der) onları tarihin tozlu raflarına atmıştır. Bu kaç yıl, kaç yüz yıl sürer ama sonuç değişmemiştir. Ondokuzuncu yüzyıldan sonra kabaran milliyetçilik ve ulus devlet anlayışı biz Kıbrıs halkı toplumları son kertede bugünlere taşıdı. Toplumların hiç mi “kabahati” yok derseniz; Nazım Usta’nın dediğinden “kabahatin büyüğü ortada” ama dedik ya kader gibi gözüken pek farklı bir seçenek doğurmayacaktır.
BM Güvenlik Konseyi, AİHM kararları ile Uluslararası hukuk ile anlaşmalar “tapu” gibi dururken bazıların başka hizmette “amaç üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek” misali askeri darbelerle harekat aslında BAĞINI KURUTMA… ama sorgulanan, cezalandırılan tarihsel kültürüyle toplumlar yani “üzüm” olmaktadır. Burada bu ürünün insana bir armağanı şarap sarhoş ederken, aynı zamanda kimilerin (üstelik müslüman bir padişahın) “fetih” nedeni olduğu tarihe geçmiştir. Bu padişahın (TV dizisi “muhteşem yüzyıl”da izlenen) ortodoks bir papazın güzel kızı Hürrem Sultanın oğlu olduğunu kaydedelim, yanlış yorumlara yol açmasın. Osmanlı’nın Türk olduğunda ısrar edenler kızmasınlar… Bizansın devamı ve çoğu padişahların yabancı analardan olduğunu kabul edelim. Konu dışına mı çıktık ne? Ha, “bağ” ve “üzüm” dedik; kalıcı olan esasında topraktır… üzerinde yaşam bulan canlılar ve onların ürünleri önem kazandırması ondandır. Örneğin kurulan ve sonsuza kadar yaşatılacağı iddia edilen KKTC toprakları başkalarına ait, sahipleri savaşla evlerinden, yurtlarından edilerek başka yerlere sürülmüştür. Bunun, bırakın çağdaş dünyanın kabul etmesini, kendi ilahi adaleti bile reddettiği bir durum. Yoksa savaş ve ganimet zihniyeti hala geçerli mi sanılır. En büyük açmaz uluslararası hukuku güdümüne almış süper güçlerin coğrafyadaki çıkarları, Olay budur! BM’nin Kıbrıs danışmanı ekselans Downer’in 28 mart açıklaması “mülkiyet raporu Ban Ki Moon’a sunulacak, vereceği karar sonrası iş iki lidere kalıyor” demesinden ne anlaşılır. O da biliyor ama sanki iki liderde insiyatif ve irade var gibi misyon gereği konuşuyor işte!
GRAMOFONDA UNUTULMUŞ KIRIK PLAK!
Bugünlerde dünya devlet veya hükümet başları BM Genel Kurulu için toplandı… Konuşulanlara bakın, incir çekirdeğini dolduran bir şey yok! Hep karamsar tablolar çiziliyor, savaş tamtamları arasında. Coğrafyamızın baş köşeye oturtulmasına kimiler sevinebilir ancak pek hayra alamet olmadığı yakında anlaşılır, merak edilmesin. İsrail – Suriye – İran üçgeninde döndürülen kirli pazarlıklar aynı bölgede bulunan bizi ilgilendirmemesi mümkün mü? Angloamerikan projesine teslim komşu ülke yönetimleri halk / toplumlarını felakete sürüklediklerini bazı çıkarlar karşılığında ses çıkarmamakta. İşbirlikçilerin her dönemde rol aldıkları bilinmektedir. Anadolu’da süren savaş, bizdeki bitirilmeyen ihtilafın başka izahi yoktur. BM amacı savaşları barışcıl yollardan engellemek ama Genel Kurula bakarsanız İsrail İran’a saldırı planları yerine İran’ın tehlikelerinden dem vuruyor neredeyse! Bizim olayda ise aynı “terane” karşı btaraf suçlanırken kendilerinin ne denli çözüm ve barış yanlısı olduğu söylenir durulur. Eskiden müzik için plaklar ve gramofon vardı… bazen plak yıpranır ya da kırılır (tıpkı bizim dava gibi) gramofonda unutulan plak aynı yerde, aynı şeyleri (ritm/söz) söyler durur. 50 yıldır aynı şeyleri duyarız… çünkü plak yıpranmış, kırılmış ve gramofonda unutulduğundan döner, yine döner ama takıntısı (liderlerin yaptığı şey) farklı bir şey vermiyor. Bir de toplumların iyimser olması isteniyor ki bir yerde onlarla dalga geçmek olmaktadır.
Yeni dünya düzeni keza öyle… yönetimler tümden süper güçlerle finans kapitale teslim olduğundan halkları yoksulluk, açlık çekse de ses çıkaramıyor. Yeni dünya düzeni nedir? Özeti (eşittir): “iş dünyasında ülkeler arası ekonomik / ticari sınırların tamamen kaldırıldığı ama halkların ilişkilerinde özgürlüklerin sınırlandırıldığı düzen”! Böyle bir yapıda mutlu bir azınlık semirirken büyük çoğunluk her geçen gün sefalete mahkum edilmektedir. Çoğunluk ama bir kaç yılda bir sözde demokrasi göstergesi diye yapılan seçimlerde “seçme ve seçilme” hakkını kullanmaktan aciz. Rejimler kendi yönetsel yasalarını ona göre yaptığı için ve bir de elinde tuttuğu sermaye ile teknoloji, medya sayesinde üstesinden gelmekte. Halkın bilinçlenmesi din, mezhep ve şovenizm belası tabu ve çağ dışı eğitimle tersine çalışınca hesap tamam! Geçmişten alınacak dersler var… eskiler “dünya adaleti ya kardeş payı ya da Allah payı” derdi. Mirasta kardeşler eşit alırken, sıra başkalarına gelince gelir paylaşımında Allah payı geçerlidir. Kimiler domak bilmez düzeyde, kimiler açlık sınırı altında sürünmekte… İlginç olan bu durumu bizzat yönetimler devlet başarısı gibi istatistiki bilgi olarak bizzat bu insanlara yansıtması! Onlar da bu çarpıklığı doğal karşılayınca bize de daha ne söylemek kalır. değil mi?