yaklaşımlarHalil Paşa12 Eylül’ün gizli kahramanı 78 kuşağının kadınıydı - Halil Paşa
yazarın tüm yazıları:

12 Eylül’ün gizli kahramanı 78 kuşağının kadınıydı – Halil Paşa

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

12 Eylül döneminde hapsedilmiş oldukları Mamak Askeri Cezaevi’ndeki anılarını, “Kaktüsler Susuz da Yaşar” isimli kitapta toplayan 46 devrimci kadından ikisi ODTÜ’lü arkadaşımdı. Kitaba anılarını yazmayı reddeden ODTÜ’lü diğer kadın arkadaşımızdan biraz sitem etmişlerdi bana.

Bir yıl önce karşılaştığımızda ona kitaba neden katkı koymadığını biraz da kinayeli bir dille sorduğumda, önceleri cevap vermekte isteksiz davranmış ve fakat onu sırf bu yüzden bir de eleştirmeye kalktığımda olanlar olmuştu…

Sözümü keserek önce lafını bitirene kadar kendisini dinlememi söyledi.

Önce karakolda ve hapiste başından geçenleri kısaca anlattı. Benzerlerinin 12 Eylül döneminde tutuklanan diğer devrimci kadın arkadaşların da çoğunlukla başına gelmiş olduğundan bahsetti. Anlattıkları karşısında eşim Figen ile nutkumuz tutuldu.

Bitirdiğinde, onu eleştirmiş olmaktan dolayı kendi adıma biraz utandım…

12 Eylül’den yıllar sonra da olsa paylaşmakta fayda var diye şimdi yazıyorum.

Bak Paşa” (ODTÜ’lü arkadaşlarım 70’li yıllardan beridir hep soyadımla çağırırlar…) diye başlamıştı anlatısına.

12 Eylül’de bir kez karakola düşünce önce polisin ‘hoş geldin dayağı’ var. Tekme-tokat faslından sonra, gözlerin bağlanıyor ve göz bağını çözmen yasak. Günlerce ayakta bekletiliyorsun. Oturmayı, duvara dayanmayı, sağa sola kıpırdadığın anda bilmediğin bir yönden sille tokat girişiyorlar. Pek bir şey yiyip içmediğin için, bereket günde bir ya da iki kez izin verilen tuvalet ihtiyacında zaman geçtikçe pek bir sıkıntıyla karşılaşmıyorsun. Ancak saatler ve günler geçtikçe zaman ve mekan kavramın kayboluyor. Beklediğin işkence sırandır. Senden itiraf etmeni istediklerinin ağırlığına bağlı olarak Filistin askısı ve manyeto’dan (Vücudun hassas noktalarına elektrik vererek acı çektirmek için kullanılan alet-hp) geçiyorsun. Başlarda dayanamayacağını sanıyorsun. Anadan doğma soyduklarında utanıyorsun, sıkılıyorsun. Hakaretlerin, küfürlerin bini bir para… Çaresizsin… İşkenceye ara verdiklerinde, elin kolun tutmuyor ve bu arada gözlerin de bağlı. ‘Hayvanın birisi’ üzerine çıkıp debeleniyor. Elindeki copu ya da her ne ise orana burana sokup deşerken, pis-pis konuşuyor…”

Bir şey diyecek gibi olunca eliyle susmamı işaret edip devam etti…

“Bazı arkadaşların kitapta (Kaktüsler Susuz da Yaşar kitabının kastediyor-hp) yazmış oldukları gibi solcu olmasının yanı sıra Kürt olan kadınların belki daha çok üzerine gidiliyor. Ama 12 Eylül’de cuntanın hapishanesinde kadın olmak da beter bir şeydi. İşkencecilerimiz erkekti ve illa ki bedenimize yöneliyorlardı. Onlardan örtmeye-saklamaya-korunmaya çalıştığın anda alay ediyorlardı. Bile isteye, psikolojimizi alt üst ederek, belki de kendimize olan saygımızı yitirmemiz, kendimizi küçümsememiz için ellerinden geleni yapıyorlardı.  

Mamak Cezaevi’ne gelene kadar çoğumuza tecavüz edildiğini biliyor musun sen Paşa?

Aslında o kitabı yazan arkadaşlarımızın da çoğunlukla tacize ve tecavüze uğradıklarını düşünebiliyor musun? 

Ama bir gerçek vardı ki o yıllarda tacize-tecavüze uğrayanlar bundan bahsetmezlerdi.

Emniyet Sarayı’ndan Mamak Cezaevi’ne geldiğim ilk günlerde hiç kimse kendisine tecavüz edildiğinden bahsetmemişti bana. Herkesin anlattığı genel geçer bir içeriye düşme hikayesi vardı. İşte, nerede ve nasıl gözaltına alınmış, içeride yediği dayaklar, işittiği küfürler, maruz kaldığı işkenceler, gözbağlarına rağmen işkencecilerin tahmini adları, aşağı yukarı birbirine benzer birçok berbat, tiksinç olay. Ama kimse bana taciz ve tecavüze uğrama hikayesini anlat(a)madı Paşa. Haliyle ilk zamanlar ben de bir tek bana yapıldığını sanıp, uzun zaman uğradığım tecavüzü kendime sakladım.

Kitapta da anlatılmamış olduğunu görünce, ben de kendi anılarımı kendime saklayıp yazmaktan vazgeçtim.

Paşa, anladın mı şimdi niye yazmadığımı?…”

Sözlerinde biraz öfke, biraz sitem, biraz da bıkkınlığı sezebildiğim 78’li bu öğrencilik yıllarımda da çok sempatik bulduğum kadın yoldaşımı dinleyince edecek bir söz bulamadım.

Ve o günden beridir birçok soru düşünceme gelip-gelip sürekli rahatsız ediyor beni!

Biz 78’liler de, gerek örgüt gerekse bireyler olarak, birlikte mücadele ettiğimiz devrimci kadın yoldaşlarımıza,  gerçekten de yeterli desteği ve değeri vermiş miydik?

Sorunun cevabı her ne kadar da başka bir tartışmanın ve yazının konusu olsa da, yine de birkaç şey yazıp, noktayı bir sonraki paragrafın sonunda koymak istiyorum.

Evet biz 78 kuşağının önemli zaaflarından birisi de, erkek egemen örgütler kurup, yine genelde baskın olan erkek egemen siyasi eylem ve söylemlerle, kadın yoldaşlarımızı düşüncelerimizde ancak devrimin yedek lastiği kabul edecek kadar (ama kesinlikle daha fazla değil-hp) dikkate almakla ne yazık ki onları küçümsediğimizin dahi farkında değildik.

12 Eylül’ün gazabına uğramış, “bu dünyadan sessiz sedasız sıra neferi olarak göçüp gitmiş” ya da hala “kuyruğunu dik” tutarak devrimci kavgasını sürdüren 78’li kadın yoldaşlarım…

Artık benim kahramanlarım sizlersiniz…

***

Bana 12 Eylül’deki kısa hikayesini anlatan 78 kuşağı bu kadın yoldaşım, Mamak Askeri Cezaevi’nde birkaç yıl hapis yattıktan sonra, daha sonra çıkarılan af’tan yararlanarak tekrar yarım bıraktığı ODTÜ’ye geri döndü. Bölümünü derece ile bitirdi. Ve Ankara’da oldukça popüler bir özel kuruluş’ta, kendi dalında gelebileceği en üst noktaya ulaştı. Kızı ODTÜ’den master diplomasıyla mezun oldu. Oğlu da bizim ODTÜ’de okuyor.

Kocası mı?

O da yoldaşımızdı. 12 Eylül döneminde gizli örgüt davasından askeri sıkıyönetim mahkemesi tarafından tutuklandı. Aylarca işkence gördü.

Sonra bir gün Hürriyet Gazetesi manşetten simsiyah puntolarla onun gizli komünist bir örgütün üst düzey yöneticisi olduğunu duyurdu Türkiye’ye.

Hürriyet’in haberini duyunca o bile şaşırdı bu işe.

İşkence deyip de geçmemeli. 12 Eylül’ün tezgahında birçok kişi değil Kenan Evren, ısrarcı olunursa Ronald Regan’a suikast hazırlığı içerisinde olduklarını dahi kabule hazırdılar.

Neyse; galiba beş yıl yattı içeride. 12 Eylül darbecilerinin emriyle “o hapishane senin bu hapishane benim, o kent senin bu kent benim” oradan oraya sürdüler onu…

***

12 Eylül sadece 1980’li yıllardaki yığınsal tutuklamalarla, binlerce genç insanın hapishanelere tıkılmasıyla işkencelere uğramasıyla sınırlı kalmadı ve 1990’lı yıllara kadar, “devlet içerisinde devlet” şeklindeki çeteleşmelerle kesintisiz bir süreç olarak devam etti.

12 Eylül Cuntası bir yandan imam-hatiplerden üniversitelere öğrenci kabulünü, öte yandan din eksenli bu okulların sayısının artırılmasını teşvik etti. Amaçlanan, eleştiren, başkaldıran bir genç kuşak değil mevcut baskıcı-gerici rejime itaatkar bir gençlik yetiştirilmesiydi.

1980 ve devamında 1990’lı yıllarda, dışarıda kalmış beş on solcu ve birkaç sol örgüt için dahi, televizyon kameraları eşliğinde gösterişli ev baskınları düzenlendi. Ve bu operasyonlarda birçok yargısız ve kanlı infazlar gerçekleştirildi.

Ölü değil de sağ olarak ele geçirilen kadınlara gelince.

12 Eylül dönemi işkenceleri kaldığı yerden aynen kopya edilerek devam etti.

Nitekim 1997 kışında İstanbul Emniyeti’nde yaşadığı işkenceyi sonradan kitaplaştıran Asiye Zeybek Güzel, elleri ve kolları arkadan bağlanarak ayakları yere değmeyecek şekilde (Filistin askısı-hp) koltuk altları patlayıncaya kadar havada asılı tutulmak suretiyle öldüresiye bir işkenceye tabi tutuldu. Şimdi Asiye Zeybek Güzel’in kendisinden dinleyelim o işkence günlerini…

Kapı gürültüsü duydum. Odaya yeni biri girdi galiba.”

… “İndirin yatırın yere orospuyu” diye emretti bir polis şefi.

“Bir anda askıdan indirildim. Ayakta duramıyorum, kollarım da artık bana ait değil, hissetmiyorum, kontrol edemiyorum. Korkunç bir acı var. Yere fırlattılar Başımı yere çarptıktan sonra buz gibi betonu hissettim… Kollarımı kullanıp ayağa kalkmaya çalışıyorum, ama söz geçiremiyorum onlara. Kahkaha seslerini, küfürlerini duyuyorum. Çıplaklığımı örtmeye çalışıyorum… Gözbağımın altından sadece ayakları hayal meyal seçebiliyorum. Bacaklarımı toplamaya çalışıyorum. Tekmeyle engelliyorlar. Kollarımı ve bacaklarımı sıkıca tutmaya çalışıyorlar. Çırpınıp kurtulma çabalarım sonuçsuz…

“Hayır bunu yapamazsınız, öldürün, parça parça edin, ama dokunmayın.. Kirletmeyin, lekelemeyin.”

Diye bağırmak istiyorum. Ama her şey o kadar hızlı geçiyor ki aklımdan, çıldırmak üzereyim.

Üzerimde bir ağırlık hissediyorum.

Duyduğum acıdan dişlerim birbirine geçiyor.

Karşı koyamıyor, kıpırdayamıyorum, kafamı bile oynatamıyorum. Boğazım bağırmaktan yırtılacakmış gibi. Kendi haykırışlarım çığlıklarım, sesim bana yabancı geliyor. Kahkaha sesleri ve küfürler kesilmiyor…

“Kocan bile böyle becerememiştir” diyor birisi.

Üzerimdeki o iğrenç ağırlık işini bitirdiğinde su nasıl buza dönerse öylece dondum kaldım. Ölümü isteyecek gücü bile alıp götürdüler benden…” (1)

Sadece Asiye mi?

Daha nice genç devrimci kadın kendilerine işkence yapan, tecavüz eden veya tecavüz edilirken bizzat orada olan birçok polisin isimlerini zikretme cesareti gösterdi.

İşkence ve tecavüze uğrayan kadınların ismini zikrettiği bir işkenceci de, AKP tarafından içinde bulunduğumuz 2012 yılında İstanbul’da Terörle Mücadele Müdür Yardımcılığı’na atanan polis şefiydi.

Ancak ne Başbakan Erdoğan, ne de Türkiye İçişleri Bakanı Nami! Ve hatta ne de ‘Kıbrıs İşlerinden de Sorumlu Devlet Bakanı’ Atalay, dahi bir önceki sorumlumuz ve şimdiki TBMM Başkanı Cemil Çiçek ile AKP Hükümeti’nin dahi bir bakanı işkenceye maruz kalan bu kadınların gösterdiğin cesareti gösteremedi. Bu nedenle de işkence olaylarında bulunduğu öne sürülen ve isimleri zikredilen hiçbir polis şefini yargılamak için bugüne kadar harekete geçmedi.

Bırakın harekete geçilmesini.

Terfi alan işkenceci polisin de, aldığı terfi, yanına kar kaldı.

İstanbul Valisi de gazetelere söz konusu polis şefinin lehinde, onun “işini iyi yapan bir kişi olduğu için terfiyi hak ettiği” söyleyince, böylece AKP’nin “derin devlet” ile hesaplaşmasının günümüzdeki sınırları da aşağı-yukarı belirlenmiş mi oldu???

Sanırım…

***

12 Eylül’e gelince. Askeri sıkıyönetim koşullarında devrimci kadınları işkenceye tabi tutan, onları taciz ve tecavüz ederek aşağıladığını sanan, aslında bu halleriyle kimlikleri en çok da “aşağılık herifler” yakıştırmasına uyan işkencecilerden, onlara böyle bir rejim imkanı sunan darbecilere ve darbenin şakşakçılığını yaparak işleri kolaylaştıran o kraldan çok kralcılara gelince…

12 Eylül’de kontrolünüze aldığınız tek TV ve radyo kanalı TRT ve yayınları sansürünüzden geçmek zorunda olan günlük gazetelerde, ülkenizin gençliğinin yaşamını karartmanın karşılığı olarak kendinizi bir de “ulusal kahraman” ya da “ulusal kurtarıcı” gibi yutturmayı becerebilmiştiniz.

Ama kısa süre sonra ipe gönderdiğiniz o gencecik insanların, Necdet Adalı, Erdal Eren’in fotoğraf ve resimleri kentlerimizin duvarlarını, ev ve işyerlerimizin baş köşelerini süslemeye başladığında, Filistin askısı, elektrik verme, makata cop sokma, bok çukuruna gömme, “İstiklal Marşı’nın bilmem kaçıncı mısrasından söylemeye başla?”da ve Atatürk’ün nutkunu ezbere söylemede dahi en ufak takıntı gösterenlerin anında dayaktan ölesiye dövülmesi ve nihayet gazete sütunlarında kadın yoldaşlarımıza 12 Eylül döneminde işlenen insanlık suçlarınızı yazdıkça da küçüldünüz.

İşkencelerde aşağıladığınızı sandığınız üniversiteli kadın arkadaşlarımla özerk ve demokratik bir üniversite için, daha aydınlık ve güzel günler için, eşitlik ve adalet velhasıl kelam devrim için yola çıktığım ve fakat bir türlü biz erkeklerle eşit ve adil bir mücadele vermekten gizlice kaçındığımız kadınlarımız için yazdım…

Formlarda, panellerde, mitinglerde, kavgalarda, örgüt yönetimlerinde, “son sözün” söylenmesinde hep biz erkeler güçlü ve adaleli kollarımız ve en çok bağıran ve en iyi tartışan, en çok tutuklanan, en çok işkence gören, en cesur, en teorisyen, en devrimci, en kahraman, ailesinden en özgür dolayısıyla da “en popüler” hallerimizle, aslında insanlık için istediğimiz eşitliği, doğal olarak George Orwell’in Hayvan Çiftliğindeki benzetmesiyle; “herkesin eşit fakat erkekler daha eşit” mottosunu içselleştirmiş olmakla hiç eşit ve adil olmayan bir tarzda yaşama geçiriyorduk.

Demek istediğim şu ki;

İnsanlık suçlarıyla dolu 12 Eylül’ün gizli kahramanıydı 78 Kuşağının kadını…

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin