yaklaşımlarÖzkan YıkıcıTemmuz ilk haftasından günlükten tarihe kısa bir dolaşım - Özkan Yıkıcı
yazarın tüm yazıları:

Temmuz ilk haftasından günlükten tarihe kısa bir dolaşım – Özkan Yıkıcı

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Kuzey Kıbrısta artık en yanlışı “keskin doğru” gibi algılamamız doğalaştı: Bundan dolayı ters olan veya yalan ifadeleri yeri geldikçe sıkılmadan savunan veya sesizce kabulenen yapımızla kendi sorunlarımızı kendimizin imkar ettiği garip ironiye takılıp kaldık. Emperyalist sistemin Yeni sömürgecilik oyunu güzelce oynanıyor: Yalnız bizim gibi Yeni Sömürge merkezli müdahalelerlerle oluşan özeliklerde vardır. Bunu çoğu onutuyor. Ülkemiz Emperyalist sistemin Yeni Yeni Sömürge ekseninde bulunurken, ayrıca Kuzey Kıbrıs Sistemin başka ülkesince de ilhak edilme yeni süreçle ikili kısgaçta oluyor. Bundan dolayı işbirlikcilik yapısında ikili bağlılıklar olmlaktadır. Artık alıştık doğru olsada sırf resmiler böyle istedi diye tersini söylemeyi; Bunlar resmi idoloji ve yapısal kültürleşme oldu. Onca bağa ve müdahaleye karşın hala sıkılmadan “Egemeniz” deme lüksümüz vardır. Trafik toplantısından turizm şirketlerine hibe verme, yapılan anlaşmaların aksini konuşmaktan başlayıp “elçi vermezle” sorunlara müdahale edemeyen “hükümet” gerçeklerine rağmen yine sıkılmadan bunlar yokmuş gibi hayat akıp kendimizi “Bağımsız” ilan etme sertliğinde tutuyoruz.

Temuz ayına adım atarken hafta sanki kaynar iklime siayseti ekler: Kuzey Kıbrısta ise olanlar değil daha çok istenilen yalanlarla savruluyor. Suriye kaynayıp bölgesel oyunda yeniden sömürgeleşmenin kirli sayfası dibimizde olurken, sistemin ekonomik yapısal krizi her tarafta dalga dalga değişken şekliyle yayılırken dibimizdeki Kıbrıs Cumhuriyeti AB başkanlığına oturdu. Bizde ise iflasın belgesi Lefkoşa sokaklarındaki çöplerden ödenmeyen çalışan maaşlarına yaşanarak savrulurken, yönetim adıyla işbrilikciler Kıbrıs sorununda yeni tuzakla Rum arsası dağıtmaya, Fesdival açıp şov yaparak üstüne dileri uymasada Arapça kelimelerle süsletme ile “Yalah bismilahla” dinin acemi dansını yapıyorlar. Ama her konuda şu sırıtıyor: Hep yanlış yalan söylerle sanal sığlıkta yolumuz devam edip gidiyor. Gidiyor ama bu yanlışlarla Bakanlar, Müdürler, işadamları, tücarlar ve daha nice sistemin çalışmasından kazanan güç olan kesimelr vardır. Şu meşur Brüksel gezisi bize resmen sistemin kimleri ne yaptığını yeniden onların “hayaleti” ama bizim gerçeklerimiz olarak karşımıza getirdi. Böylesi Temuz sürecinde birden yakın tarihin önemli günleriyle hem nasıl gelindi sorusuna yanıt kadar, uygulandığı zaman sonuçlarını anlayacağımız 2 günle karşı karşıya geldim. Bunları yazarken ibret belgesi olarak günümüzdeki gelinen konumla kıyaslayın!

2 Temuz içseleştiğimiz ve artık ilhak siyasetinin moderin uygulayıcımız olan Türkiyenin Sivas katliyamının yıldönümü olmaktaydı. Sivas Katliyamı diri diri Madımak otelinde yakılan aydınların anımsanma simgesidir. Bize o tarihten beri yani 1993 yılında dinin siyasalaştığı zaman neleri yaptırma potansiyeli olduğunu kanıtlayan ibret belgesidir. Olayda yumulan gelişmeler, tetikleme yöntemleri ve kitlesel akışla yaratılan katliyamın dini örülü düşüncelerin etkisi herkese mutlaka bir şeyler anlatması gerekiyordu. Ama belli ki olmadı; Olsaydı günümüzde Dini siaysal yönetme ve kültürleşmenin insan parçası haline getirmezdiler. Ayni senaryonun daha genelde günümüzde Orta doğuda Mezhep ayrımlı acı savaşlarla keskin katliyamlarda yaşamazdık.

Acı olan; Sivas Katliyamında salt yakma ile kalınmadı: Olayda müdahaleden kaçınılırken destek vermelerle tırmandırılan ve sorasında yargıdaki felaket kelimesini aratan davranışlarla sonuçta “zaman aşamlı” kararlar, beklide dinin mezhepsel kurumsalaşma sonuçlarının birer birer taşnandırılan olguları olmaktadır. Zaten şimdielrde ayni durumlar öylesine yaşanıyor ki artık Sivas katliyamı bunların tarihsel önemli belgesi olmaya adaylığını devam etmektedir. “Gazanız mubarek olsun” nutkunu çeken o dönemin Sivas Belediye başkanının şimdi ekranalrda söylem çekmesi resmi tamamlayan imge olmaktadır. Tabi bunları bizdeki koltuk sevdasıyla olmazları söylerken birden “yalah bismilahla” penalti çekme aşamasına gelen “siaysal” rezalette anlatmak zordur. Çünkü çıkar uğruna dinden Arapçadan laflarla yağ çekmenin ödülendirildiği süreçten geçiyoruz.

Başka bir yüzleşme tarihi daha vardır: Kutlu Adalının katledilmesinin de tarihi Temuzun ilk haftasında. Çoğu Adalının katledilişini belekten silip kalırken, olayın temel nedeni hep boşaltılarak basitlenmek istenmektedir. Oysa Adalı katledilişi ve sorası yine bizdeki siasyal gerçeklikten yargıya çok önemli kanıtları yazdırdı. Burda olayın olma nedeninden başlayıp, yargıdaki acayiplikler ve uluslararası yargının çarpıcı kararları dahi en azından sorgulama reflekslerini hiç oluşturmadı. Sanki olay Kuzey Kıbrısta yapılmamışcasına olay öteleniyor. Hatta Addalının basın çalışanı olması sonucu mesleki medyaların olayın üstüne gitme tutumu da olmadı. Bizdeki meslekcilik kavrayışı zaten hep “alma avantası” çizgisini aşamıyor.

Adalı cinayetinde önemli bir tetikleme yazısı vardı: Ser-ntbarnavas kilsesi soygununu yazdıydıd: Burdan bazı tarihi eserlerin alındığı biliniyor. Hernedense bu onuturulmak veya kaçırılmak istenilen olgulardan birisiydi. Geçenlerde ilgili Kilsenin İncil kitabı Türkiyede turizm amacıyla sergileniyordu. Burda içseleşme veya ilhak poletikalı işbrilikci yönetimler olmasaydı, ahali de istenilenlerle konuşup kalınmasaydı. İncil kitabı hem istenir hemde Kutlu Adalı cinayeti sorgulanıp yeniden en azından herkesin resmi eksen dışında söyledikelri ortaya çıkıp yargılanma yeniden olurdu. Kutlu Adalı anısına konuşanlara bu ibret olayıda anımsatmak gerekir.

Sivas katliyam tarihi bize dinin otoriteleşmesini, siaysalaşmasının nasıl sonuçlar yaratacaığını ortaya koymaktadır. Helle erk olup yönetimsel durumdaysa insanları aydınları nelere taşıyacağını anlatıyor. Adalı cinayeti de derin devlet anlayışından Kuzey Kıbrıs gerçeğine uzanan önemli başka karanlık siaysal sayfanın belgesidir. Siaysetin dinleşmesi, derin devlet ve yapısal gerçekler bir anda en çirkin sonuçlarıyla karşımıza geliyor. Bunlar kanıtsanır ve onutulmak istenir. Doğrular bilinir ama konuşulmaktan kaçınılır: ikide bir “Devlet hukuku” denirken yapısal koşulalrla bu hukukun ne olduğu yargı süreçlerinde kanıtlanır. Tarihsel tanıksal çirkinlikleri ancak bizim gibilerin sık sık hatırlatarak ve bunları tekil değil, sistemle birlikte sorgulayarak ancak gerçekelr yaşama damgasını vurur. Tıpkı benim Adalıyla ilgili yaptığım uzun ağıtlı müziklerde olduğu gibi;

“Karanlık gecede kurşun kaleştir; Sıcak tenden aldığı bir candır” dizeleriyle o günlerdeki olayları ezgileştirirken tanıklığın belgesini eserleştirdim. Tabi bizdeki öteki hastalık sonucu bunu pek duyuramadım: Çünkü öyle bir dar hastalık oldu ki ahbaplar diyaloğundan ortak duruşa ve paylaşıma hala gelemediğimizden dolayı konular hep sığ kalmaktadır.

Temuzun bu ilk haftasından da bukadarlıkla yetinelim: Yalnız Temuz Kıbrıs için sıcak olduğu kadar, günlük gelişemler sıcak essede, tarihle yüzleşme bakımından ibret belgelerle savruluyor. Yeter ki bunu salt resmi yalanlı görüşlerle sınırlayamayalım!

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin