Yunanistan’da 17 Haziran pazar günkü (yani birkaç gün sonraki) seçimlerden artık hemen hepimizin tanır hale geldiği SYRIZA’nın (yani Radikal Sol Koalisyon’un) birinci parti olarak çıkmasıyla bir sol hükümetin kurulmasının gündeme gelmesi, son 30 yıldır hâkim olmuş siyasal ve sosyal güçler dengesinde muazzam bir kayma anlamına gelecek. Son günlerdeki kimi anketler, SYRIZA’nın tek başına iktidar dahi olabileceğini, hiç değilse bu ihtimalin bile mevcut bulunduğunu gösteriyor. Seçimlerle sosyalizm gelmeyecek elbette (hani şu meşhur ifadeyi az deforme ederek söylemek gerekirse, seçimlerle sosyalizmin gelmesi mümkün olsaydı seçimler elbette yasa dışı olurdu). Ancak neoliberalizmin küstah hâkimiyeti okkalı bir şamar yemiş olacak, Avrupa kıtasında ilk defa neoliberal yapısal uyum programlarına karşıtlığını açıkça ifade eden bir siyasal iktidar gündeme gelecek. Her gün daha mümkün hale gelen bu ihtimalin gerçekleşmesinin, Avrupa’da neoliberalizm karşıtı toplumsal mücadeleleri kışkırtan ve kızıştıran bir katalizatör etkisi taşıyacağıysa aşikâr. (Kızıştırmak demişken, genç işsizliğin %50 civarında olduğu ve kamuoyu yoklamalarına göre Indignados ya da 15M hareketinin halkın %78’i tarafından desteklendiği İspanya’yı anmak yeterli).
Anti-neoliberal bir sol hükümet elbette mevcut burjuva siyasal nizamının sınır ve kısıtları dahilinde hareket edecek. Dolayısıyla ilk gününden itibaren sermaye kanadından bu sınırlara riayet etmesi, “sorumlu” davranması, liberal parlamenter nizamın kurum, kural ve teamülleri çerçevesinde hareket etmesi talep edilecek (şimdiden ediliyor zaten; mesela, bir klasik olan “katil, domuz polisler” sloganını artık hükümet namzeti bir partinin mitinglerinde duyulmaması gerektiği yazılabiliyor medyada). SYRIZA’nın ekseninde olduğu bir sol hükümet, bu basınç karşısında geri adım atar, seçim öncesi dönem zaman zaman rastlandığı üzere dilini ve pratiğini mutedilleştiren bir yönelime girerse hızla itibarsızlaşacak, tıpkı son iki yıldaki hükümetler gibi yönetemez hale gelecektir. İstese de istemese de yerli ve yabancı sermayenin düşmanlığı ya da hiç değilse tepkisiyle karşılaşacak bir sol hükümetin ayakta kalabilmesi, ancak toplumsal mobilizasyonu daha da kışkırtmasıyla, dolayısıyla her gün yukarıda anılan kural, kurum ve teamüllerin sınırlarını zorlamasıyla mümkün. Yani eğer sol hükümet, alışıla geldik hükümet etme biçiminde ısrar ederse, tek farkı bakanlık koltuklarını solcuların doldurması olursa çok kısa bir zamanda yaratacağı hayal kırıklığının ve karşılaşacağı basıncın altında kalacaktır.
Basınç demişken: Yunanistan’da sol hükümet programının hakkını vererek Troyka (IMF, Avrupa Merkez Bankası, Avrupa Komisyonu) patentli yapısal uyum programlarını uygulamazsa Yunan ve Avrupa sermayesinin ciddi bir karşı tepkisiyle karşılaşabilir. SYRIZA’nın seçimlerde ortaya attığı talepler bazı kritik hususlarda biraz “orta yolcu” bir görünüm arzediyor. Ancak borcun “denetlenmesi” ve bu denetim sonucunda meşru olmayan borcun ödenmemesinin gündeme gelmesi ya da bankacılık sektörünün toplumsal kontrol altına alınması, finansal akışlara sınırlar konulması gibi “mutedil” öneriler dahi sermaye kampında ciddi reaksiyonlara neden olabilecektir. Bu reaksiyonlar, sol hükümetin savunma amacıyla dahi olsa radikalleştiği bir sürece yol açabilir. Örneğin sermaye kaçışlarının yaşanması durumunda ya tavizler verilecek ya da kamulaştırmalar gündeme gelecektir. Dahası, tıpkı 1970’lerin başında Şili’de Allende hükümetine karşı sermayenin bir “grev” örgütlemesi örneğinde olduğu gibi, sermayenin Yunan ekonomisini felç edecek dolaylı sabotajlara girişmesi de muhtemeldir. Böylesi bir durumda gerek sol hükümet gerekse bu hükümetin dayandığı toplumsal seferberlik daha da radikalleşmek durumunda kalabilecektir. Venezüella’da, başlangıçta “namuslu” bir kapitalizmden çok da fazlasını istemeyen Chavez yönetimini ve elbette kitle hareketini giderek radikalleştiren etkenin düzen güçlerinin darbe örgütlemeye dek varan benzer bir reaksiyonu olduğunu unutmayalım.
Böylesi koşullarda sol hükümetin “normal” bir hükümet gibi davranması yenilgiye davet anlamını taşıyacaktır. Tam da bu koşullarda solun, seçimsel-parlamenter yanılsamaların, yani seçimlerden bir sol hükümetin çıkmasıyla her şeyin birden bire güllük gülistanlık olacağına dair yanılgının yaygınlaşmasına müsaade etmemesi gerekiyor. Yapısal uyum reformlarına karşı bir sol hükümet kurulabilirse bu toplumsal mücadeleler açısından bir “mutlu son” olmayacaktır asla. Bir hükümet seçeneği, sınıf kavgasında, direniş ve mücadelelerinin daha da yoğunlaştığı, siyasal kutuplaşmanın daha da arttığı bir momenti teşkil edecektir sadece. Bu nedenle sol hükümet ancak toplumsal seferberliği, direnişleri kışkırtarak, yoğunlaştırarak, onların önünü açarak ayakta kalabilir; onları atalete sürükleyerek değil. Hükümet ile toplumsal mücadeleler ve çeşitli taban inisiyatifleri-kolektif örgütlenmeler (mahalle komiteleri, kooperatifler, işgaller vs.) arasında bir bakışımlılık yaratmak bu nedenle şarttır. Hükümet ancak bu ikincilere dayanarak, onların daha da gelişip yaygınlaşmasına hizmet ederek varlığını sürdürebilir. Normal bir burjuva hükümeti gibi eylemeye başladığı andan itibaren, bütün halisane niyetlerine rağmen sonu ne çok uzak ne de hayırlı olacaktır.
SYRIZA seçimsel ifadesi olduğu toplumsal tepki ve muhalefete “ihanet” ederse, yani program ve taleplerinden cayıp mutedilleşirse, yapısal uyum programının bir tür “sol” taşeronu haline gelirse bundan sadece kendisi zarar görmeyecektir. Böylesi bir durumda SYRIZA PASOK’tan farksızlaşacak ve hızla siyaseten itibarsızlaşacaktır. Ancak bu itibarsızlaşma solun bütününü etkileyecek, solun bütünü hükümetin olumsuz performanısının yarattığı hayalkırıklığının müsebbibi ya da parçası sayılacaktır. Kriz zamanlarda siyasal hayatın temel bir “kanunu” olan “sarkaç etkisi” kendini gösterecek ve siyasal sarkaç solda kendisini tutamadığında hızla sağa savrulacaktır. Bu durumda solda umduğu alternatifi bulamayan kitlelerin hızla sağa kayması ve daha otoriter seçenekler arayışına girmesi gayet mümkün. Siyasal alan bu kadar akışkan hale gelmişken (Syriza’nın oy oranını beş altı ayda dört-beş katına çıkarmasını ya da Altın Şafak gibi bir nazi örgütünün %7 oy alabilmesini düşünün) solun hükümet deneyiminde yaratacağı hayalkırıklığı, güçler dengesinde hızlı ve radikal bir değişimi gündeme getirebilir.
Böylesi bir yenilgi ve demoralizasyonun önüne geçebilecek tek faktör devrimci sosyalistlerin tutumu olacaktır. SYRIZA koalisyonu içerisindeki ana güç olan Synaspismos’un bir hükümet kurulması durumunda sermaye kanadından gelen basınçlara tavizler verebilecek “merkezci” bir parti olduğu unutulmamalı. Ancak bu durum, devrimci sosyalistlerin programatik saflık adına kenarda durup bir modern Kassandra misali Syriza’nın emekçilere ihanet etmesini beklemesi anlamına gelmemeli. Devrimcilik bir programatik hijyen meselesi, kimin daha saf devrimci bir programa sahip olduğu yarışması değildir. Önemli olan hangi programın, hangi taleplerin kitle mücadeleleri içerisinde yankı bulduğu, hangi siyasal önermelerin kitlelerin devrimci süreçte sürekli ve hızlı bir evrim ve değişim halindeki bilincinde anlamlı dönüşümlere yol açabileceğidir. Devrimci sosyalistlerin müdahalesi işte tam da bu bağlamda kritik bir önem arzediyor.
Hemen bir hususu belirtmek gerek: Devrimci sosyalistler derken kastım elbette Yunan Komünist Partisi (KKE) değil. Bu parti maalesef son iki yıllık süreçte devrimci bir dönüşümün öznesi ya da parçası olamayacağını tekrar tekrar gösterdi. Böylesine hızlı bir radikalizasyon süreci yaşanırken bugünkü güçler dengesinde anlamlı bir değişimin söz konusu olamayacağını, yapılması gereken yegane şeyin mahşer gününü bekler gibi “halk iktidarının” gerçekleşeceği günü beklemek olduğunu, o zamana kadar da yapılabilecek en anlamlı işin kendisine oy vermekten ibaret olduğunu vazediyor kabaca. İşçi sınıfı içerisinde bunca köklü bir partinin sahip olduğu siyasal ve sosyal dinamikleri harekete geçirmekte tereddüt etmesi, eylem içerisinde birleşik cephe taktiklerine bu kadar acil ihtiyaç bulunduğu bir dönemde sekterlikte ısrar etmesi, emekçiler açısından ciddi bir zaaf. Elbette bu parti içerisinde henüz dışarıya pek sızmayan ciddi tartışmalar yaşanmakta. Tek umut, seçimler sonrasında parti içerisinde gelişecek bir muhalefetin Papariga önderliğini altetmesi, partiyi emekçi ve ezilenlerin mücadelesinde etkin bir araç haline getirebilmesi.
SYRIZA içerisinde devrimci sosyalist güçler de var elbette. Bunların bir sol hükümet durumunda konumu kritik olacak. Olası hükümetin verdiği her taviz karşısında bu kümelerin eleştirici bir işlev görmesi, hükümetin kitle seferberlik biçimlerinden bağımsızlaşmasına, toplumsal mücadelelere yabancılaşmasına karşı çıkarak sürekli uyarıda bulunması şart. SYRIZA içerisindeki devrimci sosyalistlerin görevi “hükümet etmektense” hükümeti sola çekecek, onu radikalleştirecek bir biçimde “içerden” basınç oluşturmak olmalı. Ancak esas gerekli olan, “dışarıdan” basınç. Bunu gerçekleştirebilecek olan da sınırlı güçlerine rağmen, antikapitalist ittifak ANTARSYA. ANTARSYA neyse ki şimdiye kadar KKE türü bir sekterlik sergilemedi, SYRIZA güçleriyle neoliberal reformlara ve faşist saldırılara karşı bir birleşik cephe arayışı içerisinde oldu. Ancak diğer yandan örgütsel ve siyasal otonomisini de muhafaza atmekte ısrarcı oldu (aslında seçimler hususunda daha esnek bir tutum alabilirdi belki, ancak bu ayrı ve artık günü geçmiş bir husus). ANTARSYA’yı oluşturan devrimci güçlerin bir sol hükümet durumunda bu hükümetin dışında kalması elzem. Bu güçler hükümetin hâkim sınıfla karşı karşıya geldiği her olumlu adımı desteklemeli elbette, hatta bu tip adımların, dolayısıyla da sermayeye karşı tutumun daha açık ve kararlı olması yönünde basınç oluştumalılar. Hükümetin vereceği her taviz, her “sorumlu davranma” eğilimi karşısındaysa eleştirel bir tutum takınmak zaruri. SYRIZA eksenli bir sol hükümet bir sol muhalefetin basıncı ve itirazıyla karşılaşmazsa hızla sağa kayabilecek bir dinamiği barındırıyor. Dolayısıyla seçimlerin ertesi günü sol hükümet kadar sol muhalefet de sınıf mücadelesinin yeni evresi açısından belirleyici bir önem arzedecek. ANTARSYA her türlü parlamenter yanılsamaya karşı tetikte olmalı, kitle hareketinin bir sol hükümetin tüm sorunları çözeceği beklentisiyle pasifize olması eğilimine karşı şiddetle mücadele etmeli. SYRIZA’nın olası bir “ihaneti” durumunda bunun bütün sol ve emek güçleri açısından bir yenilgiye, hatta ricata dönüşmesini engelleyecek tek şey, devrimci sosyalistlerin “içeriden” ama özellikle de “dışarıdan” oluşturacağı böylesi bir basınç olacak.
Yunanistan’da emekçi ve ezilenlerin kapitalist barbarlık karşısında bir ilk savunma mevzii olarak “gerçekçi” bir sol hükümet seçeneğine yönelmesi, daha şiddetli bir sınıf mücadelesi devresinin prelüdünü oluşturuyor sadece. Kapitalist krizin yarattığı muazzam belirsizlik içerisinde dün “gerçekçi” görünen mutedil çözümlerin hiçbir kesinliği yok artık. AB ve euro içerisinde kalarak bir “sosyal Avrupa” gerçekleştirmek Avrokomünist solun naftalinli bir hayali sadece (bu arada Drahmi’yi seçmiş bağımsız ve üretken bir Yunanistan da bir tür sol yurtseverliğin sayıklamalarından ibaret elbette). Geçmişteki tüm kesinlik ve alışkanlıkların hızla tuzla buz olduğu belirsizliklerle dolu yeni bir dünya şekilleniyor. Hobsbawm’ın tabiriyle “tuhaf zamanlara” girerken avunabileceğimiz tek şey, “devrim” denilen tarihsel olgunun geçmiş güzel günlerin bir yadigârı olmaktan çıkmaya başlaması.
yazarın tüm yazıları:
iktibasYunanistan’da sol hükümet: sonuçlar ve olasılıklar – Foti Benlisoy – yeniyol
"Bu Memleket Bizim" yayınlarını izleyin