Evli ya da evli olmayan çiftlerin cinsel ilişkisi sonucu bir döllenme olduğu durumlarda, gebeliğe son verilmeden önce arzu edilen tabii ki tarafların birlikte bir uzlaşıya varmalarıdır.
Ancak önümüzdeki soru, tarafların anlaşamadıkları durumlarda ne olacağı ile ilgilidir. Daha da spesifik olmak gerekirse, kürtaj olmak için evli olan erkek eşin rızası aranması söz konu olduğunda ise, önümüzde olan soru çocuk doğurmak istemeyen kadının (acil durumlar dışında ve yasal süre olan ilk 10 hafta içerisinde) evli olduğu kişinin çocuk sahibi olmak istediği durumlarda çocuk sahibi olmakla yükümlü olup olmadığıdır.
Kuzey Kıbrıs’ta hamileliğin sona erdirilmesi, Ceza Yasası’nın 169. Maddesince düzenlenmektedir. Hamileliğin sona erdirilmesine, yasada belirtilen durumlar dışında, hamileliğin ilk on haftasında izin verilmektedir. Rıza koşulu, kadının medeni duru ve yaşına göre değişmektedir. Evli kadınlar söz konusu olduğunda, kürtaj için kocanın rızası gerekmektedir. Evli olmayan ve 18 yaş üzeri kadınlarında, kadının kendi rızası kürtaj için yeterli sayılmaktadır. Evli olmayan ve yaşı 18’in altında olan genç kadınlarda, ebeveynlerin veya vasilerin rızası gerekmektedir.
Yasa dikkatlice incelendiğinde, göze çarpan konu, kürtaj olmak isteyen bir kadının, evli olduğu durumda (acil durumlar dışında ve yasal süre olan ilk 10 hafta içerisinde) evli olduğu kişinin çocuk sahibi olmak istediği durumlarda, kendisi çocuk doğurmak istemezse eşinin rızası olmadığı sürece çocuk sahibi olmakla yükümlü olduğudur.
Mevcut olan bu yasal düzenleme, yani evli olan eşin rızasının aranması, birçok konuda sıkıntılıdır.
Öncelikle böyle bir düzenleme evli olan kadınlar ve evli olmayan kadınlar arasında ayrımcılık yapmaktadır. Şöyle ki, evli olmayan kadında partnerin rızası aranmazken evli olan kadında aranmaktadır. Bu da, bir diğer yandan, erkek partnerin çocuk bakımındaki rolünü evlilik kurumunun içine hapsederek, evlilik dışı dünyaya gelen çocuklara ilişkin babanın sorumluluğu olmadığına dair yanlış kanıyı sürdürmektedir.
Bu yasal düzenlemenin sıkıntılı olduğu diğer bir nokta doktor-hasta arasındaki gizlilik ilkesini ihlal etmesidir. Doktor bu ilkeye göre, kadının hamilelik durumunu dahi, kadının rızası olmadıkça konuyla ilgili hiç kimseye açıklama yapmamalıdır. Bireyin medeni durumu da hiçbir şekilde bu ilkeye bir istisna teşkil edecek bir durum olmamalıdır.
Bunların yanısıra, özellikle bahsedilen zaman sarfında (ilk 10 hafta içerisinde) döllenmiş yumurta bebek değil cenindir ve kadın vücudunun bir parçasını teşkil etmektedir. Böyle bir durumda, reşit bir bireyin kendi vücudu ile ilgili bir konunun başka bir kişinin kararına bağlı olması sakıncalıdır.
Ayrıca, coğrafyamızda, evlilik içi tecavüz hale daha bir suç teşkil etmemektedir. Böyle bir yasal yükümlülük çerçevesinde, evlilik içi tecavüzden sonuçlanan gebeliklerde ise eşin rızasının aranması kadının çifte mağduriyetine fırsat sağlayacak niteliktedir.
Kaldı ki, anne olma gibi olmama da kadının hakkıdır. Evlilik birlikteliği içerisinde alınacak herhangi bir karar gibi anlaşılamadığında çiftler boşanabilir, istekleri doğrultusunda başka birliktelikler yapabilirler. Ancak bir evlilik birlikteliği içerisinde kadın bedeni üzerinden, kadına rağmen erkeğin isteklerini gerçekleştirmesi, yasaların buna izin vermesi, kabul edilemezdir.
Yukarıdakiler ışığında, tekrardan yenilemek gerekirse, sağlıklı bir birliktelikte arzu edilen, çocuk sahibi olma kararını partnerlerin birlikte vermesidir. Fakat yasal düzenlemenin şu anki hali kadının evlenince kişisel bilgilerinin korunması ve kendi bedeni hakkında karar verme hakkından feragat ettiği yada böyle bir konuda ehiliyetsiz olduğu dayatmasıdır. Bu yasanın aslında en basit dille yaptığı ve karşı olunan şey bir evlilik içerisinde, kadın çocuk sahibi olmak istemediği ve partnerinin istediği bir durumda kadının sözü es geçilerek erkeğin sözünün daha geçerli kılınmasıdır.