arşivUlus IrkadKeşke bir Tevfik Fikretimiz veya Velestinli Rigasımız olsaydı-8- Ulus Irkad
yazarın tüm yazıları:

Keşke bir Tevfik Fikretimiz veya Velestinli Rigasımız olsaydı-8- Ulus Irkad

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Fransız İhtilali’nden etkilenen aydınlar arasında Osmanlı egemenliği altında yaşayan halkların aydınlarının da olduğunu biliyoruz. O dönemi anlamak için halklar arasındaki ilişkileri  ve kültür durumlarını da bilmemiz gerekmektedir. Demir Küçükaydın Fransız İhtilali dönemindeki  şartları “Dedemin Adının ve Anılarının Peşindeki Arayışlar” adlı makalesinde şöyle anlatmaktadır:

“Zayıf da olsa, Osmanlı’da da, demokratik bir ulusçuluğu  savunan bir damar vardı. Demokratik bir ulusçuluk, yani Büyük Fransız ve Amerikan devrimlerinin ulusçuluğu, ulusu bir dille, dinle, soyla, tarihle tanımlamayan, hatta aksine böyle tanımlamaya karşı tanımlayan ulusçuluk… Bu damar birkaç örnekle gösterilebilir.

Örneğin, Velensinli Rigas, şimdi sanılanın ya da Helen ulusçularının görmek ve göstermek istediklerinin aksine, bir Yunan ya da Helen ulusçusu değildi, Osmanlı topraklarında tüm halkların bir arada yaşayacağı, Fransız devriminin ideallerine uygun, demokratik ve meşruti bir cumhuriyeti savunuyordu. Demokratik bir ulusçuluğu savunan bir Osmanlı idi, bir Yunan veya Helen devleti idealini değil; Osmanlı topraklarında demokratik bir Anayasal rejim idealini savunuyordu.

O zamanlar Selanik nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan  Yahudiler ve bu Yahudilerin ezici çoğunluğunu oluşturduğu, binlerce üyeli sendikalar kuran, gösteriler yapan Selanikli İşçiler, Türk ya da Yahudi milliyetçisi değillerdi. Bütün işçileri birleştirmeyi hedefliyorlar birkaç dilde yayınlar yapıyorlardı.

Dikran Zevan bir Ermeni milliyetçisi değildi. “Biz ‘Ermeni Milleti’ adına konuşmak istemiyoruz, çünkü bizim için halkları ayıran ırklar ya da diller değildir, sınıflar, toplumsal, ekonomik ve siyasal kategorilerdir. Ermeniler ve Türkler yoktur; sadece ezenler ve ezilenler, sömürenler ve sömürülenler vardır. (. . . ) Gerçek bir bağlaşma ancak Türk halkıyla yapılabilir.” diye yazıyordu örneğin.

Tevfik Fikret bir Türk milliyetçisi değildi. “Vatanım ruy-i Zemin, Milletim Nev-i Beşer” diyor ve Abdülhamit’e suikast düzenleyen Ermeni devrimcinin başarısız kalmasına lanet eden, “Bir Lahza i Tahattur” (Bir Anlık Gecikme) başlıklı şiirler yazıyordu.

Oldukça milliyetçi olan Taşnak partisinin, örneğin 1908’den sonra yazdığı bildirilerinde bile şöyle yansıyordu bu eğilimin ve damarın etkileri:

“‘Biz’ derken Daşnak ya da diğer Ermeni devrimci partilerini değil, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan ve müstebit hükümetin yıkıcılığına, yağmacılığına ve baskıcılığına uğrayan herkesi, bütün Osmanlıları, yani bütün Türkleri, Ermenileri, Arnavutları, Arapları, Rumları, Süryanileri kastettiğimiz anlaşılmalı. (…) Yoksulları soyanların hepsi, özgürlük ve eşitliğe karşı koyanlar, ister Ermeni olsunlar, ister Türk, Arap, Süryani, Arnavut ya da Rum, bizim hasmımız ve düşmanlarımızdır, öyle de kalacaklardır. (…) Biz özgürlüğüz, bilgiyiz, eşitliğiz, yasayız. (…). Biz işçileriz, biz ülkemizin lanetlileriyiz, alevleri yükseltenleriz, ülkemizdeki yenilikçileriz biz. ” (Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik, Derleyenler Mete Tunçay-Erik Jan Zürcher, İletişim Yayınları, 1995, s. 190)

Yani yaşanan tarih yaşanması zorunlu bir tarih değildi. Pekâlâ, bu demokratik ulusçuluğa dayanan, demokratik ve humanist damar da üstün gelebilirdi. O zaman, bu gün her biri ayrı bir ulus olmuş olan farklı diller konuşan halklar, İsviçre’de olduğu gibi, aynı demokratik cumhuriyet veya ulusun yurttaşları olarak yaşayabilirlerdi.

O zaman tarih bu günkü tarihten başka, Türklerin, Yunanlıların, Bulgarların, Makedonların, Arnavutların, Ermenilerin tarihi olarak değil, tarihi böyle anlatmaya karşı verilen mücadele ve zaferlerin tarihi olarak yazılacak ve Manaki Kardeşler belki bu tarih içinde, demokratik bir sinemanın günlük hayata dikkati çeken ilk öncüleri olarak anılacaklardı”.

Dr Herkül Milas Toplumsal Tarih (Sayı 151, Temmuz 2006) Dergisinde Rigas için şunları yazıyordu:

“Rigas, 1757 yılında Tesalya’nın Velestino Köyü’nde  doğmuş, Türkçe dilbilgisi kurallarına göre ‘li’ ekiyle oluşan “Velestinli” ismini almıştı. Antik Pheral kenti de aynı yörede olduğundan, ölümünden sonra Yunanlı aydınlar tarafından, “Feraios” ismi ona daha uygun görülmüş ve Rigas Fereos adıyla da anılmıştır.

Rigas’ın doğduğu Velestino Köyü’nde Arnavutlar ve Ulahlar da yaşıyordu. Bu yüzden, Stavrianos’un yazdığına göre, Yunanlılardan başka günümüzde Arnavutlarla Romenler de Rigas’ı “Kendilerinden” sayarlar (Stavrianos 1964).

Rigas’ın köyünde yaygın olan inanca göre, Velestinli’nin babası tarla ve han sahibi zengin bir köylüydü. Kesin olan, oğlunun öğrenimi için çaba harcamış olduğudur. Rigas önce köyünde, muhtemelen bir köy papazından okuma yazma öğrendikten sonra, ilk öğrenimini Tesalya’da, o yıllarda önemli bir ekonomik ve kültürel merkez olarak gelişen Pilio’nun Zagora Köyü’nde okumuş olmalıdır. Henüz gençlik çağındayken 1769-1774 yıllarının karışık ve acılı günlerine yakından tanık olan Rigas, o yıllarda başka gençlerin de yaptığı gibi okumak, çalışmak ve daha iyi bir yaşam sağlamak için İstanbul’a gitmişti.

İstanbul’da bir süre özel öğretmenlik yapmış, ticaretle ilgilenmiş ve nihayet 1782 yılında, Yunan İhtilali’nin tanınmış liderlerinden olan Aleksandros ve Dimitrios Hypsilantilerin büyük babası Aliksandros Hypsilantis’in yanında sekreter olarak çalışmıştı. A. Hypsilantis, 1774-1781 yıllarında Eflak’ta voyvoda olarak bulunmuş soylu bir Fenerli ailenin tanınmış ve bir saygın üyesiydi. Bu yıllarda Rigas öğrenimini sürdürmüş,birçok yabancı dil öğrenmiş (Yunanca, Fransızca, Türkçe, Arapça, İtalyanca ve Almanca konuşurdu) ve Batı kültürüyle tanışmıştı.

1786-1790 yıllarında Rigas’ın bir süre Eflak’ta yerel bir bey olan Brancoveanu’nun, sonra ise Eflak Beyi Nikolaos Maurogenis’in yanında çalıştığını biliyoruz; artık devlet yönetimiyle ilişkili “Fenerliler”in çevresinde bulunacak ve katip olarak çalışacaktır.

Maurogenis hesabına, bir süre Osmanlı ordusunun iaşesi görevini de üstlenmişti. Kaymakamlık yaptığı da öyküsü ile ilgili söylentiler arasındadır. Bu yıllarda, sonradan “Marş Şiiri”nde anacağı ve o zamanlar Budin Paşası olan Pazvantoğlu ile tanışmış olduğu söylentisi de vardır.

Otuz yaşlarına geldiğinde Rigas’ın cemaat içinde saygın bir yeri vardı. Fenerli “soylular” ve Eflak-Boğdan’ın  ileri gelenleri arasında hem ekonomik konumu hem de kültürel düzeyi yüzünden tanınmış bir kişi haline gelmiş ve bu çevrelerin beğenisini kazanmıştı. Eflak’ta mal mülk sahibi olduğu da sanılmaktadır. Romen tarihçilerinin araştırmaları, kesin olmamakla birlikte Rigas’ın, Kosti adındaki kardeşinin ve annesinin de Eflak’ta onun yanında olduğunu, Voyvoda Mikhail Soutos ile ilişkisi olduğunu, büyük bir çiftliğin sahibi olduğunu ve Fransız Konsolosluğu’nda tercümanlık yaptığını ortaya koymuştur.

Avusturya-Rusya ordusu Bükreş’e girdiğinde (Ekim 1790), Rigas, bu kentte kalır. 1790 yılında Baron Langelfeld’in hizmetinde çevirmen ve sekreterdir; haziran ayında Viyana’ya gider ve Ocak 1791 tarihine kadar, altı ay orada kalır. Bu kısa süre içinde iki kitap yayımlar. Birincisi Duyarlı Aşıkların Okulu, İkincisi ise Bilgisever Hellenler için Fizik Derlemesi’dir.

İlk kitap, gerçekçi akımın öncülerinden sayılan Retif dela Bretonne’un Fransızca’dan çevrilmiş altı öyküsünü içeriyordu. Parisli kadınların serbest yaşamlarını konu alan kitapta Fenerlilerin şarkılarından dizelere de yer vermişti. Zamanın Fransız edebiyatına örnek ouşturan bu kısa öyküler yaşam sevincini, özgür aşkı, liberal yaşama biçimini dile getiriyor, püriten anlayışa karşı çıkıyordu. İkinci kitap, Fransız ve Alman bilim adamlarının kaleme almış olduğu ve halk dilince yazılmış bir astronomi ve  fizik kitabıydı. Bu kitapta Fransız Ansiklopedistleri’nin anlayışı egemendi. Rigas’ın sonraları sık sık anımsatılacak ünlü “Özgür düşünen iyi düşünür” tümcesi de bu kitaptadır. Önsözde, amacın “peşin yargılara ve hurafelere son vermek” olduğunu okuyoruz. Kitabın son sayfasında, “Yakında Montesqieu’nun “Yasaların Ruhu”nu da yayımlayacağını, çevirisinin yarı yarıya tamamlanmış olduğunu okuyoruz, ancak bu kitap Rigas tarafından hiçbir zaman yayımlanmayacaktı.

Viyana ve genel olarak Avusturya , söz konusu dönemde Hellenler için çok önemli bir ülkeydi, çok sayıda zengin iş adamını da içeren 400 bin kişilik bir Hellen cemaati burada yaşıyordu.

1790 yılında Viyana’daki bu cemaat hem Osmanlı Devleti’ne karşı çıkan tutucu Rusya’dan, hem de “halkların özgürlüğünü” savunan “tiran düşmanı” Fransa’dan yana  politik eğilimler sergiliyordu. Örneğin 1788’de (Rus yanlısı) Lampros Katsonis Trieste’ye geldiğinde, bu cemaatı Katsonis’in küçük filosunu kendi parasıyla donatacak; 1791’de  Poulios kardeşler Ephimeris gazetesinde Fransız Devrimi yandaşı yazılar yazacak ve Avusturya sansürünün ve polisinin dikkatini çekecekti.

Rigas, bu cemaat içinde en faal ve politik açıdan en bilinçli olan kişilerle ilişkiler kuracaktı. Poulios kardeşlerle tanıştığı bilinmektedir.Ephimeris’in yayımlanması için yapılan hazırlık çalışmalarına katılmış olması da olasıdır. Avusturya ve Rusya’nın Osmanlı  Devleti ile yaptığı barış antlaşmaları sonucunda (4 Ağustos 1791’de Ziştov, 9 Ocak 1791’de Yaş), Hellen dünyasının “kurtuluş” umutları Fransızların vaatlerine yönelecekti. Fransa’dan gelmekte olan “Liberte, Egalite, Fraternite” sloganları ve Napolyon adındaki komutanın “tiranlı hükümetleri” (müstebit hükümetleri) yıkma eylemleri Avrupalı liberal güçler arasında heyecan yaratacaktı”.

Not: Yukarıdaki yazı, Demir Küçükaydın’ın “Dedemin Adının ve Anılarının Peşindeki Arayışlar” adlı makalesi ile Herkül Milas’ın “Velestinli Rigas” adlı Toplumsal Tarih Dergisi’nde yayımlanan makalelerinden yararlanılarak hazırlanmıştır.

 

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin