“Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya satılıktır ya da kiralıktır.”
Yukarıda alıntılanan görüş sahibi tarafından sahiplenilmeyip, suçu oğlunun üzerine atması; alt düşünmelerde yatan anlayışın bu olmadığı hali değildir.
Kadın; kimi zamanlarda açıktan, kimi zamanlarda örtülü ve kimi zaman da güzellemeler sıralayıp “ama” ayraç kelimesiyle ötelenen, ötekileştirilen kimliğiyle en hayasız saldırılar altında bulunmaktadır.
Bu saldırıların tümünde de ortak payda kadına yönelik söylemde erkek kimliğinin olmasıdır. Erkek egemen dil olan bu söylem kadını, kadın kimliğini tariflerken; erkek kimliğinin egemen halinin devam etmesi, güçlenmesi üzerinden yapılması ve kadını, erkek kimliğine güç aktarma kayışı olarak görmesi halidir.
Kadına egemen kılınan ve devam ettirilmeye çalışılan, soframızdaki yeri erkeklerden sonra gelen bu hal şüphesiz ki bugünün sorunu olarak ortaya çıkmamıştır.
İlk işbölümüne koşut olarak ötekileşmeye başlatılan kadın, üretim biçimlerine koşut olarak bu hallerine toplumsal karakter katılarak/işlenilerek süreğenlik sağlanmaya çalışılmıştır.
Bugün kadın sorununun öne çıkması, onun ekonominin en ucuz kaynağı olması vb. dolayısı ile kapitalizm aynı zamanda erkek egemen kültürünün mezar kazıcılarının sürekli yaratıcısı olmasını da beraberinde getirmiş olmaktadır.
Kapitalizm nasıl ki, modern mülksüzleşmenin yaratıcısı olarak kendi karşıtını kendisinin ayrılmaz bar parçası olarak kendinde, kendisinde taşıyorsa; aynı şekilde kendiside egemenlik halinin devamını yaşayan erkek egemen dilinin, kadın işgücünün üretim sisteminin parçası olarak var olması sistemin bunu kendisinin bir zorunluluğu olarak görmesi, erkek egemen dilinin yok edicileri olarak sistemin taşıyıcı karakterini kendisinden ayıramaz konumdadır.
Yukarıda alıntıladığım tırnak içindeki cümleler; insanlık onuru kavramından ne kadar uzak olduğunu gösteren bir dil olması yanı sıra, dünyada sorun sıralamasında devamlı yer bulan “kürtaj” meselesiyle, kadınlar bir kaz daha erkek egemen dilinin hayasızca saldırılarına uğramaktadırlar.
Bugün, gerek başbakan Erdoğan ve gerekse de Diyanet İşleri Başkanı tarafından kullanılan dil kadını kendisinden de ötekileştirmektedir. Onların bu dili, kadın sorununa yoğun bir görünürlülük sağlamışken kendilerini kadının dili olarak farklılaştırıp toplumda güç odağı olmak zorunluluğunu da beraberinde getirmiştir.
Kadını erkeğin diliyle anlatan söylemi toplumsal ve hukuksal meşruiyetin dışına atmayı kendisine öncelik olarak getirmeli. Kendi dilini mülkiyetsizlik dili ile içselleştirip, aynı zamanda gelecekteki üretim biçiminde dağıtım, paylaşım ve üretimin bu dille en iyi yürüyeceğini topluma taşımalıdır.
Yukarıda ki alıntı, erkek kimliğinden bir birey olarak boynuma asılmış bir suç yaftası bana utanç vermektedir.
Özür diliyorum.