“Kapitalizmin eşitsiz gelişim yasası”nın kendisini bir kez daha görünür hale getirdiği bir süreçten geçiyoruz.
Üzerinde güneşin batmadığı bir imparatorluktan, sınırları belirgin bir hale gelen devlete dönüşen Britanya imparatorluğu nasıl ki İngiltere devletine dönüştüyse, bugünde ABD devleti dünya ticareti-ekonomisi ve siyasetinde ki hükümranlığını kaybetme sürecine girmiş bulunmaktadır.
Egemenlerin genel karakteri olan, kaybetme sürecine girerken; kaybetmeden kurtulma çabası stratejik şeyleri ve yerleri ellerinde tutma/koruma noktasında yoğunlaşıyorsa ki, İngiltere’nin Fransa ve İsrail’le birlikte Süveyş Kanalını işgal etmeleri ve ABD’nin baskıları sonucu bu işgali kaldırmak zorunda kalmaları ile İngiltere devletinin küresel stratejik üstünlüğü bitişinin noktalanmış hali olurken; ABD’de küresel egemenlik halinin yitiminin ilanı noktasına yolculuğa çıkmış bulunmaktadır.
ABD; ikinci paylaşım savaşının sonu ile birlikte Almanya ve Japonya’da ki askeri ve siyasi egemenliği ile Avrupa ve uzak Asya’da temel güç odakları oluşturduysa, Amerika Kıtasının diğer devletlerine kendi arka bahçesi muamelesi yaparak gücünü askeri ve siyasi olarak küresel karakter kazandırdıysa, ekonomisini de bunlarla paralel olarak tahakkümcü konumuna getirmişti.
Hala, bilimsel gelişmelerin ve teknolojik buluşların toplandığı yer olan ABD; eşitsiz gelişimden kendisini kurtaramayacağını görerek, gelecek arayışlarına hız katmış bulunmaktadır.
Küresel askeri gücün gerekliliği olarak gördüğü askeri örgütlenmelerini ve gücünü kendine stratejik olan noktalara yığması, bu yapıya büyük bir hantallık getirdiği gibi, devasa harcamalara da neden olmaktaydı. Savaştığı yerlerden hızla çıkmaya çalışarak, asker bulundurma harcamalarını azaltmaya çalışırken; aynı zamanda askerlerini geri çekmesinin sonucu olarak da askeri-işgalci konumundan kendisini uzaklaştırmaya çalışmaktadır.
Bunun planlamaları ve gereklerini yaparken, askeri güç kaynağını mobil örgütlenme ve ileri teknolojik silahlarla donatma ile etkinliğinden kaybetmeme şeklindeki düzenlemesini de harekete geçirmeye çalışmaktadır.
1.paylaşım savaşı döneminde kapitalizm devletlerinin boğmayı beceremedikleri Sovyet Cumhuriyetini kapitalist sisteme alternatif odak olması ve akabinde de Çin ve diğer bazı ülkelerin kapitalizm çemberinden kurtulmaları, kapitalizmin alanını daralttığı gibi kapitalizmin pazarı anlamında da önemli bir daralmayı beraberinde getirmiştir.
Siyasal sistem olarak anti-kapitalizm esas olarak devlet karakteri olmaktan ve dünyada alternatif odak olarak çıkmalarından sonra; kapitalizmin eşitsiz gelişme yasası çok daha geniş bir alanda kendisini gösterme imkanlarını yakalamış bulunmaktadır.
Başta Çin olmak üzere, işgücü ucuzluğunun yoğun olduğu ülkelere kayan global sermayeler ve burada yoğunlaşmaya başlayan teknolojik birikim ve sermaye yoğunlaşmaları.
Gelişiyor olan ülkeler ve ekonomiler bazında bu tür yerler hem nüfus yoğunluğuna hem de siyasal sınırların geniş olduğu bir alana sahip durumdalar.
Kapitalizmin egemeni olan ABD, bu yeni alana ekonomik ve siyasi egemenliğini taşımayı kendisi için bir zorunluluk olarak fark etmekte, küresel üstünlüğüne devam imkanlarını aramaktadır.
Yeşil kuşak döneminden kalan Afganistan sorununu, sorunlarla yaşanabilir noktada tutmayı hedeflerken; bu ülkelerin yer altı zenginliklerinin ekonomiye katılması ve bunun da kendi kontrolünde olması aşamasına geçmenin arafesindedir.
Hızlı bir ekonomik büyüme içerisinde olan Hindistan’ın, bitişik komşusu olan Pakistan; boynuna takılan Afganistan zincirinden kurtulması noktasında kapitalizm ilişkilerinin gelişmesi. Bunlarda da egemen olacak olanı ABD kapitalizmi ve siyaseti.
Tüketme ve üretmenin en geniş alan ve imkanları olan Asya ve Pasifik bölgesi, dünya ekonomisi ve siyasetinin ağırlık merkezi sürecindeyken; ABD bu merkezde kendisini belirleyici konuma getirme kararlılığının gereklerini hızla yerine getirmeye çalışmaktadır.
ll.paylaşım savaşından sonra, silahlı kuvvetler örgütlenmesi yasaklanan Japonya’ya bu örgütlenme yasağı kaldırılacağı gibi yaratılacak bu gücün teknolojik donanımı yüksek etki ve görev alanı Japonya dışına taşacak şekilde düzenlenecektir.
Ortadoğu enerji havzasını; başta Suudi Arabistan olmak üzere Mısır devleti aracılığı ile kendi ekseninde stabil tutarak, buradan elde ettiği çıkar toplamları ile Asya-Pasifik ekseninde belirleyici odak olmaya çalışacaktır.
Almanya’yı, operasyonal üs merkezi olarak var olan statünü devam ettirirken; Almanya ve Fransa başta olmak üzere AB “devleti”ni silahlı güç odağı haline getirilmesini sağlamaya çalışacaktır.
Bu kapsamda da Türkiye ABD planlamasında stratejik değerdedir.
Türkiye silahlı kuvvetlerini AB “devleti”nin yapısal gövdesi haline getirmek, enerji nakli ve güvenliği konusunda önemli bir aktör olarak konumlandırmak, bölgenin askeri ve siyasi güç odağı haline getirmek. Diğer bir konumlandırma da; “Afganistan’da askerlerimizi en son biz çekeriz” diyen başbakanın anlatımında ifadesini bulan Afganistan ve Pakistan’da Türkiye’yi partner güç olarak görmek, Türk-i Cumhuriyetler üzerinde siyasal etkinlik sağlamasına teşvikte bulunmak.
Toparlayacak olursak:
Yeni dönemin kapitalizm pazar gücü Asya-Pasifik bölgesidir.
ABD küresel tanzimini yeniden yaparken NATO ve AB’liği aracılığı ile kimi yüklerini başta Almanya olmak üzere Fransa’ya aktarmaktadır.
Japonya, yeni silahlı güç olarak yasaklardan arındırılarak yapılandırılacaktır.
Ortadoğu ve Afrika politikalarında Türkiye NATO içerisinde önemli bir güç odağı haline getirilecek, Asya kıtası topraklarında ise var olan etkinlik alanlarına askeri, siyasi ve ekonomik yükseltmeler yapılarak ABD’nin bu bölgede de önemli bir müttefiki olma yolu açılacaktır.
Bu tespitleri yaparken olgunun diğer yüzünü de görmek gerekir.
Asya toprakları binlerce yıllık geleneklerden gelen devlet olma hallerinin var olduğu bir kıtadır.
Her ne kadar çökmüş olsalar da geçmiş halleri, anti-kapitalist üretim ve siyaset etkinliğinin güçlü olduğu büyük bir toprak parçasıdır.
Anti-kapitalist ve anti sömürgeci mücadelesi Asya kara parçasında köklü bir geleneğe sahiptir.
Ayrıca:
Bu yeni süreçte; Rusya-Çin merkezli müşterek odaklar kurulabileceği gibi, birbirine paralel yeni odaklarda oluşabileceklerdir. İran’ı bu yeni süreçte ittifakların potansiyel aktörü olarak görmemek siyaseten hafiflik olacaktır.
Hindistan yine bu dönemin önemli aktörlerinden biri olacaktır.
Asya-Pasifikte ABD yeni bir oyunla kartların dağılımını kendisi yapmak istemektedir.