.Yeniçağyeniçağ güncelAB politikaları ve Kıbrıs
yazarın tüm yazıları:

AB politikaları ve Kıbrıs

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

AB politikaları kurumlarıyla yapılır ve uygulanır

AB üstünde devletlerin tanımlanmış yetkiler içinde kurulu organlarıyla ve altında ve ayni zamanda hukukuna göre üstünde AB kurumları vardır. AB devletler birliği olarak üç sütun üstüne oturtulmuştur. Bu üç sütun AB anayasasına göre tanımlanmıştır ve zaman içinde hukukuna uygun olarak oluşturulacaktır. İkinci sütun ortak dış politika ve güvenlik politikası sütunudur. Birincisi Avrupa toplulukları ve üçüncü sütun adalet ve içişleri alanında işbirliği sütunudur. Buradan da ikinci sütunun ne olduğu anlaşılmaktadır. Ancak en az gelişme orada yaşanmıştır.

Kuruluşun bir aşamasında “AB’nin dünya işlerinde kendi ağırlığını layıkıyla koyabilmek için yeterli” olmadığına inanılmıştı ve tedricen gelişmesine gerek duyulduğu saptandı. “Üye devletlerin kendi egemenlik yetkilerini elde tutmak konusunda son derece dikkatli oldukları” gerekçesiyle zamana bağlandı. Daha da tamamlanmadı ama gün be gün kararlarla politikalar saptanıp uygulanmaktadır.

Bu demek değildir ki AB’nin dış politikası yoktur. Tam tersine AB dış politikasının eksikliğini saptadığı için sürekli açığını kapatma çalışması içindedir. Büyük bir ekonomik ve askeri güç olarak potansiyelini kullanmasının şart olduğunu düşünmektedir. Üye devletlerin kendi ulusal egemenlik yetkilerini elde tutmak konusunda son derece dikkatli oldukları bir alan diye nitelenen dış politika ve savunma için tek politika hedefi engeldir ama devletler arasında işbirliği ile kararlar alınmaktadır mamafih bu arada bağımsız olarak bir dizi araç ortaya çıkmıştır; bu husus Amsterdam antlaşmasında yer bulmuş bir hukuki çerçeve kazanmıştır. Amaç AB antlaşmasında, 1. AB’nin ortak değerlerini, temel çıkarlarını korumak; 2. AB’nin ve onun üye devletlerinin güvenliğini güçlendirmek; 3. BM anayasasında konulan ilkelere ve 1994 yılında AGİT içinde somutlaştırılmış olan 1975 Helsinki Nihai senedi ve 1990 Paris şartı’nın ilkeleri ve amaçlarına uygun olarak, dünya barışını sağlamak ve uluslararası güvenliği arttırmak; 4. Uluslararası işbirliğini geliştirmek; ve 5. demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü geliştirmek ve insan haklarını ve temel özgürlükleri korumak; olarak yasalaştırılmıştır.

AB üye devletleri ve sahası bu ilkelere göre dış ve savunma politikaları uygulamak ve dayanışmak için çaba sarf etmeli ve alınmış kararları ilkeler çevresinde uygulamalıdır. Örneğin Kıbrıs üye olması kararlaştırılmış ve yürürlüğü sadece törene kalmış olduğu zamanda Annan planı referanduma sunulmuştu; öyleyse AB’nin Kıbrıs sorunu çözülmeden Kıbrıs üye olamaz kararını Kıbrıs çözüm için gerekeni yaparsa çözüm olmasa da üye yaparız şeklinde değiştirdiği zamandan sonra da ilgili politikalarını Kıbrıs’ın desteklemesi üyelik sorumluluğu idi ve diğer üye devletler de aynen uygulamalıydı.

 

Kıbrıs sorunu ve AB dış politikaları

Bu apaçık bir yükümlülüktür. Hala da durum değişmemiştir. Kıbrıs AB dış politikasına uymak ve Kıbrıs sorunuyla ilgili politikasını desteklemek zorundadır. Referandum hakkına saygılı olmak durumu değiştirmez. Kıbrıs Annan planını reddetmiş ama Kıbrıs’ın üye olduğu zamanda yürürlükte olan AB Kıbrıs politikası değişmemiş dahası tarafların BM gözetimindeki varılan mutabakatlardan AB belgelerine de yansıyan noktalar vardır ve yürürlüktedir. Kıbrıs bunu anlamalı ve iyi bir üye olmaktan kaçınmamalıdır. Üstelik Kıbrıs bir AB ülkesidir ve sorun AB içi bir sorun olmuştur. Onun için yukarda belirttiğim temel ilkeleri çerçevesinde çözüm bulmak için ayrıca yükümlülük almıştır.

Bundan kaçınmak ve AB politikalarına zarar veren başka politikalara sarılmak AB’ye ihanettir. O nedenledir ki AB ülkeleri Kıbrıs’tan memnun değildir. Bunu da saklamamaktadır. Ancak yukarda da yazdığım zaaf yani üye devletlerin egemenlik haklarını ellerinde tutmak konusunda son derece dikkatli olmaları ona karşı hareket edilmesine izin vermemektedir. Gene de Kıbrıs gibi milliyetçilikten hastalıklı ülkeler onu kendi başka çıkarları için tepe tepe utanmadan kullanmaktadırlar.

Helsinki nihai senedi gibi değerli belgelerdeki ilkelere dayanarak Kıbrıs isterse Kıbrıs sorununu daha derinden ele aldırıp bir AB dış politikası haline getirebilir. Lakin sonucundan korkmamak gereklidir. Kıbrıs bilmektedir ki dış yardım olmadan Türkiye’yi bir yeniden birleşmeye razı etmek onun için Kıbrıs’ı terk etmek anlamında olacağından mümkün değildir. Yani buna mecburdur amma korkmaktadır. Çünkü iyi görünmek amacıyla kabul etmek istemediği noktaya gitmiştir. Şimdi de oranın dayatılmasından korkmaktadır. Halkını öyle bir anlaşmaya hazırlamaktan uzak durmuştur.

Emperyalist bir güç olarak AB’yi tanımlayan AKEL onun içinde hükümet etmektedir ve AB’nin emperyalist politikalarını desteklemek için yükümlülük almıştır. Hatta o emperyalist güçten medet ummaktadır. Elbette emperyalist güç emperyal politikalarını yürütmek için ülkelerinin rızasını almak zorundadır. Kıbrıs ta ki onları başka ülke üyelerle beraber değiştirecek ya da desteklemek zorunda kalacaktır. AKEL AB üyeliğini desteklemeye karar verdiğinde AB’ye inandığı için değil siyasi yani Kıbrıs orunu nedeniyle onayladığı açıklamıştı. Bugünkü durumu ise bu onayından pişman olmuş görünmektedir de bir türlü ifade etmemektedir. Yeni anayasaya göre artık birlikten çekilme hakkı da vardır. Onu da dile getirmemektedir.

Diğer Rum partilerinin durumu daha da acıklıdır. Hele EVROKO’nun hali içler acısıdır. Hem AB’den yardım isterler hem de onun isteklerine yaklaşmazlar. Hiç değilse AB ile sıkı dayanışmaya gitmek ve ilgili konuları da masaya yatırıp daha somut bir AB Kıbrıs politikası tasarlamak için harekete geçmemektedirler.

Kendimizi bir AB üyesi devletin yerine koyup düşünsek onlar gibi aman elimizi ateşe sokmayalım diyecek değil miyiz?

BAB, NATO, AGİT ve Filistin sorunları gibi birçok sorun Kıbrıs’la ilgilidir onlarla ilgili olarak AB üye devletleri ve AB organlarında işbirliği ihtiyacı vardır. Onun için Kıbrıs politikasını da oralarda ileri götürmek olasıdır ve gereklidir. BAB yani Batı Avrupa Birliği adındaki savunma düzeni Barış İçin İşbirliği adını aldı ve yabancı ülkelerdeki sorunlara müdahale olanağı verecek diye düşünüldü. Lakin NATO olanakları kullanılmazsa çok pahalı tesisler gerekeceği için sorun ortaya çıktı. Koca bir zengin ülke topluluğu felç kaldı çünkü Türkiye Kıbrıs’ın üyeliğini veto etti. (iyi ki öyle oldu) Ancak Kıbrıs ille de üye olmak isterdi. Yani Kıbrıs’ın Türkiye ile ilişkisini düzeltmek bir AB politikasıdır. Bunun gibi birçok başka nedenlerle AB Kıbrıs’tan Türkiye ile ilişkilerini düzeltmesini ister. Bundan yararlanmak Kıbrıs dışişlerini başlıca çabası olmak zorundadır ama onun yerine Türkiye’ye bir şey dayatmak arzusu ile tam tersi yapılmaya çalışılmaktadır.

Kıbrıs ne yazık ki durumunu anlamamakta veya anlamazlıktan gelmektedir. Sanırım her ikisi de doğrudur.

 

AB ve Kıbrıs’ın kuzeyi

Kuzeye gelince bizimkilerin işi tam tiyatrodur. Daha dün Eroğlu, bir daha gelişinizde inşallah bizi tanınmış bir devlet olarak görürsünüz diye Türkiyeli öğrencilere seslenebilmektedir! Bir de BM’den sesini yükseltmesini ve sorumluyu işaret etmesini istiyorlar!

Egemen Bağış Hıristofias’a “kumda oyna da ayağına çöp batmasın” dedi. Çünkü AB Kıbrıs’la dayanışmayı düşünmeden Türkiye ile ilişkileri onun vetosuna çarpmadan daha ileri götürme kararını aldı ve “pozitif gündem” ile Kıbrıs’ın dönem başkanlığını dolandı.

AB Eroğlu’nun gerçek niyetlerini bilmemiş olsa dün öğrenmiştir. Rum tarafının gerçek niyetlerini ve dönem başkanlığını nasıl kullanmak isteyeceğini de işitmiştir. Lakin Kıbrıs temsilcilerinin bulunduğu toplantılarda bu politikaları bir biri ardına ele almışlar, kararlaştırmışlar ve yürürlük programını da yapmışlardır. Komisyon onun gıyabında Pozitif Gündem saptamış değildir. Kıbrıs isteseydi örneğin Kuzey’de Türkiye’nin Kıbrıslı Türklerin nüfus yapının değiştirilmesini ve içişlerine karışılmasını masaya yatırabilirdi. Para politikasıyla ekonomisinin içinden çıkılmaz hale getirilmesini eleştirip AB müktesebatının askıya alınmasıdır. Lakin bu konudaki karar ile beraber mali yardım, yeşil hat ve doğrudan ticaret kararları alınmıştır (doğrudan ticaret Kıbrıs’ın vetosundan kaçınılması için durdurulmuştur). Demek ki askıya alınmasına rağmen Ada’mızın kuzey parçası da AB ülkesi sayılmış ve ilişkileri ileri götürme uygun bulunmuştur. Bunlar Türk tarafının onaylaması olmadan yürürlüğe giremezdi. Türk tarafı böylece AB kararlarını uygulamayı uygun bulmuştur. Kıbrıs bunu ileri götürüp daha başka kararlarını da uygulamasını saplayacak bir çerçeve hazırlanmasını isteyebilirdi. Kuzey’in de gümrük birliğine alınması için AB’nin bir karar vermesini ve Kuzey’inde bunu kararlaştırmasını isteyebilirdi.

Nitekim gümrük vergileri yasasında Kuzey AB malları için ayrı tarifeyi çoktan uygulamaya geçirmişti.

“Kıbrıs’ın onuncu protokolle üyeliği tamamlanırken Adanın tamamı AB’nin bir parçası. Ancak Kıbrıs Hükümetinin etkili bir kontrolünün olmadığı kuzey kesiminde AB mevzuatı 2003 Tarihli Kabul Anlaşmasının 10 no’lu Protokolü gereği askıya alındı. Bu da, bu alanların AB’nin gümrük ve mali bölgesi dışında olduğu anlamına geliyor. Bununla birlikte bu askıya alınma durumu Kıbrıslı Türklerin AB vatandaşı olarak kişisel haklarını etkilemiyor. Devlet kontrolünde olmayan alanlarda yaşasalar da bir Üye Devlet olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin vatandaşları konumundalar.” diyen AB daha önce de Kıbrıs’ın genel işler komitesinde üyeliği ile ilgili kararda AB şunu kararlaştırdı:

“Kıbrıs Türk toplumu, Avrupa Birliği’yle bir gelecek istediklerini açık bir şekilde ortaya koydular. Konsey Kıbrıs Türk toplumunun izolasyonuna bir son vermek ve Kıbrıs Türk toplumunun ekonomik olarak kalkınmasını destekleyerek Kıbrıs’ın yeniden birleşmesini kolaylaştırmak istemektedir. Konsey, Komisyonu bu amaca yönelik olarak kapsamlı tekliflerde bulunmaya ve bu bağlamda özellikle de adanın ekonomik olarak bütünleşmesine ve iki toplum arasında ve AB ile olan iletişimi iyileştirmeye odaklanmasını istedi.”

Komisyona verilen görevi yerine getirmesini istemek Kıbrıs’ın görevidir ve buna karşı çıkmayarak uygulama kararlarına destek vermek de yükümlülüğüdür. Köstek olan sorumluluğunu inkâr edemez. Çözüm isterim deyip de ortada dolaşamaz.

Biz bir Kıbrıslı insanlar topluluğu olarak Kıbrıs’ın iyi bir üye olmasını, AB’nin Kıbrıs politikasını desteklemesini ve antlaşma olup da yeniden birleşme sağlanıncaya kadar AB hukukunun “özerk bir hukuk” olarak nasıl AB üye devletlerinin hukukunun üstünde ve onun parçası olarak çalışıyorsa o şekilde çalışmasının sağlanmasını isteriz. Bu istek Türk Lirası kullanımının yıkıcı etkilerinden kurtarılmayı, nüfus yapısının değişmesine neden olan sorma gir hanı gibi muhaceret uygulamasının önlenmesini ve ekonomik kalkınma için başka şans bulmayan kuzey de facto yönetimimizin ve ekonomik gelişmeye engel olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tutumunun gözden geçirilmesini istiyoruz.

Kuzeydeki yönetim AB kurallarına uyum göstermeye çalışmaktadır ama seçmecidir ve istediğine uymakta ve karşılıklılık iddiasını ileri sürmektedir. Buna itirazımız vardır. Çünkü bu uygulama “izolasyon son vermek ve ekonomik kalkınmasını destekleyerek” Kıbrıs’ın yeniden birleşmesini kolaylaştırmak” hedefine terstir. Kıbrıs’ta her ilgili bunu AB komisyonuyla iyi niyetle ele almayı kabul etmek zorundadır.

Biz AB’nin saf ve cahil yurttaşları değiliz. Yurttaş olarak müktesebatın yurttaşa hak veren her maddesini talep ederiz ve Komisyon bunu bize sağlamazsa mazeretini bölünmüşlüğe bağlamasını kabul hemen (a priori) edemeyiz.

****

Kıbrıs Türk Toplumu İçin Görev Gücü kurulmuştur. Bunun hiç bir işlevi olmadığını toplum lideri diye bilinen Mr. Eroglu ileri sürmüştür. Avruplı Komisyon, (hatalı olarak Avrupa Komiyonu olarak Türkçeye yerleştirildi) “Avrupalı Komiyon Kıbrıs’ta tekil diplomatik, politik ve hukuksal durumu yansıtan birçok belirgin sorumluluk sahibidir. Bunlar Komisyonun herhangi bir üye ülkeyle ilgili normal rolüne ek olandır” (The European Commission has several specific responsibilities reflecting the unique diplomatic, political and legal situation in Cyprus. These are in addition to the normal role of the Commission with regard to any Member State) diyerek bu görev gücünü kurmuştur. Bize bu görevin ne olduğu sarih bir şekilde anlatılmamıştır ve nelerle karşılaşıldığı açıkça bildirilmemiştir. Bizim görüşümüz genel hatlarıyla halk tarafından duyurulmuş ama işiten olmamıştır. Sadece AİHM’de dava açma hakkı bir hak olarak kullanılmaktadır. Bu da Türkiye’nin kuzeyden tam sorumlu tutulması yüzünden Türkiye’ye karşı dava açma şeklinde kullanılabilmektedir. Avrupalı Adalet Divanı bile ki çok daha kapsamlı bir adalet arayışını temsil eder. Kullanılabilecek gibi değildir. Çünkü o zaman Türkiye’nin tam denetimindeki bir işgal bölgesi için istenebilecek adalet herhalde bir Ankaralı için istenilebilecek adaletten farklı görülmeyecektir. O zaman da kuzey Avrupalı Birliği’nin parçasıdır demenin anlamı olmamaktadır. Kuzey AB üyesi ama Ankara daha yoldadır.

Tekil diplomatik, politik ve hukuksal durumun yansıttığı birçok sorumluktan bahsedilmektedir. Bunların da normal bir üyeye karşı olanlara ekmiş. Biz bundan ne anladık? Bunu açıkça değerlendirip AB’nin Komisyonuna duyurup isteme hakkını kullanmalıyız. Ancak bunu yaparken önce yönetimimizin işlevlerine müdahale etmesine yol açacak isteklerimizin olacağı aşikârdır. YKP bunu yapmamız gerektiğini yıllar öncesinden beri savunmaktadır. Müktesebatın uygulanmasını Talat’ın meşru hale getirmesi yani AB’nin yeşil hat tüzüğü gibi tüzüklerinin yürürlüğe girmesinin usulünün saptanmasını istemişti. Talat bunu yapmamış, bir bakanlar kurulu kararıyla, karşılıklılık ilkesi gibi ekler yaparak yani tağşiş ederek ve geçerli yasaları ihlal ederek yürürlüğe koymuş, daha sonra da çarpıtmalar yapmıştı. Onun için ilk iş olarak AB, Türkiye’den veya doğrudan statüsünü fazla dert etmeden kendi ülkesi için yönetime kuzeyle ilgili kararlarının yürürlüğünün usulünü belirlemesini istemelidir.

AB normal rolü gereği her üye ülkedeki yurttaşına yüzlerce duyuru ile çarşıdan alacağı her gıdanın standardını kapısının altından attırıp tüketiciyi korur, her üreticiye haksız rekabete karşı korunması için yasaklanmış kimyasallarla ve tohumlarla üretim yapılmasını engelleyici önlemlerin duyurulmasını ve denetim yapıldığının delillerinin bildirilmesini sağlar. Kıbrıs EURO bölgesindedir, onun için parasının enflasyondan ve batakçı bankalardan korunması için yasasal düzenin gelmesi, şeffaflığın şirketlere de uygulanması için binlerce sayfalık müktesebatın uygulanması için denetim yaparsa biz de hakkımızdır, bizim için de uyum sağlamayı yasası bile olmayan bir birime terk etmemeli ve hukukunu yarattırmalıdır.

Eroğlu Kıbrıs Türk Toplumu İçin Görev Gücü’nü işlevsiz ilan etmiştir. Görülüyor ki görevi çoktur ama bu tekil ilişki tanımlanmamıştır. İddia ise büyüktür. Normal bir üyeye karşı olan sorumluluğa ek olarak diplomatik, politik ve hukuksal sorumluluk almıştır. Burada ilgilendikleri ise sınırlıdır. Temel insan hakları, demokrasi, nüfus yapısı yanında yeşil hat tüzüğünün ekonomiye etkisi, limanlardan yapılabilecek ticaretin sınırlı gelişimi ve direkt ticaretin üzerinde anlaşılamaması nedeniyle doğan sorunlar konuşulmuş ama kayda değer bir gelişme olmamıştır. Sadece Türkiye’nin ihtiyatlı davranmasına ve sorun çıkarmama tutumunu ileri götürmesine yardımcı olmuştur.

Şimdi ileri adımlar atmak ve toplumu AB yurttaşı olmanın önemini kavramaya yetecek sınırlara ulaştırmaya çalışma zamanıdır. Çözümü sağlamak için Kıbrıslı Türklerin desteğine ve çözüm şeklinin bir referandumda onaylanması için görüşmelerde esnek davranmasını sağlamaya ancak ekonomik bir gelişme ile yeni bir güç kazandırılabilir. Hatırlayalım ki Kıbrıs AB üyesi olur olmaz AB yardımı ile Türkiye yardımı teraziye konulmuş ve AB’nin üç yılda vaat ettiğinin fazlasını Türkiye’nin verdiği hemen gözümüze sokulmuştu. Bazıları Türkiye’nin yardımının çoğunun geri gittiğini ve kalıcı değil yıkıcı etkiler yaptığını belirtmişti ama inandırıcı olmamıştı. Onun için AB daha fazla yardım yapsın denemeyeceğine göre ekonominin sürdürülebilir sektörler yaratılarak ilerletilmesinin sağlanması gereklidir. AB kalkınma politikaları esasından kuzeye ulaşmalıdır.

Birinci sorun kuzeyde devlet desteksiz ayakta duracak tek bir sektörün kalmamış olmasıdır. Bunun nedenleri AB tarafından incelenmeli ve bir politika ortaya konulmalıdır.

AB kapitalist yolla çalışan bir yapıdadır. Kapitalist ülkelerde de ilk kalkınma çabası para politikası ile kurulur. AB’nin faizler, krediler, vergiler ve alt yapı planlanıp kuzeye uygun hale getirilmelidir diyeceği ve devletin etkinlik verimliliğinin arttırılması ile kurumlarının şeffaflaşıp hesap verebilir hale getirileceği hukuki yapının ıslahına yönelik program önereceği beklenmelidir.

Bunlar Türkiye yardımı keserse memuru bile ödeyemeyiz diye sinen halkı cesaretlendirecek ve barışa katkı yapacaktır diyen AB’dir. Buna engel olmaya çalışan çünkü o durumda barış için baskı kalmaz diyen de Güneydir. Türkiye ne diyecektir? Biz isteyelim, AB’yi inandırırsak yolunu birlikte bulalım ve ne isteyeceğini görelim.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin