Tevfik Fikret’in Fransız Devriminin ilkelerini Osmanlı İdaresi altında savunan tek tük aydınlardan biri olduğu biliniyor.Üstad bu konuda döneminde ulusçu veya Osmanlıcı aydınlar tarafından bayağı eleştirilmekteydi. Tevfik Fikret, Fransız Devriminin ülküsü olan “Yeryüzü memleketim milletim insanlık” belgisine sonuna kadar bağlanmış bir Osmanlı-Türk aydınıydı. Ama Tevfik Fikret’e gelinceye kadar O zamanki gelişmeleri isterseniz şöyle tarihsel olarak bir görelim ve daha sonra bu gelişmeleri Kıbrıs’a da bağlayalım:
“Aydınlanma, kapitalizm önce batı Avrupa’da, yani uygarlığa en az bulaşmış noktada doğup, yayılmasını baslangıçta Akdeniz, Iran, Hint ve Çin’e dogru değil, henuz uygarlığa geçmemiş veya uygarlığın cok geri bir aşamasında bulunan toplumların yaşadığı Amerika, Afrika ve Avustralya gibi kıtalara dogru yaptı. Bu onu klasik bezirgan uygarlığa dönüşmekten ve onlar tarafindan feth edilmekten nispeten kurtardı. Ve bu bileşimler üzerinden sanayi kapitalizmine geçebildi.
Sanayi kapitalizminin sağladığı emek üretkenliği üstünlüğü, onu diğer uygarlıklar tarafindan feth edilme tehlikesinden kurtardı ama bu sefer baska güçlerin etkisi benzer gerici bir sonuca yol açtı.
Aydınlanma’nın bir dünya cumhuriyeti idealinden geri dönüşünü, klasik uygarlıklar tarafindan feth ediliş getirmedi İslam’da oldugu gibi. Ya da dünya ticaretinin daralması vs.. de yol açmadı buna.
Aksine, Sanayi devrimi, modern kapitalist uygarlığa, klasik uygarlıklarda bulunmayan muazzam bir zenginlik ve emek üretkenliği üstünlüğü veriyordu. Keza, Aydınlanmanın, dini Inanç ile neden dini de, uygun bir üstyapı sunuyordu. Niçin ve nasıl oldu da, tüm insanların dini, dili, etnisi, soyu, sopu ne olsun eşit yurttaşlar oldukları bir dünya cumhuriyetine doğru bir gidiş olmadı. Dünya ticareti de Aydınlanma da bunun icin gerekli alt ve üst yapıyı sunuyordu.
Bunun yerini niçin ulusal devletler aldı? Niçin insanların eşitliği ve kardeşliği idealinin yerini; bir ulustan olanların eşitliği ve kardeşliği aldı?.
Elbet burjuvazinin İşçi Sınıfı karşısında gericileşmesi; feth edilen bölgelerin, eşit haklı yurttaşlar yapılmasından ise, sömürge ahalisi olarak hiçbir hak olmadan sömürülmesi, yani sermayenin kar hırsı bunda büyük rol oynadı. Ama ayni zamanda sanayi kapitalizminin, bu üretim yordamının kendisinden gelen bir özellik de bunun için uygun bir koşul oluşturdu.
Sanayi kapitalizmi ayni zamanda eğitilmiş iş gücü, standartlaşma; bu da standart bir dil ve genel eğitim, bu da fiiliyatta genellikle bir dil ile tanımlanmış bir ulusal devlet demek oldu. Böylece burjuva uygarlığı, eski uygarlıklar tarafindan feth edilemeyecek aksine onları feth edecek bir teknik ve emek üretkenliği düzeyine geçmiş olmasına rağmen; dünya ticareti klasik uygarlıklarla kıyaslanmayacak ölçüde yayılmasına ve derinleşmesine rağmen, üstyapı, klasik uygarlıklardan bile daha dar kapsamlı bir şekillenmeye uğradı; bir dile, dine, etniye, soya, yere göre şekillenmiş ulusal devletlere geçti.
“Vatanım yeryüzü milletim insanlık” idealinin ve programının yerini; “insanlar dili, dini, ırkı, soyu sopu ne olursa olsun eşittir” diyen evrenselciliğin ve hümanizmin yerini; sadece şu ya da bu ulustan olanlar, şu ya da bu devletin yurttaşları eşittir diyen; insanlar değil; uluslar eşittir, insanlar ancak uluslar aracılığıyla eşit olabilirler diyen bir ulusçuluğa geçildi. Ve insanların eşitliği ve birliği unutuldu. Vurgu, özel politik ayrımından, ve bu ayrım aracılığıyla eski uygarlıkların ve komünlerin bölücü dinlerinin özele atılmasından ve insanlarin eşitliği temelinde bir dünya çapında birliğin savunulmasından; politik olanın (ulusun) belli bir dil, tarih, din kültür ile tanımlanmasına kaydı. Bu ayni zamanda burjuvazinin devrimcilikten gericiliğe geçişi demek oldu.
Isci hareketi ve Marksizm tam da bu noktada doğdu. Bu çelişkiyi icinde taşıdı. Bir yandan, Demokratik Cumhuriyet ve Enternasyonalizm idealleriyle, Aydınlanma’nın bir tek dünya projesini yaşatır ve savunurken; diğer yandan “Alman Birligi”ni savunmaktan “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı”na kadar, burjuvazinin dininin bu gerici biçimlerinin de savunucusu oldu.
Marksizm Aydinlanmanin çocuğu oldugu kadar sanayi devrimin de çocuğu idi. “Bütün ülkelerin işçileri (ki burada ülkeler, ulusal devletlerin yurttaşları anlamına geliyordu) birleşiniz” şiarı; Muhammet’in “Allah’tan Baska Tanri Yoktur”undan veya “Vatanım yeryüzü Milletim İnsanlık” şiarından daha fazla gerici milliyetçilikle damgalıydı.
Sosyalizmin ideali, yeryüzünün işçileri, tum insanları birleştirmek ve onların eşitliğini sağlamak için; yani “tüm dünyada arkaik (Soy), antik (Semavi) veya modern (ulus) dinlerinden olmayı özel bir sorun yapınız, politik olmaktan çıkarınız; ulusları ve ulusal sınırları yıkınız” olmalıydı ve olabilirdi. Böylece Marksizm ve sosyalizm daha doğarken uluslara karşı bir proje olarak doğabilir ve milliyetciliğe karşı daha baştan şerbetli olabilirdi. Onun içindeki aydınlanma kalıntıları bunu engelledi ve sonunda milliyetçilik ve milletler tarafindan teslim alındı. Bu günkü Marksizm’in, Sosyalizmin, Işçi Hareketinin ve Insanlığın krizinin özü burada yatmaktadir…”(Demir Küçük Aydın’ın “Dünyanın Temel Sorunu: Uluslar” adlı tezinden alınmıştır).
-DEVAM EDECEK-