Annesini anmak isteyen Anna Jarvis isimli Amerikalı bir kadın, arkadaşlarını evine çağırarak bu günün anneler günü olması ve ülke çapında kutlama yapılması fikrini ortaya atmıştı. 1908 yılında ortaya atılan bu fikir 1914 yılında Kongre kararı ile resmi gün olarak ilan edildi ve bu dünya çapında kutlanmaya başlandı. Ancak son derece masumane bir şekilde ortaya çıkan anneler gününün içeriği hemen boşaltılmaya başladı. Jarvis uzun yıllar bundan ticari çıkar sağlamaya çalışanlara karşı hukuki savaş açtı ancak davaların hepsini kaybetti.
Anneler gününü, çocuk haklarını, mülteci haklarını ya da şiddete karşı mücadele gününü kutladığımız gibi kutlamamız gerekirken, bu günü materyalist ve anneliği kutsayan bir yerden “kutluyoruz”. Bugüne “özel”, herhangi bir gündekinin üzerinde fiyatlarla hediyeler alıyor, boy boy reklam kampanyalarıyla hem gereksiz tüketimi hem de emek sömürüsünü daha da özendiriyoruz. Bunun için annelerimize pahalı hediyeler alıp çiçekler veriyoruz. Hediye ne kadar pahalıysa annemizin değeri artıyormuş gibi, her defasında daha da pahalı hediyeler almamız gerektiği bize öğretiliyor.
Mağazaların, anneler günü için belirlediği hediyeler, kadının hane halkına daha iyi hizmet vermesi için bulaşık ve çamaşır makineleri, mikserler, rondolar, robotlar, elektrikli süpürgeler ve bunun gibi bilimum ev aleti olarak belirlenir ve reklamları haftalar önceden gazetelerde ‘Çünkü anneniz buna değer’, ‘Çünkü annelerimizi yormak istemeyiz’ gibi yanıltıcı mesajlarla kadının sömürüsü meşru hale getirilerek basılmaya başlıyor. Bir yandan kadının verdiği sınırsız özveri bu gibi ev aletleriyle aracılığıyla maddeleştiriliyor, bir yandan da kadınların görünmez emeği ev aletleri aracılığıyla ortadan kalkacakmış gibi bu aletler pazarlanıyor.
Hali vakti yerinde çekirdek aileler yılın geriye kalanında anneleri yormakta bir sakınca görmezken, anneler gününde iki katı para verip annelerini ‘el üzerinde tutmak için’ hep birlikte dışarıda yemek yemeye gidiyor, veya ailenin annesi bu gün de tüm hünerlerini sergileyerek yemekler yaparak görevlerini yerine getirmiş oluyor.
Anneler gününde, ekonomik sınıf ayrımcılığının belirginleşmesi, kadının görünmez emek sömürüsünün sorunsallaştırılması yerine kutsanması ve çocuk bakımının sadece annenin işi olduğu vurgulanması eksenlerine ek olarak gözlemlediğimiz başka bir problem de bu günün her annenin günü olmadığı, sadece heteroseksüel bir çekirdek aileye dahil annelerin günü olarak şekillendiğidir. Bu kalıp dışında olan, yani lezbiyen annelerin, bekar annelerin, fakir annelerin temsilini bilincimize pompalanan anneler günü imajı paketinin bir parçası değildir.
Annelik tecrübesinin parçası başka ne deneyimler yaşanmakta? Örneğin, kadına yönelik şiddet ve özellikle aile içi şiddet olaylarının aynı anda hem çok sık yaşandığı hem de hiç yaşanmıyormuş gibi yapıldığı coğrafyamızda da, bir çok anne şiddete maruz kalıyor. Annelerin çocuğuna yalnız başına bakabilecek ekonomik temellere sahip olması çeşitli devlet politikaları (ve bazı devlet politikalarının da eksikliği) ve özel sektörde kadınların uğradıkları açık ayrımcılık tarafından engellenmekte, böylece çoğu anne ‘çocuğunun geleceği’ için şiddet gördüğü birlikteliklerini sonlandıramamaktadır.
Kısacası, anneler gününde kapitalist sistem beslendikçe besleniyor, kadınlara yüklenen görevler daha da belirgin hale getiriliyor ve bir hanede yaşayan herkesin hayatını idame ettirmek için gerekenleri yapması, ev işlerinin paylaşımı yerine temizlik, yemek, ütü vs. gibi işlerin ‘kadına ait’ olduğu iyice kanıksanıyor. Bunun yanında da, annelik tecrübesinin şiddet, görünmez emek, fakirliğin kadınlaşması ve kadınların birçok sosyal haklardan maruz bırakıldığı kısmı görmezden geliniyor. Bu böyle süregeldi diye böyle sürmesi gerekmiyor! Anneler gününün ortadan kalkmasını değil ama annelik tecrübesinin bütünüyle algılandığı, bu konuda çalışmalar yapıldığı, görünmez emek görünene ve aile içi şiddet sonlana kadar bu günün esas temaları olduğu bir anneler günü mümkündür.