Toplumsal sorunlar “kişiselleştirilip” ortaya yayılınca mücadelesi de bir yerde bölük pörçük olmaya mahkum edilir. Bir zamanlar dünyada “güneşi batmayan” İngiliz İmparatorluğu taktiği idi… yüzyıllarca toplumları bir güzel sömürerek yönetmeyi başardı! Bizdeki durum öyle; 40 – 50 yıl önce toplumlar birbirine düşman edildi, kırdırıldı. Sorun da halkın kendisinde bir iç mesele olarak görüldü. Halbuki coğrafyada çıkarları olan Anglo-amerikan ve anavatanların uyduğu bir senaryonun parçası olabileceği milliyetçiliğe kurban edildi. Her ne kadar ters gelse de uzlaşıyı gerektiren duruma odaklanmak yerine hala ayrılıkla kopma noktasına taşındı. Toplumlara yapılan içteki örgütlerine yansıtıldı. Bugün Sendikal Platform ile Toplumsal Varoluş mücadelesinde birliktelik oluşturulamamasının nedeni budur. Söylermisiniz temel alınacak ortak noktaları var mı? Her mücadele kendi yoluna söylemi figüranlık kısmıdır! Oyunun esas aktörleri sahne arkasında yönetenler oluyor. Bunu farkeden az sayıdaki örgütlerin “doğru saptayan” sesi büyük (!) işbirlikçi çoğunluk tarafından bastırılırken hedefe ulaşmayı engellemektedir. Çok tartışılıyor ama çözüm için gerekli donanıma gelince yan çizilmesi bilincin olgunlaşmaması yanında kimi kişisel çıkarları gözden çıkarma cesaretinin gösterilememesi olduğunu da kabul edelim.
Kıbrıs’ta “çözüm ve barış hemen şimdi” diyenleri de gördük… ne farkı var(dı)? Hade Kuzey’i öyle, ya Güney’de yönetiminde olup yakında dönem başkanlığına soyunulan AB’ye ne demeli? Ortada Uluslararası anlaşmalar varken uluslararası hukuk nerede… bir AB toprağı ve AB vatandaşlığına rağmen sözde ortak devlet kuracak müzakereler niçin yapılıyor? Kuzey’deki Ortak Toplumun, taşınan nüfusla siyasi iradesine el konulması Brüksel’deki yönetimi ilgilendirmiyor mu ki “dert” olmuyor. Tabii ki Güney’deki diğer ortağın gereken girişimi tam yapmadığı ortadadır. Toplum liderleri de müzakere ediyor ama neyi ediyor pek anlaşılmıyor… toplum çıkarları mı yoksa anavatanlar ile yabancı güçlerin paylaşım projeleri mi görüşülüyor anlamak için mutlaka Çince mi bilmek lazım, bilemiyorum! BM Güvenlik Konseyi kararları, anlaşmalar, AB değerleri var ama ısrarlı olunmamasında önemli etken kendini kurtarma hareketi mi? AİHM’nin mülkiyet konusundaki tazminat karararıyla yetinileceğini akla getiriyor… Doğu Akdeniz’deki zengin doğal gaz kaynakları kafaları karıştırırken ayrıca “şamar” yemiş de olabilirler. Uyuyan “boz ayı” hazır sıcak sulara inmişken oyun bozanlık pek yakışmıyor. Bir gün Taywan modeli, başka bir gün yoldaş Hristofyas’ın memleketi “dikomo yolu” ve sonunda malum bizim “abohor” hikayesinin gelmesi doğal karşılanmalıdır.
Mutad AB zirve dönem raporu yolda; eskilerden farklı olması beklenemez ama olduğunu varsayın ne değişecek, yaptırımı olmadıktan sonra! Bu da aynen diğerleri gibi tozlu rafa kaldırılacak değil mi? Bundan dolayı AB ve asli üyesi ortak Güney komşu(!)muzdan daha biraz gayret beklenir diyoruz ya!
“MERA MİŞİ DULEVGUN, NİHTA KLEFTUN” DURUMU!
Güney’de bir taksi şoförü “Kuzey’de sizde de çok yabancı var mı?” sorduktan sonra orada o kadar çoğaldı ki tehlikeli boyuta ulaşmış “mera mişi dulevgun, nihta kleftun” (yani gündüz güya işe giderler-miş, gece ise hırsızlık yaparlar) dedi. Liderlerin Kıbrıs olayındaki siyasi anlayışına çok mu benziyor? Nüfus sayımı bu bakımdan önem arzederdi, gerçi Güney yapıyor ama gelin görün aynı anda her iki yanda yapılmasında bile uzlaşamadılar, demek ki gizlenecek “şeyleri” varmış! En basit konuda anlaşamayanların masada ne görüştükleri merak edilmez mi? Taraflar BM, AB ve diğer ilgili kuruluşlardan destek ve yardım talep edebilirdi… ya birlikte ya da tek başına, sağlanmadıkça bu konuda müzakerenin gereksizliğine vurgu yapılabilirdi mesela, ama olmadı. Esasen amaç “çözüm” olmayınca “dostlar alış verişte görsün” durumu! Kıbrıslıca söylersek “be gavolem bu alış verişte hiç olmazsa toplum için de bir şeyler alın” dağarcığına koyacak. Yabancılar gündüz çalışıp gece çalıyor ama Kıbrıs halkı toplumlar güpe gündüz uyutulup yaşamları çalınıyor, haberleri yok!
Refleks veya dıştan talimatla yürütülen işler kolay ancak tehlikeli yol… Kör tuttuğunu “devlet” misali ama tersine çalışma ihtimali göz ardı edilmesin! Müşterek çıkarlar çevresinde toplanılacak sağlam cepheyi yıkmak kolay değildir. Kavramlarla kitaplara gömülmek sadece kitap kurtlarını besler diyor Ustalar. Sendikalar, sivil toplum örgütleri mücadelelerini, keza medya da ülkedeki olayları işlemesi doğal ama gerçekçiliğe dayandırması ön koşul olmalıdır. Hele birToplumsal Varoluş mücadelesinden bahsediliyorsa tıpkı “sömürü”den kurtuluş gibi düzene karşı “örgütlü” mücadeleye ihtiyaç vardır. Dünyada yok(sul) çoğunluğa karşı, var(sıl) mutlu bir azınlık bulunmasına karşın başa çıkamamasının ana nedeni budur. Yetkililer tabii ki “doğru yoldayız, nurlu ufuklara birlikte yürüyeceğiz… birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” diyeceklerdir. Olay budur!
Son döneme damgasını vuran “faize faiz” bankalar yasası sömürü düzeninin kimlere çalıştığına açık kanıtıdır. Getirilen savunma mali krizden çıkmamız için gerekli – biz yaptık oldu – bahanesi… Dünyada böylesi ilkel sömürü kombinası görülmemiştir. İnsanın borçlandığı veya kredi kartıyla bağlandığı bir kaç yüz TL’nin milyonlara vurmasının açıklaması olabilir mi allahaşkına! Ancak millet(!) ne yazık ki yutuyor.
Kıbrıs’ı da yakından ilgilendiren Türkiye’de yeni anayasa çalışması, Kürt sorunu – KCK ve terör ile Dersim olayı… Bir halkın kimlik ve kültür mücadelesine başka yol bırakılmayınca ceryan eden olaylar dünyamızda artık pek yaşanmıyor. FKÖ, IRA; BASK, ETA silah yerine siyaset yapmaktadır. Ama ne yazık ki 15 milyon nüfusa bu hak tanınmıyor. Yerel yönetimler dahil sivil örgütleri “terör” yapmakla suçlanıp cezalanmaktadır. Bu durum ne Türk ne de Kürt halkının yararına olmadığı açık, bu bakımdan demokratik bir anayasaya ihtiyaç vardır. Dersim olayının açılması olumluı, sıranın Osmanlı’nın karanlık tarihi örneğin Ermeni olayına gelebilir… Bizim de kültürel yapımızın değiştirilmesi ve siyasi irademize el konulması bu çerçevede derğerlendirilebilir. Taşınan ırkçı, gerici dinci (ulema) nüfus bir toplumu tüketirken buranın AB topğrağı ve vatandaşı olduğu hatırlanmıyorsa coğrafyada üstlenilen “misyon” nedeniyledir. Habire cami, medrese, imam hatip, ilahiyat bölümleri açılmasına ve yeni vatandaşlıklar verilmesine göz yummakla Batı belki bugün çıkarlarını sağlama alır ancak yeni “İran” modeline de ışık yakmakta olduğunu unutmamalı!.