Bir gıda krizindeyiz. Gıdanın, biyoyakıt olarak düşünülmesi ve buraya doğru yönlendirilmesi, kontrolsüz fiyat artışına katkıda bulunmakta, gıda hakkından yoksun olan bir milyar kişiye yenilerini eklemekte. Endüstriyel tarım, arılarımızı ve kelebeklerimizi, solucanlarımızı ve toprakta verimliliği sağlayan toprak organizmalarımızı öldüren zehirli kimyasalların kullanılması vasıtası ile türleri yok olmaya doğru sürüklüyor. Biyo-çeşitliliğin yerini tek türlü tarım alırken, bitki ve hayvan türleri ortadan kayboluyor. Endüstriyel, küreselleştirilmiş tarım, iklim kıyametine sebep olarak tarımı istikrarsızlaştıran, gıda güvenliğine yönelik yeni tehditler oluşturan sera gazlarının yüzde 40’ından sorumlu.
Ancak karşı karşıya olduğumuz en büyük tehdit, tohum ve gıda kontrolünün çiftçilerin ve halkın ellerinden çıkarak birkaç şirketein eline gitmesi. Pamuk tohumundaki tekelci kontrol ve genetiğine müdahale yoluyla geliştirilmiş BT pamukla (BT, Bacillus thuringiensis isimli, biyolojik tarım ilacı olarak kullanılan bir tür bakteridir ve direncini arttırmak amacı ile genetik teknolojisi ile pamuğa iliştirilmiştir; ç.n.) tanışılması, halihazırda Hindistan’da yaygın çiftçi intiharlarında artışa sebep olmuş durumda. Çeyrek milyon çiftçi, Monsanto gibi şirketlere milyarlarca dolarlık patent ücreti akıtan yenilenemeyen tohumların yüksek fiyatlarının tetiklediği borçlarından dolayı kendi canlarına kıydı.
Nadvanya’da (Navdanya, organik tarımı, biyo-çeşitliliği, çiftçi haklarını destekleyen bir demokratik kitle örgütüdür; ç.n.) 1987 yılında genetiği değiştirilmiş tohumlarla, tohum patentleriyle ve tohum tekelleriyle mücadeleyi ele almaya başlamıştım.
Tohum bağımsızlığını kurtarmak konusunda başarılı olduk ve tohumu doğal kaynak olarak geri kazanmak için altmış adet ortak tohum bankası kurduk. Biyo-çeşitliliğe sahip ekolojik tarımın, evren ve çiftçilerin ödediği bedeli tek türlü tarıma göre düşürürken akre (0,4047 hektarlık İngiliz arazi ölçü birimi; ç.n.) başına daha fazla gıda üretimini sağladığını kanıtladık.
Ancak bizim çabalarımız, çok karanlık bir odada küçük bir lamba gibi. Olasılık ve alternatiflerin lambasını açık tutuyoruz. Gıda krizi, çok daha geniş bir müdahale gerektiriyor.
Gıda hareketi, tohumdan sofraya, köyden şehire, Güney’den Kuzey’e daha bütünleşmiş hale gelmeli. Gıda sistemimiz üzerindeki şirket egemenliğiyle ve hükümetlerin, şirketlerin tohumumuzu ve toprağımızı, bedenlerimizi ve sağlığımızı iğfal etmelerini durdurmak yerine arttırmadaki rolüyle mücadelede daha güçlü olmamız gerekiyor. Michelle Obama’nın Beyaz Saray’da organik bir bahçesi var, ancak Obama yönetimi, ABD’de ve tüm dünyada genetiği değiştirilmiş organizmaları sahipleniyor. 2005 yılında, ABD-Hindistan nükleer sözleşmesi ile aynı zamanda Başkan Bush ve Başbakan Singh arasında ABD-Hindistan arasında tarım sözleşmesi imzalanırken masada Monsanto, ADM ve Walmart temsilcileri vardı. Gıda sistemimizin gaspı, demokrasimizin gaspıdır.
Gıda demokrasisini; özgürlük ve hayatta kalma savunmamızın çekirdeğine koymak zorunda olmamızın sebebi budur. Ya bir süreliğine gıda diktatörlüğü olacak ve sonrasında gıda sistemimiz ile toplumlarımız çökecek, ya da dirençli ekosisteme ve dirençli toplumlara dayanan güçlü gıda demokrasileri kurmak konusunda başarılı olacağız. İkinci seçenek için hâlâ bir şans var.
http://www.thenation.com/article/163401/resisting-corporate-theft-seeds adresinde yayımlanan makaleden Gerçeğin Günlüğü tarafından çevrilmiştir.