toplumsal muhalefettoplumsal hareketlerMezopotamya Sosyal Forumu’nun ilk günü tamamlandı
yazarın tüm yazıları:

Mezopotamya Sosyal Forumu’nun ilk günü tamamlandı

333 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

(DİHA) “Özgürlük kazanacak” sloganıyla düzenlenen Mezopotamya Sosyal Forumu’nun panellerinin ilk günü tamamlandı.

 

Sabah

Türkiye’de barış ve yeni güvenlik algılamaları

“Türkiye’de Barış ve Yeni Güvenlik Algılamaları” panele ise Küresel Adalet ve Barış Koalisyonu’ndan Kerem Kabadayı, Barış İçin Vicdani Ret Platformu Üyesi Ercan Aktaş, İHD MYK Üyesi ve Diyarbakır Şube Yöneticisi Rahşan Bataray ve Alman İnsan Hakları Delegasyonu Üyesi Michael Backmund katıldı.

Panelde ilk olarak söz alan Kerem Kabadayı, güvenlik algısı denilince ilk olarak bireyin egemen güçler karşısında yasal haklarını kullanamamasının akla geldiğini söyledi. Güvenlik adı altında yürütülen mili güvenlik politikalarının baskıcı uygulamaları meşrulaştırma aracı olarak kullanıldığını dile getiren Kabadayı, “Türkiye’de de yıllarca paranoya ve yabancı düşmanlığı üzerine güvenlik politikası geliştirildi. Balyoz Davası’nda görüldüğü gibi yabancı düşmanlığı üzerinden güvenlik konsepti oluşturulmuş. AKP Hükümeti döneminde farklı biçimlerde bu güvenlik algısı devam ettiriliyor” dedi. AKP’nin Ortadoğu’da barışı ve güvenliği tesis etmek için yola koyulduğunu iddia ettiğini ifade eden Kabadayı, “Ancak Erdoğan’ın bu sözlerinin Arap halkları nezdinde bir geçerliliği yok. Çünkü dönüp Erdoğan’a şunu soruyorlar. ‘Neden kendi ülkendeki savaşı o zaman durdurmuyorsun’. Dolayısı ile kendi iç sorununu çözmeyen bir ülkenin barışının sağlanmasına dönük sözlerinin bir anlamı yoktur” diye konuştu.

“Yargının siyasallaşması” adı altında sunum yapan, İHD MYK Üyesi ve Diyarbakır Şube Yöneticisi Rahşan Bataray da, Türkiye tarihinde adaletsizlik sorununun özel yargılama sisteminden kaynaklandığını söyledi. Bataray, egemen ideolojiye karşı farklı düşünenlerin sürekli özel bir yargılama sistemine maruz kaldığını belirtti. İstiklal Mahkemeleri, sıkıyönetim mahkemeleri, devlet güvenlik mahkemeleri ve bugün yürürlükte olan özel yetkili ağır ceza mahkemelerin toplumsal muhalefeti susturmaya dönük işlediğini kaydeden Bataray, “DGM’lerin yerine kurulan özel yetkili ağır ceza mahkemelerin daha fazla insan hakları ihlallerini yaratan kararlara imza atıyor. Bugünkü ağır ceza mahkemeleri adeta Kürt siyasi hareketini tasfiye etme üzerine çalışıyor” dedi.

Kürtlerin adalet duygusunun tahribata uğradığına dikkat çeken Bataray, “Yaşadığı katliamın, işkencenin ve yargısız infazın hesabını soran Kürtler yargılanırken, katliamcılar ve işkencecilerden hesap sorulmaması adalet duygusunu zedeliyor. Toplumsal barışın sağlanması için yargının bir an evvel demokratikleştirilmesi gerekir” şeklinde konuştu.

Barış İçin Vicdani Ret Platformu Üyesi Ercan Aktaş da yaptığı sunumda, İstanbul ve Diyarbakır’dan barışı haykırmanın oldukça farklı olduğunu söyledi. Başbakan Erdoğan’ın ‘sözün bittiği yerdeyiz’ söylemine karşı barışta daha da ısrar etmek gerektiğini belirtti. Ana akım medyada dehşet düzeyde bir savaş arzusunun olduğunu aktaran Aktaş, bu arzunun kaynağının da savaştan elde edilen ranttan kaynaklandığını ifade etti. Mustafa Kemal’in ulusal kurtuluş savaşı adı altında yürüttüğü savaşın geride halklar mezarlığı bıraktığını söyleyen Aktaş, “Sivil ama en büyük apoletli Erdoğan’ın da Libya, Tunus ve Mısır’da barışı sağlama adına yaptığı çıkışlar ile ikinci Mustafa Kemal olmak istiyor” dedi. Aktaş, ABD’nin Vietnam’da yürüttüğü savaşın sona ermesinde vicdani retçilerin büyük rolü olduğunu belirterek, “Türkiye’de de savaşın sona ermesinde İzmir ve İstanbul’da savaş karşıtlığı üzerine güçlü seslerin çıkması gerekiyor” diye konuştu.

Panelde son olarak söz alan Alman İnsan Hakları Delegasyonu Üyesi Michael Backmund, 22 Ekim 1998’de askerlerin düzenlediği operasyonda sağ yakalandıktan sonra infaz edilene PKK’li Andre Wolf’un, ‘Militan bir hareket ancak savaş makinesini durdurur” sözlerini hatırlatarak konuşmasına başladı. “Wolf bu sözleri Kürdistan dağlarına Tür ordusunun yaptığı operasyonun hemen öncesinde yazmıştı” diyen Backmund, “Wolf ve 24 PKK gerillası Türk ordusu tarafından katledildi. Wolf çatışmada sağ yakalandıktan sonra 2 PKK’li birlikte infaz edildi. Türk ordusu son 30 yıl içerisinde binlerce insanı katletti. Her gün çıkan toplu mezarlar bunun bir kanıtıdır. Çatak’taki toplu katliamı araştırmak için giden heyetimizin önünü silahlar ile kesen Türk ordusunun insan hakkından anladığı silahtır” dedi. Mısır, Tunus, Libya ve Filistin’de gerçek olmayan barış şovu yapan Başbakan Erdoğan’ın Kandil’e operasyon hazırlığında olduğuna dikkat çeken Backmund, “Siyasi ikiyüzlülük yapan Erdoğan dışta barışı savunurken Kürdistan’da belediye başkanlarını, insan hakları üyelerini ve Kürt siyasetçileri tutukluyor” şeklinde konuştu.

AP Haber ajansına göre bütün dünyada 35 bin kişinin terör suçu adı altında cezaevinde olduğunu belirten Backmund, 13 bin kişi ile Türkiye’nin birinci, 7 bin kişi ile Çin’in ikinci sırada olduğuna dikkat çekti.

 

Kürt çocukları

Ararat Salonu’nda “Türkiye’de Yeni Çocukluğun Kurucuları-Kürt Çocukları-TMK” adlı panel katılımcıların yoğun ilgisiyle yapıldı.

İHD Ankara Şubesi hukukçularından Gulan Çağın Kaleli, Hacetepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Araştırma Görevlisi Sedat Yağcıoğlu, Sarmaşık Derneği‘nden Sosyolog Müge Tuzcuoğlu ve TMK mağduru Enes Ata konuşmacı olarak katıldı. İlk olarak konuşmasına başlayan Gulan Çağın Kaleli, Türkiye’nin Cenevre Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni imzaladığını fakat bunun gerçekleşmediğini söyledi. “Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre çocuklar hangi dile, dine ırka mensup olurlarla olsunlar sağlık, barınma, eğitim gibi hakları vardır” diyen Kaleli konuşmasına şöyle devam etti: “Fakat Türkiye anadilde eğitim maddesine çekince koymuştur. Çocuk hakları konusunda genel çekinceler yapılmıştır. Kesilip biçilerek çocuklara yedirilmek istenmiştir.”

‘Yeni çocukluğun kurucuları Kürt çocukları ve Toplumsal gösteriler’ adlı araştırma sunumuyla konuşmasını yapan Sedat Yağcıoğlu da, TMK mağduru ve taş atan çocuklar olarak adlandırılan çocuklarla konuşulduğu vakit çocukların daha iyi anlaşıldığını söyleyerek her iki kavramı da kabul etmediğini belirtti. Yağcıoğlu, ”Kürt çocuklarının Türkiye’de yeni bir çocukluk yarattığını düşünüyorum. Özgürlükçü çocuğu yarattılar. Çünkü çocuğa ait olmadığın düşündüğümüz her alanda çocuklar kendilerini var ederek karşımıza çıktılar” şeklinde konuştu. i.

Son olarak konuşmasını yapan TMK mağduru çocuklardan Enes Baran, şunları söyledi: “Köyden kentte zorla göç ettirildik. Okula gittiğimde bile kendi kimliğimi tanımıyordum. Öğretmenim bana sesleniyordu ben adımı bilmiyordum. Adımın Enes olduğunu çok sonradan öğrendim çünkü ailem bana hep Kürtçe sesleniyordu. Kendi kimliğimi bilmiyordum. Bize taş atıyorlar diyorlar, bu toplumsal bir vicdandır. Devletin önümüze getirdiği tek şey fuhuş ve esrardır” şeklinde konuştu.

Baran, kendisinin 8 ay cezaevinde kaldığını belirterek kendilerine ‘okul okuyun’ diyenlerin okul okumalarına da izin vermediklerini kaydetti. Baran konuşmasına şöyle devam etti: “Cezaevinde milli eğitime başvurduk okul okumak için fakat sınava girmemize de izin vermediler sınıfta kaldık. Mustafa Malçok gibi yoldaşlar neden bedenlerini ateşe verdi. Okula gidiyor sorun var, ailede sorun var, sokakta sorun var oda onurluca bedenini ateşe verdi.”

 

Sosyalizm, Sovyetler Birliği ve Kürtler

Sosyalist yurtseverlerin Azadi Gazetesi adına düzenledikleri “Sosyalizm, Sovyetler Birliği ve Kürtler” konulu oturumun moderatörlüğünü ESP MYK üyesi Mukaddes Erdoğdu Çelik’in yaptı. Oturuma Ezilenlerin Sosyalist Partisi üyesi yazar Ziya Ulusoy katılırken, oturuma katılması beklenen BDP’li Ömer Ağın gelemedi.

Oturumda konuşan yazar Ziya Ulusoy, Sovyetler Birliği’nde uygulanan “Federatif cumhuriyet” ve “özerklik” uygulamalarına değindi. Ulusoy “O dönemde her federatif cumhuriyet, ayrılma hakkına sahipti. Her cumhuriyetin yasa ve anayasası vardı. Kendi ordusu ve konsoloslukları vardı. Nüfusu 300 bin ve 1 milyon arasında olan halklarında özerk cumhuriyet kurma hakları vardı. Bu özerk cumhuriyetlerin federatif cumhuriyetten tek farkları ise ayrılma hakları yoktu” diye konuştu.

Sovyetler döneminde Laçin ve Gürcistan bölgelerinde Kürtlerin olduğunu ve Sovyetlerin Kürtlere özerk statü tanıdığını ifade eden Ulusoy, Kürt kültürünün geliştirilmesi için Sovyetlerin Leningrad’ta enstitüler açtığını belirtti. Bu enstitüler sayesinde en çok Kürt romanın Laçin bölgesinde yazıldığını söyledi.

2. dünya savaşı yıllarında Sovyetlerin, Gürcistan’daki Kürtleri Hitler’le işbirliği yapma ihtimaline karşı sürgün etmelerinin yanlışlığına değinen Ulusoy, Sovyetlerin bu yanlıştan 1956 yılında döndüğünü ifade etti. Ulusoy, öte yandan Mahabat Kürt Cumhuriyeti’nin kurulmasında Sovyetlerin büyük katkısı olduğunu belirtti. Mahabat Kürt Özerk Cumhuriyetini yıkanın İran olduğunu Sovyetlerin yıkılmasına destek vermediğini kaydetti.

Demokratik özerkliğe de değinen Ulusoy, “Demokratik özerklik kısmen kendi kendini yönetmesi demektir. Bunu destekleriz. Türkiye cephesinden Türk işçi ve emekçilerine Kürtlerin demokratik özerklik talebini anlatmak için kongre hareketi örgütlendiğini bu hareket içinde ESP olarak aktif yer aldığımızı ve bu hareketi geliştireceğimize inanıyoruz” dedi.

Ulusoy’un konuşmasının ardından panel soru cevap kısmında canlı tartışmalar yaşandı.

 

Sistemlerin oluşumunda gençlik tartışıldı

Forumun Gençlik Çadırı’nda “Sistemlerin Oluşumunda Gençlik” konulu panel düzenlendi. Çok sayıda gencin katıldığı panelde, Emek Gençliği’nden Oğuz Takmaz, Demokratik Yurtsever Gençlik’ten Filiz Demirci ve Demokratik Gençlik Hareketi’nden Ertan Şahin konuştu. Gençliği kazananın geleceği de kazanan olacağını söyleyerek sunumuna başlayan Takmaz, gençliğin toplumun en önemli dinamiği olduğunu belirterek, Ortadoğu’da yaşanan isyanları buna örnek olarak gösterdi.

Şu anki gençliğin sosyalizmsiz gençlik kuşağı olduğuna dikkat çeken Takmaz, gençliğin örgütlenmeden sorunlarını çözemeyeceğine vurgu yaptı. Takmaz son olarak, anadil, özerklik, sömürüsüz dünya talepleri olduğunu belirterek, gençleri Emek Demokrasi Gençlik Bloğu etrafında toplanmaya çağırdı.

Takmaz’ın ardından Demokratik Yurtsever Gençlik adına Filiz Demirci söz aldı. Demirci, kapitalist sistemle iradesizleştirilen gençliğin yeni yaşam oluşturmasının da kolay olmayacağına dikkat çekti.

Demokratik Gençlik Hareketi’nden Ertan Şahin de, gençliğin tanımını yaparak sunumuna başladı. Zorunlu askerliğin dışında halk ordularının bel kemiğini de gençlerin oluşturduğunu dile getiren Şahin, “Ancak gençler halk ordularında kurulacak yeni toplumu yaşama geçirme özlemiyle yer alıyor. Diyarbakır’da gençliğin bu değişim dönüşümde nasıl aktif rol aldığını görmek mümkündür” dedi. Şahin, Demokratik Gençlik Hareketi olarak, gençliğin nasıl doğru örgütlenebileceği sorusuna yanıt bularak ideolojik politikaları belirlemek gerektiğini söyledi.

 

Ekoloji çadırında orman yangınlarına tepki yağdı

Ekoloji Çadırında “Ekolojik Yaklaşım Bağlamında Enerjiye Bakış” başlıklı panelde konuşan Çamur-Toprak ve Su Dergisi’nden Kızılca Yürür, askerlerin ateş açması sonucu bölgede orman yangınları çıktığını hatırlatarak, “Muğla’da orman yangını çıktığında tüm Türkiye’yi ayağa kaldıran TEMA, Greenpeace gibi çevre örgütleri bölgedeki orman yangınları karşısın neden suskun” diye sordu.

Oturuma, Diyarbakır TMMOB adına Demet Aykal, Bilal Gümüş ve Gültekin Aydeniz, Mardin TMMOB adına Enise Çoban, Karadeniz İsyandadır Platformu’ndan Merve Sayar ve Çamur-Toprak ve Su Dergisi’nden Kızılca Yürür katıldı. Oturumda ilk olarak konuşan Bilal Gümüş, Hakkari ve Şırnak arasında yapılan onlarca barajın güvenlik amaçlı olduğuna dikkat çekerek bölgeyi ikiye ayırdığını hatırlattı. Gümüş’ün ardından TMMOB’dan Gültekin Aydeniz kısa bir konuşma yaptı. Doğaya zarar vermeden de enerji üretimi yapılacağını Diyarbakır’da kurulan güneş evi ile örneği ile anlattı.

KİP aktivisti Merve Sayar ise sivil toplum kurumları ile şirketler arasında nasıl bir ilişki olduğunu anlatmaya geldiklerini belirterek, “Büyük Anadolu Yürüyüşü adı altında yapılan yürüyüş STK’ların halkı kullanarak şirketlerin doğayı katletmesine ön açıcı olmasına bir örnektir” diye konuştu.

 

Öğlen

“Göç ve Göçmenlik

Munzur Salonu’nda ‘Göç ve Göçmenlik Deneyimleri’ adlı panel gerçekleştirildi.

Akdeniz Göç-Der çalışanı Selahattin Güvenç, Göçmen Dayanışma Ağı çalışanı Begüm Filiz ve Mediko International den Martin Glasenapp konuşmacı olarak katıldı. Öncelikle konuşan Selahattin Güvenç, göçün nedenleri üzerine konuşarak konuyu destekleyici sunum yaptı. Güvenç, Çukurova bölgesinde bulunan ve çadırlarda yaşayan mevsimlik işçilerin ve zorunlu göçe maruz kalanların korkuyla yaşadıklarına dikkat çekti.

 

‘Yılan, yangın ve jandarma’

Güvenç, “Zorunlu göçe maruz kalmış ve mevsimlik işçilerin en çok korkuları yılan, yangın ve jandarmadır” dedi.  Güvenç yaptığı konuşmanın ardından mevsimlik işçileri anlatan kısa bir belgesel sunumunda bulundu. Güvenç’in ardından konuşma yapan Akdeniz Göç-Der çalışanlarından Mehmet Benek ise, “Türkiye de dört temel göç hareketi vardır. Toprak kayıplarına göre yaşanan göçler, 1915 yılı Ermeni göç harekatı, 1990 yılı başlarına denk gelen ama aslında 1920 yılları başlarında Kürt isyanlarıyla başlayan bir zorunlu göç süreci vardır” şeklinde konuştu. Benek, insan hakları çerçevesinde zorunlu göçe maruz kalanların eğitim, sağlık, barınma gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasının gerektiğini fakat Türkiye’nin bunun zorunlu göç olarak görmediği ve buna ‘yer değişikliği’ diyerek bunları gerçekleştirmediğine dikkat çekti. Benek, konuşmasına şöyle devam etti: Anayasa ya göre zorunlu göçe maruz kalan kişilerin zararlarının karşılanması gerekirken devletin zararı kendilerinin değil de PKK’nin yaptığını iddia etmesi gibi bir durum oldu. Bundan ötürü devlet 2008 yılında ‘Terör mağduru ve terörden zarar görenler’ adı altında bir yasa çıkardı.  Şimdiye kadar 358 bin kişi başvuruda bulundu.

Mehmet Benek ’in konuşması ardından söz alan Begüm Filiz ise, uluslar arası göç hakkında bilgi verdi. Filiz, uluslar arası göçün sınırları aşan göç haline geldiğini söyledi. Filiz, “Kürt hareketi kendi siyasetini göçmenler üzerine şekillendirmelidir. Göçmen Dayanışma Ağı’nın göç etmek bir suç değil bir haktır mantığı ile kurulmuştur. Amacımız göçmenlerin örgütlenmesi kendi öz haklarına kavuşabilecekleri bir oluşum yaratabilmektir” şeklinde konuştu.

Filiz’in ardından konuşmasını yapan Martin Glasenapp ise,” Afrika’dan buraya göç eden göçmenler var. Bunlar diktatör rejimden kaçıp buraya geliyorlar. Fakat burada da her zaman aynı sorunu yaşıyorlar çünkü geldikleri ülkede de demokrasi yok. Bu göçler sonucunda 20 bin insan öldü. Onlar buraya veya Avrupa’ya göç ediyorlar. Onlar göç edince bizde amacımızı ve konumumuzu yitiriyoruz” dedi. Glasenapp, bu şekilde yaşanan göçlerin sonucunda onları tekrardan geldikleri yere yani ölüme terk ettiklerini kaydetti.

 

‘Firavunlara kalmayan dünya, kapitalistlere de kalmaz’

Tigris Salonu’nda moderatörlüğünü Araştırmacı-yazar Metin Yeğin’in yaptığı “ Deneyimler ve Alternatif Yaşam Arayışları” adı altında yapılan panale Viranşehir Ax û Av Kollektifi Üyesi Vedat Aydoğan,  Sur Belediye Başkan Yardımcısı Gülbahar Örmek,  KESK Diyarbakır Şubeler Platformu Üyesi Celalettin Birtane , Batman’ a bağlı Şikefta Köyü’nden  M. Şirin  Baytar ve Brezilya’dan Topraksızlar Hareketi  ( MST) Üyesi Igor Fellipe Achiles Santos katıldı. Türkçe, Kürtçe ve İngilizce simultanenin yapıldığı panele yurttaşların yoğun ilgi göstermesi dikkat çekti.

 

‘Kapitalist yaşam sosyal bağları kopardı’

Panelde ilk olarak söz alan KESK Diyarbakır Şubeler Platformu Üyesi Celalettin Birtane, insanın kendi eli ile doğayı kendi yaşamı için tehdit hale getirdiğini ifade etti. Kapitalizmin yarattığı metropol kentler ile insanlar arasındaki sosyal yaşam bağlarının koparıldığını ifade eden Birtane, bu yaşam içerisinde insanların sosyal ve ekonomik açıdan büyük kayıplar yaşadığını ifade etti. Kapitalist yaşamın yarattığı sosyal izalasyona karşı alternatif yaşam modelllerinnin yaratılması gerektiğine dikkat çeken Birtane,  KESK olarak daha yaşanılır bir kent modeli üzerinde çalışma yürüttüklerini kaydetti.

 

‘Muhalif olduğumuz için yıllarca devletten baskı gördük’

Antik tarihi kent Hasankeyf’in mağaralarında yaşayan daha sonra 1969 yılında yaşadıkları mağaralardan çıkarılıp Batman’da Dicle Nehri kenarında kurulan Şikefta Köyü’ne yerleştirilen köylülerden M. Şirin Baytar, yaşadıkları köyde oluşturdukları alternatif yaşam modelinden söz etti. Yaşadıkları mağaralardan çıkarılan Şikefta köylüleri olarak ilk başta köyde toplumsal birlikteliği güçlendirmek için adım attıklarını ifade eden Baytar, kapitalist yaşamın dayattığı bireyciliğe karşı ortak yaşamın temellerini köyde attıklarını söyledi. Köyde kurulan kum şantiteyesinde bütün köylülerin ortak çalıştığına işaret eden Baytar, köy yolunu kendi imkanları ile yaptıklarını belirtti. “Düzen partileri köyde oy alamaz diyen” Baytar, muhalif oldukları için yıllarca devletten baskı gördüklerini dile getirdi. Oluşturdukları alternatif yaşamı farklı projeler ile gerçekleştirmek istediklerini kaydeden Baytar, ancak Ilısu Barajı’ndan ötürü proejlerini pratiğe geçiremediklerini söyledi. Baytar, dünyanın firavunlara kalmadığını dolayısı ile kapiatalist ve emperyalist güçlere de dünyanın yar olmayacağını söyleyerek konuşmasını sonlandırdı.

 

‘Egemenelerin inşaat analayışı ile ev sorunun çözülemez’

Ax û Av Kollektifi’nde çalışan Vedat Aydoğdu da Urfa’nın Viranşehir İlçesi’nde oluşturdukları bu proje ile barınacak evleri olmayan yoksul yurttaşlardan seçilen 70 aile için toprak ve sudan kerpiç ev yaptıklarını anlattı. Projde kadın, erkek ve çocukların ortak bir şekillde çalıştığını söyleyen Aydoğdu,  belediye işçisi olduğunu belirterek, “ Bu proje olmasaydı asla ev sahibi olamazdım.  Yaptığımız evler ayrıca daha sağlıklı” dedi.  Aynı zamanda Ax û Av Kollektifi Koordinatörü olan Metin Yeğin, hiç kimseden tek kuruş almadan projeyi hayata geçirdiklerini dile getirdi. Viranşehir Belediyesi’nin verdiği 48 dönümlük arazi üzerinde kerpiç evlerin inşa edildiğini anlatan Yeğin, “ Barınma hakkı kapsamında herkesin ev sahibi olma hakkı var. Egemenelerin inşaat analayışı ile ev sorunun çözülemez. Ayrıca kerpiç evler betonarme evlerden daha sağlıklıdır. Projemizde özel mülkiyet yok. Yurttaşlar girdikleri evi satamaz. Projenin hayata geçririlmesi sürecinde kadınlar, erkekler ve 6 yaş üstü çocuklar ayrı yaptıkları toplantıda nası bir yaşam istediklerine dair karar alıyor. Panzere taş atan çocuklar hapise atılıyorsa kendi evlerini kuararken de o zaman söz söyleme hakkı vardır” dedi.

 

‘Kadınları üretim sürecine dahil ettik’

Daha sonra konuşan Sur Belediye Başkan Yardımcısı Gülbahar Örmek, belediye olarak alternatif yaşamı oluşturmak adına oluşturdukları projelerden söz etti.  2009 yılında hayata geçerdikleri Tandır Evi Projesi’ni anlatan Örmek, kadınlara bu proje sayeseninde ekonomik istihdam alanı yarattıklarını hem de kadınları üretim sürecine dahil ettiklerini aktardı. Yaptıkları projeler ile kadınlara sadece para kazandırmayı düşünmediklerini ifade eden Örmek, aynı zamanda kadının yaşamın her alanında sahip olduğu gücün potansiyelini de göstermek istediklerini vurguladı.

 

‘Yoksulların yararına uygun bir  hukuk oluşturmak istiyoruz’

Brezilya’dan katılan Topraksızlar Hareketi  ( MST) Üyesi Igor Fellipe Achiles Santos ise yaptığı sunumda MST’nin tarihçesini anlattı. MST’nin 1984 yılında yoksulluğa ve mevcut sosyal sisteme karşı mücadele amacı ile ortaya çıktığını anatan Santos, MST’nin Brezilya tarihinde özel bir hareket olduğunu söyledi. MST’nin yoksulluğun geniş bölgelere yayıldığı bir dönemde ortaya çıktığını dile getiren Santos, MST’nin büyük çiftçilerin elindeki geniş toprakları yoksullara dağıtmayı amaçlayan politik bir hareket olduğuna dikkat çekti.  Santos, Kapitalist devletlerins sadece zenginlerin yararına olan bir hukuku uyguladığını belirterek, “ MST olaark biz de yoksulların da yararına bir hukuk oluşturmak istiyoruz. Yürüttüğümüz bu mücadeleden ötürü birçok arkadaşımız idam edildi, işekence gördü. Brezilya genmiş toprakları ile biliniyorç Ancak bu toprakların sadece yüzde 10’u yoksullara ait. MST olarak bu haksızlığa son vermek için zenginlerin toprağını işgal edip yoksullara dağıtıyoruz” dedi.

 

Diyarbakır ve Ermeniler

“Diyarbakır ve Ermeniler” konulu oturumda Batı Ermenistan Ermeniler Meclisi adına oturuma katılan Astğig Dağlıyan, Ermenilerin tarihi hakkında bilgiler verdi, karşılaştıkları baskı ve sürgünleri anlattı. Dağlıyan, 2. Abdulhamit döneminde Ermeni katliamına sistemli bir biçimde geçiş yapıldığını belirterek, “Hamidiye alayları oluşturulduktan sonra ilk olarak 1894 te Sason’da Ermenilere karşı sistemli bir baskı ve katliam gerçekleşmiştir” dedi.

Dağlıyan, Diyarbakır’da Ermeni nüfusunun çok fazla olduğunu ancak 1894-1896 yılları arasında köylerinin yakıldığını, Ermeni kiliselerinin camilere çevrilmeye başlandığını söyleyerek, “Katliamın yaşandığı dönemlerde binlerce ev ve işyerinin yıkılıp ve yağmalandı. Aynı zamanda kaçırılan kadınların sayısı da sayılamayacak kadar çoktu. Katliam dönemlerinde Hamidiye alaylarının başında olan Pirinççizade Arif kişisel olarak Ermeni katliamında rol almak istemiştir” diye konuştu. Dağlıyan daha sonra Ermeni katliamı öncesi ve sonrasına ait fotoğrafları gösterdi.

 

Filistin sorunu

Tigris Salonu’nda yapılan “’67 Sınırlarında Filistin Devleti: Olanaklar ve Açmazlar” paneline Filistin Halkıyla Dayanışma Derneği Yöneticisi Selim Sezer, Abnaa el-Balad Hareketi Sözcüsü Hatim Şahla ile Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi’nden Usama Tamim, konuşmacı olarak katıldı. Dünyanın çeşitli ülkelerinden forum için Diyarbakır’da bulunan çok sayıda Filistinli de panelin izleyicileri arasındaydı. Yoğun ilginin olduğu panelde ilk olarak konuşan Filistin Halkıyla Dayanışma Derneği Yöneticisi Selim Sezer, Filistinlilerin Diyarbakır’da yaptığı bu toplantı sırasında Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun da toplandığını hatırlatarak, BM’nin toplantısında Filistinliler için hayati önem taşıyan bağımsızlığın oylanacağını söyledi.

BM toplantısında yapılacak bağımsızlık oylamasından ümitli olmadıklarını söyleyen Sezer, “Eğer Filistin tarafından BM’ye sunulacak olan bağımsızlık talebi kabul edilirse, işgal altındaki Batı Şeria’nın boşaltılması lazım. Yine Doğu Kudüs’ün İsraillilerden arındırılması gerekiyor. Ancak İsrail bu şartları kabul etmez. Ayrıca ABD de Mahmut Abbas’ın sunduğu önerileri reddedecektir. İşte bu yüzden BM’den geçmesini zor görüyorum” diye konuştu.

Ardından söz alan Abnaa el-Balad Hareketi Sözcüsü Hatim Şahla ise, hareket olarak Filistin sorununa bakış açılarını anlattı. Hareketin sözcülerinden Muhammed Kenani’nin halen İsrail’de cezaevinde olduğunu kaydeden Şahla, sadece Kenani’nin yaşadıklarının bile Filistin halkının neler yaşadığını gözler önüne sermeye yeterli olduğunu dile getirdi. Hareketlerinin görüşünün Filistin’de tek devletli bir oluşuma gidilmesi olduğunu kaydeden Şahla, şöyle devam etti: “Biz iki devletli bir çözümden yana değiliz. Filistin’de tek devlet olmalı. Bu devlet uluslararası normlara göre kurulmuş, demokratik bir devlet olmalı. İki halkın bir arada yaşadığı bir devlet olmalı. Bunun olması için yıllar önce ülkesini bırakarak göç etmiş Filistinlilerin ülkelerine dönmesi gerekmektedir. Bu çözüm Filistin halkına özgürlüğü getirecektir. Bu sistem Yahudi halkını da koruyacaktır. Bunun sağlanabilmesi için de direnişin devam etmesi gerekiyor.”

Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi Sözcüsü Usama Tamim sözlerine, “Filistin halkının verdiği kurtuluş mücadelesinde yanımızda yer alarak şehit düşen Kürt ve Türk halklarının şehitlerini selamlıyorum” diyerek başladı. Kürtlerin Filistin kurtuluş mücadelesinde önemli bir yere sahip olduğunu kaydeden Tamim, çok sayıda Kürdün Filistin’deki savaş sırasında yaşamını yitirdiğini dile getirdi.

Verdikleri mücadele sonucu bazı kazanımlar elde ettiklerini vurgulayan Tamim, “Bu mücadele sonucunda İsrail Filistin’de yeni yapılar inşa etmekten vazgeçti. Ayrıca yapılan bazı yapıları da kendi elleriyle yıktılar. Bu bizim direnişimiz sonucu gerçekleşti. Kendi içimizde radikal kararlar almalıyız. Çözüm önerilerimiz de, 1967’de kabul görmüş sınırlar çerçevesinde kurulacak Filistin devletinden yanayız. Göç etmiş milyonlarca Filistinli geri dönmeli ve ülkelerinde yaşamalı. Bu önerilerimiz Filistin sorununun kökten çözümü için başlangıç olacaktır” diye konuştu.

 

Nuray Sancar: Kürt ulusal mücadelesinin Türkiye’ye geri dönülmez kazanımlar sağladı

Ararat Salonu’nda ‘Resmi Kültürel Kimliğin İnşaası ve Çözülüşü Sürecinde Yurttaş’ konulu panel ile devam etti. Moderatörlüğünü Dicle Üniversitesi akademisyenlerinden Mahmut Toğrul’un yaptığı panelde, Yazar Şeyhmus Diken, Gazeteci-Yazar Nuray Sancar, Yazar Azad Zal sunumda bulundu. Bir çok ulusun bir arada olduğu Anadolu coğrafyasında ilk önce devlet kurularak ardından ulus oluşturuluduğunu dile getiren Toğrul, Lozan Antlaşmasından sonra da gayri müslümlerin bir potada eritilerek Türk kimliğinin oluşturulduğunu belirtti.

Bir çok kültürün, etnisitenin olduğu Anadoluda sadece Türk kimliği adı altında yeni kimlik oluşturularak diğer kimlikler için eziyetli sürecin başladığına vurgu yapan Toğrul, “Türkleştirilmeyenler de göçertildi” dedi. Türkiye’nin kültürel bir mezarlık olduğuna vurgu yapan Toğrul, “Kürtleri dışında tutarsak ulus kalmadı. Kürtler yok sayılmalarına karşın kendi varlıklarını bugüne kadar devam ettirmiştir” dedi. 12 Eylül askeri darbeyle birlikte kültürel kimliğin içinin boşaltıldığına vurgu yapan Toğrul, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Devlet yöneticileri gibi düşünen bir kimlik oluşturuldu. AKP döneminde de cemaatçi bir yapıya evrilme süreciyle karşı karşıyayız. Ekonomik, sosyal, akademik olarak ilerlemek isteniyorsa cemaat dışında varolunamıyor.”

Gazeteci-Yazar Nuray Sancar da, yurttaş kimliğinin oluşum sürecine değinerek sunumuna başladı. Yurttaş kavramının Fransız devriminden sonra ortaya çıktığını ve tek tek bireyler anlamında kullanıldığını dile getiren Sancar, “Ama sınıfsal, etnik, cinsel, dini farklılıklar var. Türdeş yanından söz etmek mümkün değildir. Yurttaş, kendi kaderi ile ilgili söz hakkı olandır” dedi. Türkiye’de 1920’de kurulan ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) dışlama politikasının ürünü olduğunu ifade eden Sancar, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bir rivayete göre ilk Meclisin delegelerinin listesini Mustafa Kemal hazırlar. Mecliste, Hıyanete Vatani Kanunu çıkarılması, İstiklal Mahkemeleri kurulması kararları alınır. Farklılıklar kabul edilmeyerek dışlanır.” Türk Dil Kurumu’nu da örnek gösteren Sancar, “Anadolu’da Türklerden önce yaşamış kültürleri yok sayar, hiç yaşamamış olarak gösterir. Cumhuriyet dönemi boyunca Anadoludaki eski uygarlıklar unutturulur” dedi. Resmi ideolojinin kadınları da aileye mahkum ettiğini, sadece ev eksenli gösterdiğini dile getiren Sancar, “Son yıllarda kadının Meclistesi temsili artsa da yine de ev eksenli olduğu yaygın kanıdır” diye konuştu.

Son dönemlerde halkların yürüttüğü mücadelelerin de resmi ideolojinin esnemeyen yapısını önemli ölçüde değiştirdiğini dile getiren Sancar, “Ok yaydan çıktı. 25 yıldır sürdürülen Kürt ulusal mücadelesinin Türkiye’ye geri dönülmez kazanımlar sağladığını görüyoruz” diye kaydetti. Bugünkü Meclisin 1920’de kurulan ilk Meclisten farkının dışlanmış her kesimin 2011 Barış, Demokrasi, Özgürlük Bloğu içinde yer alması olduğunu söyleyen Sancar, “Blok yakında kongre, parti olarak oluşacak. Bu süreç doğum lekesi olarak oluşan resmi ideolojiye karşı, ezilen halklar açısından dönüm noktası olacaktır. Türkleştirmeye karşı bloğun önemli rolü olacaktır” dedi.

Sancar’ın ardından Yazar Şeyhmus Diken sunumda bulundu. Diken, sunumuna Soyadı Kanunu’nun çıktığı dönemlerde yaşanan bir öyküyü anlatarak başladı. ‘Türk ve Türklük’ adlı kitabın Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından öğretmenlere tavsiye edilen bir çalışma olduğunu dile getiren Diken, “Kitapta ayrıca Türk Standartları Enstitüsü’nün de damgası vardır. Demek Türklerin de standarda ihtiyacı var” dedi. Kitaptan, “Türk bütün insanlardan üstündür”, “Türk korkmaz”, “Sizi aldatan birine mi rastladınız bilin ki o kişi Ermenidir”, “Türk ırkının özellikleri; cildi beyaz, boy orta, saç sarı, moğol gözü gibi çekik değil, dudak kalın, kafatası orta” gibi Türkleri yücelten ifadeleri alıntılayan Diken, diğer bütün halkların  yok sayılarak bu durumun “Andımız” ile ilköğretim kurumlarına kadar yansıdığını söyledi. Bu uygulamanın kendi kuşağında başarılı olduğunu ifade eden Diken, “Asli kimliğimizle yüzleşme 70’li yıllarda ve Kürt özgürlük mücadelesiyle birlikte gelişti. Devletin 90 yıldır oluşturduğu kimlik intiharı yurttaşların mücadelesi ile sürüyor” dedi.

Yazar Azad Zal da sunumunu Kürtçe yaptı. Zal eski Adalet Bakanı M. Esat Bozkurt’un herkesin Türk olduğunu, Türk olmayanların da Türklerin hizmetkarı olduğunu söylediğini hatırlatarak konuşmasına başladı. Zal, cumhuriyet rejiminin Kürtleri dışlamasına karşı Kürt ulusal mücadelenin gelişktiğine vurgu yaparak, bir çok etnisitenin, kültürün yok edildiğini ancak Kürtlerin kimlik mücadelesini sürdürdüğünü söyledi. Türkiye’deki Türk solunun kimliklere bakışını eleştiren Zal, “Türk solu kendisini enternasyonalist olarak tanımlıyor. Ama bizler Kürtçe konuştuğumuz zaman kabul edilmiyor. Karşılıklı kimlikler, diller kabul edilmeli, sahip çıkılmalı. Umut ediyorum ki bu sorunlar kısa sürede çözülür” şeklinde konuştu.

Sunumların ardından panel, soru ve cevaplarla devam etti.

 

Akşam

Sırrı Süreyya Önder: Mülkiyet hırsızlıktır

Mezopotamya Sosyal Forumu kapsamında Ferat Salonunda ‘Dünyada ve Ortadoğu’da Yoksulluk’ konulu panel düzenlendi.  Selim Ölçer’in moderatörlüğünü yaptığı panelde, BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Sarmaşık  Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir  Kalkınma Derneği Başkanı Selçuk Mızraklı ve  Batman Belediye Başkan Vekili Serhat Temel sunumda bulundu.  Yoğun ilginin gösterildiği paneli, çok sayıda kişi ayakta izlemek zorunda kaldı.

‘Temel hedefimiz sürdürülebilir bir çalışma’

Panelde ilk olarak sunumda bulunan Batman Belediye Başkan Vekili Serhat Temel, ciddi siyasi gelişmelerin ve olayların yaşandığı bir ortamda yoksullukla mücadele etmenin de zor olduğunu belirterek,  şunları kaydetti:  “Aslında yaptığımız çalışmalarda yoksulluğun tam olarak anlaşılmadığını görüyoruz. Yoksulluk kapitalist modernitenin yarattığı bir hastalıktır.  Yoksulluk etik ve ahlaki çerçevede tartışılması gereken bir meseledir.  Dünyada her 4 kişiden birinin mutlak yoksul olduğu tescillenmiş bir bilgidir.”  Batman’da bağımsız bir derneğin yaptığı bir araştırmayı örnek veren Temel, “Batman  50 yıl önce köy iken şu an 400 bin kişilik bir nüfusa sahiptir. Zorunlu göç ile birlikte kentin yoksulluğu daha da artmıştır.  Yoksulluk da kentle aynı oranda büyüyor “ dedi.  Yoksulluğun ırkı ve cinsiyeti olmadığına vurgu yapan Temel,  “Yoksulluk sorununun çözümüne dönük ise önümüzdeki iki yıl içinde 2 bin aileye ulaşmak gibi bir hedefimiz var. Temel çalışmamız ise sürdürülebilir bir çalışma olması şartıyla yürüyor” şeklinde konuştu.

 

‘4 milyon Kürt zorunlu tehcire tabi tutuldu’

Sarmaşık Derneği Başkanı Selçuk Mızraklı ise yoksulluk konusunda dünya çapında çok fazla tartışma ve kavramın olduğunu ancak söz konusu Kürdistan olunca çok daha başka bir fotoğrafla karşılaşıldığını söyledi.  Mızraklı, “Başbakan konuya ilişkin açıklamalarında siyaset erdemi açısından yakışıksız bir dille konuşuyor yoksulluk konusunda. Kürtlerin yaşadığı yerdeki yoksulluğa ilişkin Gaziantep’i örnek vererek, ‘bizim siyasetimizle yürüyen yerlere yatırım yaparız’ gibi bir manaya gelecek şekilde konuşuyor” dedi.

Kürtlerin yoksullaştırılarak kimliksizleştirilmeye devam edildiğinin altını çizen Mızraklı, şöyle konuştu: “Bir şeyi öyle yayarsanız, küçültüp başka yerlere sürerseniz asimilasyonu dayatırsınız. Eğer kaldıkları yerlerde zayıf bırakıp üretim dışına iterseniz göç olur. İsmet İnönü çok ciddi asimilasyon programlarını hazırlamakla beraber, bölgede ekonomik alanlarda ciddi gelişmelerin olmaması yönündeki engelleriyle tanınmıştır mülakatlarında. Celal Bayar ise ‘Ben Kürtlere taş üstünde taş koydurtmam’ demiştir.  İşte böyle bir anlayışları var maalesef. Neoliberal politikaların yoğunluk kazanması süreçleriyle birlikte çok ciddi, özellikle çalışan grupların yoksullaştırılmasına sebep olundu. Türkiye’de giderek, çalışan kesimlerin sistemli olarak daha düşük gelir dilimlerine doğru itildiğini görüyoruz. Bir yandan sendikasızlaştırılmayla bir yandan da ücretlerin düşürülmesiyle yapılıyor . Bu gün Türkiye’de çalışan kesimin önemli bir kesimi asgari ücretle çalışıyor. Ayrıca emeğin sermaye karşısındaki mücadelesi son derece zayıflatıldı.  12 Eylül darbesiyle birlikte sendikasızlaştırılma ve sömürme ile bunlar yaşandı.  Kürdistan’da bunlar yapılırken, bir yandan da korkunç bir yok etme durumu ile karşılaştık.  Kürtler kendi bellek, kimlik ve kişiliklerinden koparılmış hale getirildi.”

Bölgede 4 milyona yakın kişinin tehcire tabi tutulduğunu sözlerine ekleyen Mızraklı, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bunlar yapılırken, bazı iller, mesela Van ve Diyarbakır illeri bir ara istasyon gibi kullanıldı. Buralardan ise Türkiye’nin zengin illerine insanların akışı başlatıldı. Kürdistan şehirlerinin toplam gelire katkısının çok düşük olduğu söyleniyor.  Rakamlar üzerinden adeta siz bizim sırtımızda yüksünüz diyorlar. Eğer biz yük isek, bizi kendi başımıza bırakın dediğimizde ise başka şekilde üstümüze geliyorlar.  Eğer bu açıdan bakarsanız toplam yüzde 5’lik ekonomik değerin buradan yaratıldığını düşünsek bile bu şehirlerde kişi başına düşen gelirin 60’lı sıralardan sonra başladığını görüyoruz. Çok açık ve net bir şekilde Kürdistan ve Türkiye, biri Afrika’da bir ülke biri de batılı bir ülke gibi görünüyor.”

 

‘Kürt meselesinde en çok ihmal edilen alan yoksulluktur’

BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ise yoksulluğun evrensel boyutları ve dünyada yoksullukla mücadele deneyimleri konusunda bilgiler verdi.  Önder,  “Yoksulluk varsa, zenginlik de vardır.  Çalmadan zenginleşmek mümkün değildir.  Mülkiyet hırsızlıktır. Bu ideolojik bir şey değil, matematik bir tespittir. Ortada bir şey var, sen fazla alırsan, benim hakkımdan almış olursun” diye konuştu.  Kürt sorununda en çok ihmal edilen alanın yoksulluk olduğuna dikkat çeken Önder, “Bu da Kürdün izzetinden gelen bir durumdur.  Kürt kadim tarihten beri ne derdini anlatmayı sever ne de yaptığını anlatmayı sever. Bu bir erdemdir. Bunu konuşmayı ayıp sayar. Yoksulluk bölgeye o kadar sirayet etmiş ki biz bunu konuşmayı saygısızlık ve ayıp sanıyoruz. Oysa bu bir insanlık meselesidir ve bunu konuşmayarak bu toprakların birçok meselesine zarar vermiş oluyoruz” diye kaydetti.

Mısır’da halkın yoksullukla mücadele konusunda muazzam bir çalışma yürüttüğünü dile getiren Önder, “Hüsnü Mübarek ile yapılan zımni bir anlaşma ile çalışmanın sonunda  gelinen noktada Tahrir’i hatırlamak lazım. Bu şekilde sosyal iktidarı ele geçirdiler. Eski militer yapı aynı hücrelerle sosyal yardım ve dayanışma alanlarına vakfoldular. Müslüman Kardeşlerin gücü buradan geliyor” şeklinde konuştu. Somali’yi örnek vererek, yardımk eden iktidarın pervazının çok alçak olduğunu ve diz çöktürmeden yardım vermediğinin altını çizen Önder,  “Sarmaşık’ın en çok altı çizilmesi gereken yanı, bu işi bir hükmetme aracına dönüştürmemesi, bir inayet ve sadaka perspektifi ile bir yardım akışı yapmamış olmasıdır. Bu çok kıymetli geliyor bana. Burada bir model çıkarabilirsek eğer, dünyadaki egemenlerin ödünü koparan şey budur. Sen sistemin dışına çıktığın anda sistemin en büyük düşmanı olursun” şeklinde konuştu.

 

‘Yan yana isek bize yoksulluk yok’

Önder, “Yan yana isek bize yoksulluk yok. Dolayısıyla sistemin dışına çıkmış oluyoruz. Bu da egemenleri telaşa sevk eden bir şeydir” diyerek, egemenlerin ekmeği itaat etmenin bir aracı olarak kullandığına vurgu yaptı.

Sunumların ardından panel soru ve cevap bölümüyle devam etti.

 

Alternatif su politikaları tartışıldı

Mezopotamya Sosyal Forumu kapsamında düzenlenen paneller dizisi Ekoloji Çadırı’nda gerçekleştirilen “Ortadoğuda Sulama Politikalrı ve Alternatif Yaklaşımlar” paneliyle devam etti. Panelistler, Ortadoğuda uygulanan ve uygulanması  gereken su politikalarına vurgu yaptılar.

 

Alternatif su politikaları tartışıldı

Ekoloji Çadırı’nda düzenlenen Ekoloji Çadırı’nda düzenlenen “Ekolojik Yaklaşım Bağlamında Enerjiye Bakış” ve “Su Hakkı” panellerinin ardından akşam saatlerinde de “Ortadoğu’da Su Politikaları ve Alternatif Yaklaşımlar” isimli panel düzenlendi.

Panele, Diyarbakır Mühendis ve Mimarlar Odası’ndan Jihat Şengal, Hasankeyf’i yaşatma Girişimi’nden İpek Taşlı, Gazeteci-Yazar Aydın Bolkan ve İranlı Profesör İsmail Kehrom konuşmacı olarak katıldılar.

Panelde İlk olarak konuşan Hasankeyf’i yaşatma Girişimi’nden İpek Taşlı, Türkiye’de uygulanan su politikalarının yanlış olduğunu ifade ederek, bu yanlış uygulamaların çok ciddi sorunları beraberinde getirdiğini vurguladı. Bölgede 20’den fazla baraj yapıldığını belirten Taşlı, yapılan bu barajlardan elde edilen enerjinin bölgede değil, batı illerindeki sanayi kuruluşlarında kullanıldığını söyledi. Taşlı, yapılan barajlarla birlikte 150 bin kişinin zorunlu göçe maruz bırakıldığını; yapılması düşünülen barajlarla birlikte bu sayının 300 bini bulacağını belirtti.

Gazeteci-yazar Aydın Bolkan ise konuşmasını slayt gösterisi ile destekledi. Hükümetin 2008 yılında Diyarbakır’a çıkarma yaparak GAP eylem planını açıkladığını ve 2012’ye kadar GAP’ı bitirmeyi hedeflediğini ve 3 milyon işsize iş sözü verdiğini hatırlatan Bolkan, 2012 yılına 15 ay kaldığını ve şu ana kadar hükümetin bu sözlerini yerine getiremediğini söyledi. Bolkan, ayrıca bölgede yapılan barajlar dolayısıyla iklimde ciddi değişikliklerin olduğunu ifade ederek yağışların %8 azaldığını bu sayının 30-40 yıl içerisinde de %25 lere çıkacağını belirtti.

Diyarbakır Mühendis ve Mimarlar Odası’ndan Jihat Şengal’de Ortadoğuyu büyük su savaşlarının beklediğini belirtti.Fırat Nehri’nin %90’nının Türkiye’de olmasından kaynaklı Türkiye’nin bu durumu diğer ülkelere karşı koz olarak kullandığını belirten Şengal “Su Politikalarında ciddi sorunlar var. Türkiye bu durumla Mezopotamya’nın yukarısını suya boğarken, aşağısını ise susuz bırakıyor” dedi.

Panelde ismi bulunmayan fakat programa sonradan dahil olan İranlı Mitolojist Prof. İsmail Kehrom ise burada konuşulanları dinledikten sonra aslında bütün ülkelerde problemlerin benzer olduğunu ifade etti. Kehrom, İran’da Urmiye Gölü’nü besleyen nehirler üzerinde 36 baraj kurulduğunu belirterek 20 yıl içerisinde Urmiye Gölü’nü kuruttuklarını ifade etti. Hali hazırda 10 barajın daha yapıldığını belirten Kehrom, Urmiye Gölünü besleyen nehirler olmadığı için Gölün tuzluluk seviyesinin Kızıldeniz’i aştığını ifade etti.

Panel soru-cevap şeklinde son buldu

 

Dil ve Ulus

“Dil ve Ulus” başlıklı panelde, demokratik özerklik ve eğitim sistemi masaya yatırılarak, Kürtçenin lehçeleri üzerine tartışmalar yürütüldü. Gençlik Çadırı’nda ise “Kürt Özgürlük Mücadelesi” başlıklı oturumda, PKK Lideri Abdullah Öcalan için ev hapsi talep edildi.

Mezopotamya Sosyal Forumu (MSF) kapsamında Dil Çadırı’nda düzenlenen “Dil ve Ulus” başlıklı panelde “Demokratik Özerklikte Eğitim Sistemi ve Kürtçenin lehçeleri” masaya yatırıldı. Panelin moderatörlüğünü KURDÎ DER Diyarbakır Şube Başkanı Mazhar Aktaş yaparken, İsveç’te Kürtçe eğitmenliği yapan yazar Amed Tigris, yazar Behlül Zelal, Güney Kürdistan’dan gelen Can Ezin Xelo ve yazar Ahmedê Bira ile KCK davası savunma avukatlarından Meral Danış Beştaş konuşmacı olarak katıldı.

 

‘Statüsü yoksa dilin kendisi yoktur’

Mazhar Aktaş, Türkiye’nin 80 yıldır kendi dilini öğretmek için kendi yöntemlerini uyguladığını belirterek, “Biz kendimize göre kendi dilimizi öğrenmeli ve öğretmeliyiz” diyerek panelin açılışını yapan Aktaş’ın kısa konuşmasının ardından sözü yazar ve eğitmen Ahmet Tigris’e verdi. Kürtçenin İsveç’te anadil olarak eğitim sisteminde yer aldığını hatırlatarak konuşmasına başlayan Tigris, Türkiye’de de Kürtçenin bir statüsünün olması gerektiğini söyledi. “Eğer bir dilin statüsü yoksa kendisi de yoktur” diyen Tigris, demokrasilerin gereğinin dillere statü vermek olduğunu dile getirdi. Hindistan, Afganistan ve Latin Amerika’da çok sayıda resmi dil olduğu bilgisini aktaran Tigris, Hindistan’da 24 tane resmi dil olduğunu ifade etti.

 

‘Biz anadilde eğitim istiyoruz’

“Eğer anadilde eğitim verirseniz hemşireler, öğretmenler, avukatlar Kürtçe bilir ve bölgede buna göre hizmet verir” diyen Tigris, “İnsanlar eğer Kürtçenin getirisi olduğunu görürse bu dile olan rağbet artar ve bunu yapmak için sistemli bir eğitim gerekir” diye konuştu. İster konfederasyon olsun ister özerklik olsun Kürtlere anadilde eğitim hakkı verilmesini gerektiğini ifade eden Tigris, “Biz anadilde eğitim istiyoruz. Bu bizim demokratik hakkımızdır” dedi.

 

‘Demokratik özerklikte anadilde eğitim hakkı istiyoruz’

Tigris’in ardından konuşan Avukat Meral Danış Beştaş, Kürt özgürlük hareketinin vermiş olduğu mücadele sonucunda Kürtçenin bazı alanlarda daha çok kullanılır hale geldiğini hatırlatarak, “Demokratik özerklikte anadilde eğitim hakkı istiyoruz” diye kaydetti. Kendisinin de Türkçe düşünüp Kürtçe konuştuğunu anlatan Beştaş, Kürtlerin önündeki örnek siyasi liderlerin Kürtçe konuşması gerektiğini ifade etti.

 

‘Kürtçe dünyanın her yerinde yasaklı’

Beştaş’ın ardından konuşan, Güney Kürdistan’dan gelen Can Ezin Xelo Sorani lehçesi üzerindeki baskılara dikkat çekti. Xelo, Kürtlerin düşmanlarının çok stratejik politikalar izleyerek Kürtler’i yurtsuz bıraktığını ifade ederek, “Avrupa’da birkaç ülke dışında Kürtçe eğitim dili olarak kullanılmadı.Kürtçe halen dünyanın her yerinde yasaklı bir dildir” diyerek tepkisini dile getirdi. Yazar Ahmedê Bira katılımcılara Kürtçe’nin farklı lehçelerinin önemini anlattı ve Kürtçe üzerindeki asimilasyon politikalarının sonlandırılmasını talep etti.

 

‘Barış ancak Öcalan ile gelecek’

Mezopotamya Sosyal Forumu (MSF) etkinlikleri çerçevesinde kurulan Gençlik Çadırı’nda Kürdistan’da Özgürlük Mücadelesi panel düzenlendi. Çok sayıda gencin katıldığı panelde, Onur Sefer, Emek Gençliği’nden Halil Oruç, Demokratik Yurtesever gençliği adına Xece Yaman konuşmacı olarak yer aldı. Kürt ulusal mücadelesinin PKK öncülüğündeki önemine değinen Yaman, ” 40 yıllık süre zarfında Kürtlere çok fazla zulüm yapıldı ama PKK bunun 4 parçada bulunan Kürtleri birleştirendir” dedi. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın üzerinde ağırlaşmış bir tecrittin olduğuna dikkat çeken Yaman, “Devlet şunu unutmuş durumdadır PKK’yi kuran Öcalan’ın kendisidir ve barış ancak onunla gerçekleşecek. Öcalan üzerindeki tecrit kaldırılmalı” dedi.

 

‘Kürtler her türlü zorluğu yaşıyor’

Yaman’ın ardında Emek Gençliği’nden Halil Oruç ise Kürtler tarih boyunca hep ezildiğini son 40 yıl içerisinde ise her türlü işkenceyi yaşadığını ifade eden Oruç, ” 40 yıl içerisinde Kürtler yoksullaştırılarak batı şehirlerinde çalıştırılmaya zorlanıldı. Kendi memleketinde ise pasif hale getirildi. Kürtler 40 yıldır her türlü zorluğu yaşıyor” dedi.

 

‘Öcalan ev hapsine alınmalı’

Konuşmacılardan Onur Sefer ise, Kürt sorunun sadece Türkiye’de olmadığını Ortadoğu’nun sorunu olduğunu söyleyen Sefer, ” Kürt sorunu evrensel bir sorundur. Bu sorun Öcalan’la çözülür. Sorunu çöze bilmesi içinde Öcalan’ı ev hapsine çıkarılmalı. Türkiye Cumhuriyetinin ilanından sonra yapılan Lozan Antlaşmasında Kürtlere ilişkin kısmı iptal edilmeli” dedi.

 

‘Gençlik mücadelesinin yükseltilmesinde kongre hareketine ihtiyaç var

Mezopotamya Sosyal Forumu (MSF) kapsamında “Türkiye’de Gençlik Hareketleri” adı altında panel yapılan panelde konuşan gençlik örgütü temsilcileri Türkiye sosyalist hareketinin Türk ve Kürt halkları arasındaki kardeşliğin pekiştirilmesinde önemli bir deneyime sahip olduğunu belirterek, “Kürt hareketi ve sosyalist hareketin baskı ve sönürüye karşı ortak mücadele yürütmesi gerekiyor” dedi.

Mezopotamya Sosyal Forumu (MSF) kapsamında Sümerpark Kampüsü’nde kurulan Gençlik Çadırı’nda “ “Türkiye’de Gençlik Hareketleri” adı altında panel yapıldı. Öğrenci Kollektifleri Üyesi Uğur Gümüşkaya, Demokratik Gençlik Hareketi Üyesi Anıl Kaya, Yeni Demokratik Gençlik Üyesi Birkan Mengütay ve Demokratik Yurtsever Gençlik Üyesi Muhammed Kaya’nın konuşmacı olarak katıldığı paneli çok sayıda kişi katıldı. Panelin yapıldığı çadıra İbrahim Kaypakkaya’nın fotoğrafının üzerinde olduğu “ Kemalizmden Köklü Bir Kopuş, Devrimci Zoru Halk Pratiğinde Ele Alma” yazılı pankart ile “Ji bo Peşerojame Serhildan” ve “Sosyalizmde Israr İnsan Olmakta Isrardır” pankartaları yanı sıra PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın posteri asıldı. Panel öncesi Hakkari’de kurulan Devrimci Gençlik Köprüsü’nü anlatan sinevizyon gösterimi yapıldı.

 

‘Batıdaki Kürt sorununa ilişkin yanlış algının değişmesinde Türkiye sosyalist gençliğine büyük görev düşüyor’

Panelde ilk olara söz alan Öğrenci Kollektifleri Üyesi Uğur Gümüşkaya, Hakkari’de yapılan Devrimci Gençlik Köprüsü’nün Kürt ve Türk halkları arasındaki kardeşliğin sağlanması yönünde yürütülen mücadelenin sembolik örneği olduğunu belirtti. Türkiye sosyalist hareketinin Türk ve Kürt halkları arasındaki kardeşliğin pekiştirilmesinde önemli bir deneyime sahip olduğunu aktaran Gümüşkaya, “ Deniz Gezmiş’in idam sehpasında Kürt ve Tür halkı arasındaki kardeşliği haykırması bunun en iyi örneğidir. Hakkari’ye gitiğimizde Kürt yurtseve gençliği ile yapılan dnayanışma Türkiye sosyalist gençlik hareketinin özlem duyduğu fotoğraf karesi oldu.  Sınır ötesi operasyonlar   ve KCK adı altında yapılan operasyonlar  ile AKP hükümetinin faşizmde giderek ustalaştığını ifade eden Gümüşkaya, Türkiye’nin batısında Kürt sorununa ilişkin yanlış algının değişmesinde Türkiye sosyalist gençliğine büyük görev düştüğünü söyledi.

 

‘Emperyalist poltitikaların organizasyonu AKP yapıyor’

Demokratik Gençlik Hareketi Üyesi Anıl Kaya da, Türkiye’de gençlik hareketinin anti emperyalist mücadele üzerinden şekillendiğini ifade etti.  Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar Kürt halkı ve diğer dini azınlıkların ötekileştirilmesinin emperyalist politikalardan kaynaklandığını belirtti. Emperyalist politikaların organizayonunu günümüzde AKP’nin yaptığına dikkat çeken Kaya, Kürt hareketi ve sosyalist hareketin baskı ve sönürüye karşı ortak mücadele yürütmesi gerektiğini dile getirdi.

 

‘Kemal Pir ve İbrahim Kaypakkaya örnek alınmalı’

Demokratik Yurtsever Gençliği Üyesi Muhammed Kaya,  herkesin kendi rengi ile kendisini ifade edebileceği gençlik örgütlenmelerinin kurulması gerektiğini anlattı. Türkiye’de gençlik hareketlerin çoğu zaman sunni gündemler ile zaman tükettiğine dikkat çeken Kaya, bin yılların oluşturduğu bir sistemin bir kaç örgütlenme ile ortadan kaldırılmayacağını dolayısı ile geniş tabanlı kongre hareketinin bir an evvel pratikleştirilmesi gerektiğini vurguladı. Türkiye Sosyalist Gençliği’nin Diyarbakır’a gözünü kırpmadan gelerek çalışan Kemal Pir ve Dersim’de cesaret ile örgütleme çalışması yapan İbrahim Kaypakka gibi önderleri örnek alması gerektiğini söyleyen Kaya, “ Toplumun dinamik gücü olan gençlik Türkiye’deki ati demokratik yapının değişiminde önemli role sahiptir. Değişim iddiası ile ortaya çıkan gençlik örgütleri bir çatı altında mücadele yürütmeli. Gençlik mücadelesinin yükseltilmesinde kongre hareketine ihtiyaç var” dedi.

Panelde son olarak konuşan Yeni Demokratik Gençlik Üyesi Birkan Mengütay ise Türkiye gençlik hareketinin tarihsel sürecini anlattı. Türkiye’de 68’lerde anti-emperyalist politika ile ortaya çıkan fikirlerin Kemalizm ile haşır neşir olduğuna işaret etti. Ancak zamanla Türkiye solunun Kemalizmden koptuğunu söyleyen Mengütay,  Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya’nın bu kopuşun sembol isimleri olduğunu belirtti. Kaypakkaya’nın özellikle Kürt sorunu konusunda net bir duruşa sahip olduğuna dikkat çeken Mengütay, “ Kaypakkaya çoğu kesimin Şeyh Sait İsyanı’nda İngiliz parmağı var iddiasına şu yanıtı vermiş. ‘ İngilizlerin parmağı bu isyanda olsa bile bu başkaldırı faşizme karşı yapılan demokratik bir harekettir ‘ şeklinde yanıt vermiştir” diye konuştu.

Panel yapılan soru ve cevap kısmı ile sona erdi.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin