Dünya solunun sivri dilli kahini James Petras, E. Chury Iribarne’ye verdiği söyleşide, solun Libya tavrını, Latin Amerika solunun Latin Amerika sağına karşı hayırhah tutumunu, Kuzey Avrupa sendikalarının aşırı sağın güçlenmesine mahal veren politikalarını eleştirdi…
Uruguay’da yayın yapan CX 36 Radio Centenario isimli radyo istasyonundan Efraín Chury Iribarne’nin James Petras ile yaptığı haftalık röportaj.
Chury: ABD’de bulunan Petras’a bağlanıyoruz. Günaydın Petras, nasılsın?
Petras: Kişisel olarak iyiyiz fakat NATO kuvvetleri ve onun paralı askerlerinin, Libya’da Trablus’u işgal etmeleri nedeniyle politik olarak çok trajik bir gün geçiriyoruz. Bugün, başka şeylerin yanı sıra bu konuda ele alınmalı.
Kulağa hoş geliyor. Bugün için başka bir konu var mı?
Kolombiya’da devam eden sendikacı cinayetleri gerçeği, daha sonra Amerika Devletler Örgütü’nün (OEA) [Kolombiya devlet başkanı] Santos’un yeni hükümeti hakkında söylediklerini tartışabiliriz. Ayrıca, Avrupa’da aşırı sağın büyümesi, işçi sınıfı taraftarlarını nasıl kendine çektiğini ve stratejik bir sorun olarak onlara nasıl güvendiklerini, düşünebiliriz. Zira sağ, önceden merkez sola veya sola oy veren işçileri kendine çekiyor.
Petras, gerçekten kamuoyunun büyük ilgi duyduğu üç konu var gibi geliyor bana. O halde Libya’da son birkaç saat içinde olanlarla başlamamız lazım.
Öncelikle, yeni milenyumun en büyük suçlarından biri olan, Libya ve onun halkına karşı yürütülen bu savaşı tanımlamamız gerekiyor. Gerçek şu ki Kuzey Amerika, İngiltere ve NATO güçleri, 188 gündür bu ülkeye bomba yağdırıyorlar. 188 gündür süren terör ve imha, onların paralı askerleri yıkıcı eylemleriyle yer mücadelesinde toprakları ele geçiriyorlar.
Bütün dünyada kitle iletişim araçları zafer şarkıları söylüyor ve yıkımı kutluyor.
Trablus’tan gelen haberlere göre sadece bu hafta sonu, paralı güçler tarafından işlenen cinayetler dışında, hava kuvvetleri, 1300’den fazla insanı öldürdü ve 5000’den fazla da yaralı var.
NATO, Libya’nın kontrolünü bu paralı askerlerin elinden aldı. CNN, BBC ve El Cezire gibi tüm televizyonlar ve bütün gazeteler, hep birlikte bu insanlık dışı savaşı kutluyor. Meksika’nın La Jornada adlı yayınında, savaşı ve NATO’yu destekleyenlerin kutlama fotoğrafları var. Ve sadece bu da değil, başka bir trajedimiz daha var, ne Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde ne de Amerika’da, tek bir protesto bile görülmedi.
Huzurlu bir ülke ve Afrika’nın en iyi sosyal yardım programına sahip bir başkan imha edilirken, 188 gündür üzerine bomba yağdırılırken, hiçbir barışçı veya solcu grup, bu katliama karşı protesto organize etmedi. Fransa’da, Komünist Partisi’den, troçkistlere ve kendi kendini anti-kapitalist ilan eden partilere kadar onlarca organizasyon var. Hepsi paralı askerleri desteklediler ve bu çatışma sürecini “izleyeceklerini” belirtiler ve de bombalamalara karşı tek bir parmaklarını oynatmadılar. Arjantin, Uruguay ve Brezilya’daki solcu gazetelerde boy gösteren ve Marksist figürler olarak ünlenen bütün şu Fransız entelektüel şahsiyetler, NATO tarafından finanse edilen, desteklenen yönlendirilen bu ayaklanmanın, bu oyunun bir parçasıdırlar.
Bu büyük trajedilerden biridir çünkü emperyalizm ve onun iletişim araçlarının bu suçu desteklemelerini anlıyoruz ama onlar kutlamaları yaparken solun –davanın en iyilerinin– sessiz kalışını hatta kutlamalara katılmasını anlamıyoruz. Sözüm ona zorbaya karşı çıkıyorlarmış. İyi de, kim daha fazla zorba? Bir sömürgeci güç, yaklaşık olarak altı aydır, binlerce, yüz binlerce füze ve bomba yağdırıyor bir ülkeye, onlar Trablusgarp’a girmeden önce kendi halkı tarafından desteklenen ve kendi ülkesinde meşru olan bir hükümete. Ve şimdi tüm halk, hayatını kurtarmak için elinden ne geliyorsa onu yapıyor ve hatta işgali kutlamak için dışarı çıkıyorsa, kovuşturmayı ve cinayetleri önlemek içindir.
Tahrif edilmiş bir ülkeyi bitirecekler, bir sömürge yönetimi, Kaddafi’nin -eğitimin ve ilacın ücretsiz olduğu, çalışanların tatile gidebildiği- tüm sosyal programlarını ortadan kaldıracaklar. NATO’nun hava ve deniz terörizminden kaçmaya çalışırken birçoğu gemilerde ölen, yarı hasarlı teknelerde görülünce terk edilen, sınır dışı edilen binlerce göçmen var. Onlara yardımcı olmak için kollarını bile kıpırdatmadılar. Onları görmezden geldiler, birçoğu hayatını kaybetti. Ortada birçok suç var ve NATO’nun bu korkunç sömürgeci savaşında, düşünmemiz gereken birçok nokta var.
Eğer kitle iletim araçlarından bilgi almaya çalışıyorsan, ben sana hepsinin onlardan yana olduklarını ve bu zaferi kutlamakta olduklarını, söyleyebilirim. Ama en kötüsü de; ne Uruguay, ne Arjantin, ne Avrupa ne de Meksika’da bu sömürgeci savaşın karşısında olan sol bir gazete bulabilmemdir. Brecha gazetesinin (Uruguay solunun efsanevi haftalık gazetesi; ç.n.) bu olay karşısındaki tavrının ne olduğunu ve zamanımızın bu en büyük suçu hakkında nasıl haber yaptığını bilmiyorum.
Şayet biriniz, ünlü Marksistlerin eskiden işgalleri kınayıp kınamadıklarını soru yoruyorsanız, evet, hepsi zamanında ülke işgallerini kınadılar, hatta Kaddafi’den çok daha gerici hükümete sahip olan ülkelerin işgal edilmelerini kınadılar. Troçki ve bütün sol, Haile Selassie rağmen İtalya’nın Etiyopya’yı işgal etmesini kınadılar(1). Kral feodal bir karaktere sahipti fakat hiç kimsenin İtalyan faşizminin işlediği suçu kınama konusunda şüphesi yoktu. Ama bizim dönemimizde, bütün sol, bu işgal ve saldırıları kutluyor.
Dikkat et, tam 188 gün süren bir bombardıman, bir hükümet nasıl bu kadar uzun süre hayatta kalabilir? Çünkü Kaddafi’yi destekleyen sadece kanıtları vardı. Ve başka bir şey daha, korkak ABD ve Avrupa ülkeleri, Libya’nın hiç hava savunma gücü olmadığını biliyorlardı. Libya’nın deniz kuvvetlerine karşı hiç savunması olmadığını da biliyorlardı. Bu yüzden, dokunulmazlıklarıyla bomba yağdırmak için azgelişmiş, zayıf bir ülkenin yüksek güvenlik açığından yararlandılar.
Ve Avrupa solu –marksistler, sosyalistler, komünistler, troçkistler– herhangi bir protesto organize etmedi. “Sol” diye adlandırdıklarımızı gözden geçirmemiz gerektiği de ayrı bir konu.
Söylediklerinin hepsine aynen katılıyorum. Dün gece, Uruguay televizyonunda bilgi eksikliği olduğunu sana söylemeye gerek yok. Libya’dan görüntüler verilirken orada yaşanmakta olan kutlamalar ve zafer turunu vermek için görüntüler değiştiriliyordu. Ama bu genel bir durum, elbette diğer ülkelerde de aynısı oluyordur. Bu konuya eklemek istediğin bir şey var mı yoksa bir sonraki Kolombiya konusuna gecelim mi?
Sahip olduğumuz son rakamlara göre Kolombiya’da bu yılın Ocak ayından haziran ayına kadar 27 sendikacı öldürüldü. Bu dünyadaki en yüksek oran ve hatta Kolombiya’da, dünyadaki tüm diğer ülkelerin toplamından daha fazla öldürülen sendikacı var. 2010 yılında, Kolombiya’da öldürülen sendikacıların tüm dünyada öldürülen sendikacılara oranı yüzde 55 idi. Yani 2010 yılında, hükümet ve paramiliterler 49 sendikacıyı öldürdü. Ve şimdi, hemen hemen yılın sonu, cinayetler bu oranı aştı. Bunlara karşın, Latin Amerika ülkeleri, Kolombiya’yı Latin Amerika toplumunun bir üyesi olarak kabul ediyor, onay veriyor, meşru bir ülke olarak kabul ediyorlar. Hatta Venezüella, Kolombiya ve Juan Manuel Santos hakkında bazı olumlu yorumlarda bulunuyor. Fakat Santos Hükümetinin sorumluluğu altında, 2010 yılındaki Uribe Hükümetinin zamanından daha fazla cinayet var. Bütün bir yılda 27’ye karşılık bu yedi aylık dönemde 49 cinayet. Sendikacıları öldüren rejimlerin bizde kabul görmesi ve neredeyse meşru kabul edilmesi de başka bir yorum konusu.
Bugün, Honduras’ta bir köylü liderinin, toprak sahiplerinin işbirliğiyle hükümet güçleri tarafından öldürüldüğü haberini aldık. Sözde Cumhurbaşkanı Porfirio Lobos ile bir başka ülke cinayetlerini sürdürüyor. Honduras şimdi, Kolombiya ve Honduras’a önemli desteğini sürdüren, demokrasinin büyük savunuculuğunu yapan ABD ve Amerika Devletler Örgütünün, meşru bir üyesi olarak kabul görüyor. Libya’ya karşı terörizmi destekleyen Beyaz Saray’daki bu aynı katiller şimdi Latin Amerika’da terörizmi destekliyorlar. Bunlar antidemokratik, emek karşıtı, yaşamı güvencesizleştiren, halk karşıtı politikaları desteklemeye devam ediyorlar. Ve bir çağrıda bulunuyorum; eğer Latin Amerika kendini ABD’ye alternatif olarak sunmak istiyorsa ve daha insancıl bir alternatif olmak, olumlu bir yüz sergilemek istiyorsa, hepimiz demokratız yanılsamasından kurtulmak zorundadır. Şayet, bu cinayet politikasına karşı Latin Amerika’daki sendikalara alternatif bir program sunulmasının şu anda gerekli olduğu düşünülürse, bu çok az tanıtılır ve hatta halk mücadelelerinde çok daha az kabul görür.
Üstelik Brezilya ve Uruguay’ın askerleri hala Haiti’de ve bu yetmezmiş gibi Brezilya Dışişleri Bakanı Celso Amorim, birkaç gün önce, bir İngiliz gazeteci ile yaptığı röportajda, Haiti’deki Brezilya birliklerini geri çekmeyi düşündüklerini söylüyor. Bunu, işgalden 15 yıldan fazla bir zamandan sonra düşünüyorlar! Ama sadece düşünüyorlar… Haiti’nin yoksul halkına karşı 15 yıldır ABD’nin paralı askerleri olmalarının ardından.
Petras, bugünkü analizi, Avrupa’daki sağ faktör ile ilgili konuyla sonlandıralım.
Peki. İşçi sınıfının kutuplaştığı çok ilginç bir konu var. Ortada enternasyonalizm yok. Örneğin, Güney Avrupa’da, Yunanistan’da, İspanya’da, Portekiz’de ve bir ölçüde de İtalya’da işçiler güçlerini, emekliler ve işsizlerle birleştirerek yürüyüşler, genel grevler, alan işgalleri yaparak sınıf mücadelesi içinde bulunurlarken, Kuzey Avrupa’daki son araştırmalar, İsviçre, Avusturya gibi İskandinav ülkelerinde, aşırı sağın önemli sektörlerdeki işçi sınıfını kendi safına çekmekte olduğunu gösteriyor. Örneğin Finlandiya’da işçiler aşırı sağcı bir partiyi destekliyor. Aynısı Norveç’te oluyor, işçi partililerin ve her şeyin katledildiği haberlerini alıyoruz. Norveç’te seçimlerde ikinci olan parti göçmen karşıtı, Nazileri cezp eden ve İslamofobik bir parti. Avrupa’daki bu bölünmeyi nasıl açıklayabiliriz?
Ben, ekonomik krizin yaşandığı Güneydeki sınıf örgütlerinin hala bir gerçekliği sürdürürlerken Kuzeydeki sendikaların, sınıf dayanışması kavramını ortadan kaldırdıklarını, emperyalizm yanlısı hükümetler ve kapitalizm ile işbirliği söylemi içinde bulunduklarını düşünüyorum. O halde Kuzey Avrupa’da önemli bir mücadele ile karşılaşıyoruz fakat bu mücadele göçmenlere karşı bir mücadele ve aynı zamanda da Güney Avrupa’daki eylemleri reddeden bir mücadele. Çünkü işçi sınıfı, sendikalar ve sosyal demokratlar, Güneydeki ülkelerin finanse edilmesine ve desteklenmesine karşı çıkıyorlar. Norveçli, İsviçreli ve İsveçli vs. işçilere göre yılda daha fazla gün çalışmalarına rağmen Güney Avrupalı işçilerin tembel olduklarını söylüyorlar.
O halde, aşırı sağı destekleyen ve Güney Avrupalı işçileri ve göçmenleri suçlayan bir çift reaksiyon görüyoruz. Neden? Çünkü vicdanın ve sendikalarda siyasi eğitimin ortadan kaldırılması, aşırı sağa, baş düşman olarak göçmen karşıtı zehrini zerk etmesi için uygun bir ortam yaratıyor. Bu bana çok tehlikeli görünüyor. Zira, bu derecedeki bir faşizm, halk kesimlerini kendine çeker, sadece göçmenlere saldırmakla da kalmaz, göçmenleri destekleyen herhangi bir organizasyona da saldırmaya devam eder. Norveç’te gördüğümüz gibi, bu katliamın ve terörizmin nedenlerinden biriydi çünkü emekçi gençlik göçmenleri destekliyordu. Hatta genç kurbanların önemli bir oranı göçmen çocuklarıydı, Türkler, Araplar vb gibi. Bu bir tehlikedir. Faşizm göçmenlere, komünistlere saldırarak başlar ve merkez sol partilere saldırarak bitirir.
Bu sıcak konular üzerine yaptığın yorumları çok aydınlatıcı buldum. Çok teşekkür ederim. Uluslararası durumu analiz etmek için pazartesi günü tekrar bir araya gelme sözü veriyorum.
Çok iyi Chury. Seni ve aileni içtenlikle kucaklarım.
(1) 3 Ekim 1935: İtalya, Benito Mussolini’nin yayılmacı politikası çerçevesinde Etiyopya’yı işgal etti. 1935–36 yılları arasında yedi ay sürdü.
[Radio36’daki İspanyolcasından Atiye Parılyıldız tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]