Ülkede ilan edilmemiş olağanüstü hal uygulaması apaçık devrede. Polisin bu tavrı karşısında sağdan sola her kesimden binlerce insan meydanlarda topluca: “İşgallere Son” “Tatil Bitti, Evine Dön Ayşe” “Kıbrıs Kıbrıslılarındır” “Bu Memleket Bizim” “Biz Yöneteceğiz” “Polis Devletine Hayır” sloganları artık sokağa inmiş, geniş halk kitleleri tarafından haykırılıyor. Yeni Kıbrıs Partisi’nden Alpay Durduran ve arkadaşlarının 22 yıldır yılmadan söyledikleri şeyler kamuoyunda artık kabul görüyor. Aslında tüm bunlar rejim için sonun başlangıcı ve çanlar bakalım kimler için çalıyor?
Yağdanlık, makinelerin küçük dişlilerini yağlamak için kullanılan avadanlıktır. Gres ise büyük dişliler, çarklar dönmediğinde dönmesi icin konan ve yoğunlaştırılmış sıvıdan oluşan bir tür yağ cinsi olup halk dilinde adına Graso denir. Kıbrıs’ın kuzeyindeki sözde ekonomik paket TC’nin istedigi süratte gitmeyince, şimdiki Meclis Başkanı Cemil Çicek: “Kıbrıslıya bir şey yaptırmak çölde su bulmaya benziyor” dediğinden yağdanlıklar yetersiz kalınca devreye çarkcıbaşılar ve grasocular kondu. Nitekim,yapılan ilk seçimlerde ÖRP-CTP-BG hükümeti değiştirildi ve yerine UBP getirildi. Benzetme biraz ironik ve ağır olsa da maalesef bizim gerçeğimiz bu!
Grasoladılar anam da grasoladılar
Başbakan Erdoğan 19-20 Temmuz’da törenleri bahane ederek KKTC’ye geleceğini duyurunca grasocular da harekete geçti. Bu ziyaretin bir sınav olduğunu bildiklerinden verilen talimatların harfiyen yerine gelmesi için inanılmaz bir çaba gösterdiler. Emir komuta zincirinin kusursuz çalışması için bol tarafından graso kullanmayı da ihmal etmediler; grasoladılar anam da grasoladılar… Unuttukları şey, grasonun ölçüsünü kaçırdığınızda çalışan makinenin dişlileri durmadığı gibi frenleri de tutmaz. Böyle olunca züccaciye dükkanına girmiş fil yavrusu gibi heryeri kırıp geçirdiler.
Sendikal Platforumun üyeleri olmalarına rağmen sendikalarla birlikte hareket etmediler
Ziyarete, Platforumun etkili isimlerinden KTÖS Genel Sekreteri Şener Elcil tepki göstererek bu ziyareti Hitler’in işgal ettiği Fransa’yı ziyaretine benzeterek en anlamlı yorumu yaptı. Akabinde yağdanlıkcılar ve grasocular Erdoğan’a kusursuz hizmet için her cepheden harekete geçti. Önce Başbakan Küçük: “Erdoğan bizim şeref konuğumuzdur, onu en iyi şekilde ağırlamak bizim görevimizdir” deyip sendikacıları hadddini bilmezlikle suçladı. Ardından ana muhalefet partisi CTP-BG: “Misafirimizdir” deyip, demokrasinin temel görevinin eleştiri mekanizmasını çalıştırmak olduğunu ve Sendikal Platforumun bir üyesi olduğunu unutarak sendikalarla birlikte hareket etmeyeceğini açıkladı. Sahşen hiç şaşırmadım. Daha önceki yazılarımda da sizlere belirtiğim gibi, CTP-BG Platforum’un dengesini bozmak için orada bulunmaktadır. Düşünsenize; bu siyasi partinin ruhani lideri Talat eylemlerin hiçbirisine katılmamış, destek vermemiş ve hatta aynen Erdoğan gibi “Marjinaller” diye de eleştirmişti. Halefleri de ondan farklı davranmamayı seçti. Tek bir amaçları vardır: Erdoğan’ın yeşil ışık yakmasıyle yeniden hükümet olabilmek! Kıbrıslı Türklerin erimesi de çürümesi de onları pek ilgilendirmiyor aslında. Polisin sivil otoriteye bağlanmasını, ülkeye demokrasi gelmesini, her ne kadar dillerinden düşürmeseler de federal çözüm onları pek ilgilendirmiyor. Kaybettikleri koltucukların peşinde onlar. Eee, Erdoğan da bunu bildiğinden Meclisteki tüm siyasi partrilere her istediğini yaptırmaktadır.
Biri yağlarken diğeri grasoluyor!
Erdoğan geleceği icin devletin bütün imkanları harekete geçirilmis, geçeği tüm yollar temizlenmiş, “Belediyeler” 4 yılda vermediği hizmeti bir haftaya sığdırmış. Yol kenarlarına bu Temmuz sıcağında binlerce ağaç fidanı ekilmiş, yeşil görüntüsü verilmeye çalışılmış ama tabii ziraatçilikten azıcık anlayan birisi o fidanların hiçbirisinin yaşamayacağını da pekala biliyor. Fidan dikmenin mevsimi olmadığı gibi, Erdoğan ayrıldıktan sonra bir defa olsun bile sulanmayacak halbuki zavallıcıklar. Her yer boyandı parladı, aklandı paklandı. Bunlara rağmen Erdoğan işini şansa bırakmayıp kendi ekibini de adaya gönderdi ve adadaki tüm Bilboardlara kendi resmi konuldu. Konuşma yapacağı otobüsten tutun da tüm ekipmanı Türkiye’den getirildi. Emrinde KKTC’nin militer gücü ve bir Polis ordusu olmasına rağmen kendi güvenlikçilerini de beraberinde getirmeyi ihmal etmedi. Anlayacağınız biri yağlarken diğeri grasoluyor!
Her zaman olduğu gibi Polisin yaka numaraları ve isimlikleri yoktu
Erdoğan Kıbrıs’a yapacağı ziyaretten moral depolayıp süksesini artırmak istiyor. Ardından Mısır’a, Tunus’a Azerbeycan’a uğramak istediğini söylüyor. Ziyaretin başarılı geçmesi ve muhalefetin ezilmesi için “Ne gerekiyorsa yapın” talimatını veriyor. Demokrasinin olmadığı ülkelerde hukuk değil emirler geçerlir ve öyle de oluyor.
Sendikal Platforum, Erdoğan’ın adaya varışında Hamitköy kavşağında geçeceği güzergahta eylem düzenleyeceğini açıklıyor. Ama protestocuları bir sürpriz bekliyor: Kavşakta yüzlerce “Polis” orada toplanılmasını engellediği gibi, kalabalığı 300 metre geriye zor kullanarak çekiyor-itiyor ve bunu yaparken de herkesi dayaktan geçiriyor. Müslüman diyarında Dayak cenneten çıkmadır ve ne de olsa çarmıha gerilmiş insanların gelip geçtiği bir ülkenin torunlarıyız biz. Ardından boşalan yere Erdoğan’ı alkışlayacak yağcılar ve grasocular yerleştiriliyor: Heşşa Heyyy… Protestocular görulmesin diye de araya Polis otobüsleri çekiliyor. Yüreklere korku salınsın diye de askeri helikopter göstericilerin üzerinde ha babam de babam uçuruluyor. Kalabalık yuh çekmeye başlıyor. Bunun üzerine Polis acımasızca saldırıyor.
Ve her zaman olduğu gibi Polis’in ne yaka numarası ne de isimlikleri var. Polis bu suçu her eylemde işlemekle kalmıyor, niyetin ne olduğunu da gösteriyor: Polis Devleti’nin Egemenliği!
O bizim misafirimiz ayaklarına yatıp Toplumumuza “Besleme” diyen zat’a kol kanat geriyorlar…
Akşam üzeri direnişin simgesi haline gelen KTHY önündeki çadırda toplanan kalabalığı ve orada bir basın toplantısı yapmayı düşünen sendikacaları kötü bir sürpriz bekliyor, çünkü Erdoğan’ın talimatı kesin ve ziyaret süresince pankart açılmayacak, toplantı ve gösteri yapılmayacak, eylemlerde bulunulmayacak ve en ufak direniş Ezi-le-cek… Direniş çadırının önünde toplanan kalabalığın üzerine Mussolini ve Hitler dönemini aratmaycak düzeyde sayısı bini bulan polis taburları devreye konuyor. Aralarında sivil giyimli olanlardan tutun da Polis bile olmayıp da faşist gruplara üye olup ilerici kesimlerden öç alma duygusuyla yanıp tutuşanlar da var. Elm Sokağının kahramanı Freddy dişlerini bir kez daha göstermek üzere sahnede. EOKA’nın toplumumuza yaşattığı günleri anımsıyor herkes yıllar sonra. Polis coplarından kan oluk oluk akıyor, yüreklere korku salmak için onlarca kişi yerlerde sürüklenerek tartaklanarak darbedilerek tutuklanıyor. Opererasyonu ise TC’li bir militer olan ve Solomu’nun katil zanlısı olarak İnterpol tarafından da aranan şahış yürütüyor. Meclisteki siyasiler Platforumun üyesi olmalarına rağmen ortalıkta kimsecikler yok. Erdoğan’a bağlı militer güçler halka meydan dayağı çekerken, onlar misafire saygı ayaklarına yatıp Toplumumuza “Besleme” diyen zat’a kol kanat gerip, yağ hatta graso çekiyorlar.
CTP hükümet olabilmek için açıkça Sultan Erdoğan’ın havletine çıkmayı bekliyor…
Meşhur siyasiler, Halkın tepkisi üzerine herşey olup bittikten sonra utanma bazar eylem yerine geliyor ama doğal olarak büyük tepki görüyor. Çünkü onlar rejimi yağlayıp grasolarken halk isyan ederek kurulu düzenin dişlerine adeta çomak sokuyor.
KTAMS Başkanı Amet Kaptan, polis tarafindan feci şekilde darba uğrayıp hastanelik oluyor. Keza, diğer sendikacılar da öyle. “Sivil halkın üzerine düşman ordusu bile böyle saldırmamıştı” sözü herkesin ağzında. “Paket uygulanacak” teranesinden halk bu paketin bir Göç Paketi olduğunu çabuk kavramış ama Meclisteki siyasilerimiz koltuk uğruna bunu algılamak istememişti. Siyasilerimiz kendi otoritesine bağlı Polisi halkın üzerine saldırtan Erdoğanı protesto edeceklerine, CTP hükümet olabilmek için açıkça Sultan Erdoğan’ın havletine çıkmayı bekliyor, Çakıcı’nın partisi TDP ise havlete çağrılmak için oynaşıyor!
Yeni Kıbrıs Partisi’nin 22 yıldır yılmadan söyledikleri kamuoyunda artık kabul görüyor
Ülkede ilan edilmemiş olağanüstü hal uygulaması apaçık devrede. Polisin bu tavrı karşısında sağdan sola her kesimden binlerce insan meydanlarda topluca: “İşgallere Son” “Tatil Bitti, Evine Dön Ayşe” “Kıbrıs Kıbrıslılarındır” “Bu Memleket Bizim” “Biz Yöneteceğiz” “Polis Devletine Hayır” sloganları artık sokağa inmiş, geniş halk kitleleri tarafından haykırılıyor. Yeni Kıbrıs Partisi’nden Alpay Durduran ve arkadaşlarının 22 yıldır yılmadan söyledikleri şeyler kamuoyunda artık kabul görüyor. Aslında tüm bunlar rejim için sonun başlangıcı ve çanlar bakalım kimler için çalıyor?
Balkondan konuşmayınca böyle oluyor işte!
Politikalara gelince, Erdoğan yaptığı konuşmalarda paremetrelerin değistiğini bırakın Maraş’ı BM gözetiminde açmayı, Güzelyurt ve Karpaz’ı vermekten vazgeçtiğini ilan ediyor. Asker çekmelerinin ise sözkonusu olmadığını söylüyor. Tehdit sopasını da göstermekten geri kalmayan Erdoğan Kıbrıs Cumhuriyetini tanımadığını, onların AB dönem başkanlığını devralması durumunda AB ilişkilerinin tamamen donacağını söyleyerek santaja ve yalana başvuruyor. Balkondan konuşmayınca böyle oluyor işte! Birileri Erdoğan’a hatırlatmalı; TC, AB ile ilişkilerini zaten dondurmuş durumda! Başbakan bu noktayı halkın gözünden kaçırmak için 2012’deki Rum AB dönem Başkanlığına yönelik olarak şimdiden bahane arıyor. Küstahlık ve patavatsızlıkta o kadar yol almış ki, kendisini Ankara’da ziyaret eden Kıbrıslı gazeteciler gurubuna Ada’ya nüfus taşıdığını açıkca itiraf ediyor, adaya gelişinde ise “KKTC Türkiye’den gelen yatırımcı ve nitelikli insanlara vatandaşlık verebilir” diyor. Cenevre Konvansiyonu veya BM Güvenlik Konseyi kararlarını taktiği yok ve Hitlervari politikalarını da gururla savunuyor.
Erdoğan siyasilerimizi terbiye etmenin mutluğunu yaşıyor…
Mağusa’daki mitinge gelince; burada miting yapmak istemesi TC kökenli nüfusun çok yoğun olmasın kaynaklanıyor. Nitekim kalabalığın tamama yakını TC kökenlilerdi ve bu o kadar sırıtıyor ki Erdoğan kürsüye geldiğinde kalabalık “Türkiye seninle gurur duyuyor” naraları atmaya başlıyor. İşte bu, bizim coğrafyada bir şeylerin nasıl da ters gittiğini çok güzel gösteriyor. Hani “Kıbrıslı Türkler” seninle gurur duyuyor dense anlaşılır da, bu durum dünyada kimselere izah edemeyecekleri bir durum. Kalabalık toplama, ruhtan heyecandan ve samimiyetten yoksun. Oradaki siyasetçilerin ateşli hamaset dolu konuşmalarına rağmen heyecan sıfır noktasında kalıyor. Erdoğan’ın “Kamu Maliyesinde AB’yi geçtik, İspanyadan daha iyi konumdayız” demesi “Boşverin AB’yi” demekle eşdeğer. Konuyu marjinallere getirmesi ve oradaki taşıma topluluğa Sendikal Platform için yuh çektirmesi açıkça bir hedef gösterme idi. Siyasi tetikçilik böyle bir şey işte!
Gittiği her yerde “marjinal” diye tanımladığı bu ülkenin yetiştirdiği yurtseverleri, taşıdığı nüfusa sürekli hedef göstermesi demokrat olmadığını ve demokrasiyi de hiç hazmedemediğini açıkça gösteriyor.
Erdoğan Protokoldeki herkesi konuşturdu. Kentin Belediye Başkanından tutun da, sırasıyla Başbakan İrsen Küçük, Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu konuştular. Daha doğrusu yağ çekip bol bol grassoladılar. “Ötün lan!” dedi, öttüler, “Kesin lan!” dedi, sustular. Küçük ile Eroğlu, Paketin bizim iyiliğimiz için geçirilmek istendiğini söyleyerek insanlarla açıktan alay etmeyi sürdürdü. Halbuki seçimlerde Paketi reddettiğine dair Sendikalarla Protokol imzalayan kendisi değil miydi? Erdoğan ise herkesi terbiye etmenin mutluğunu yaşıyordu. Bütün siyasileri hizaye getirmiş, Polise de istediği sertliği uygulatmaya başararak bundan sonra buralarda nasıl bir Polis yaklaşımı görmek istediğini iyice belletmişti..
İmamın ordusuna yenilmeyeceğiz…
Erdoğan, zaten AB ile de ilişkileri ileriye götürmek istemiyor. Bu konuda hiçbir zaman samimi olmamış, her fırsatta AB’nin bize haksızlık yaptığını söyleyerek AB’yi sürekli dövüyor, dövdürüyor. Böylece Türkiye’de %70 olan AB’ye olumlu bakış oranını sistematik biçimde %39’a düşürüyor. AB’ye karşı daha fazla Takviye yapamayacağını anlayan Erdoğan, kartlarını açıp Milliyetçilik sopasına bir kez daha sarılıyor. Özgürlükçü politikaları seslendirdiğinde AB nezdinde itibarı yükselen Erdoğan, milliyetçilik rüzgarlarına kapılınca kaybediyor, buna rağmen bu politikada ısrar ediyor çünkü özü bu… O gece mitinge gelenler tek tek aranıyor, tüm pankartlar açılıp bayraklar kontrol ediliyor. Bu ayni zamanda bundan sonra mitinglerin nasıl olacağının da bir başka habercisi. Psikolojik baskı sürekli artırılıyor. Erdoğan’ın adada dolaştığı sürede adanın bir ucundan bir ucuna kızgın güneş altında binlerce polis yollarda bekletiliyor. Geçmiş Başbakanların hiçbirisi böyle bir şeye ihtiyaç duymamıştı oysa. O ise adayı binlerce polis eşliğinde dolaşarak hem korkusunu hem de militarizimin dişlerini aleni şekilde dünyaya gösteriyor. “Sizi bir 20 Temmuzda biz kurtardık, istersek yine biz öldürürüz” demeye getiriyor ve herkesin kendisine biat etmesini bekliyor. Halk ise sokakta “İmamın ordusuna yenilmeyeceğiz” diye haykırıyor…
Erdoğan adadan ayrılırken üst düzey bir yetkili eylemlere artık müsaade edilmeyeceğini, KTHY önündeki direniş çadırının da oradan kaldırılacağını söylüyor. Akabinde de haber ajansları Cuma günkü Sendikal Platforumun düzenlediği basın toplantısına Çevik Kuvvet Polisinin getirildiğini yazıyor. Her şey Totaliter rejimlerdeki üsule uygun cereyan ediyor. İç çatışma tamtamları çalmaya başlıyor.