arşivUlus IrkadFuat Fegan nasıl kayboldu? -2- Ulus Irkad
yazarın tüm yazıları:

Fuat Fegan nasıl kayboldu? -2- Ulus Irkad

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Fuat Fegan’ın yaşadığı 1970’li dönem hem Kıbrıs için hem de Türkiye için esasında bayağı karışık bir dönemdir. Soğuk Savaş’a da denk gelen bu dönemi ele alırsak sola karşı büyük bir yıldırma kampanyasının da varolduğu görülmektedir. 1963-64 olaylarıyla üzerindeki travmayı ve çektiği acıları henüz atamayan Kıbrıstürk halkı içte de “BEY” Yönetiminin baskıları ile karşılaşır. Sendikacılık ve particilik bu dönemde oldukça kısıtlanmıştır. İnsanlar partinin p’sini veya sendikanın s’sini bile ağızlarına alamazlar. Türkiye’de ise 1968 olayları ile başlayan bir gençlik hareketi vardır ama sol örgütlerden tutun, emekçi ve  gençlik örgütlenmeleri ve hareketleri de birçok engellerle karşılaşır. İleride Türkiye’nin biraz tolerans kazanmasında etkili olacak olan Sol Gençlik Hareketi ,1971 -12 Mart Darbesi’yle de karşılaşacak ve Türkiye gene bir sol

paranoyasına  yuvarlanacaktır. İşte o dönemde hem Türkiye’de hem de dünyada büyük bir ses getiren büyük ideolog Hikmet Kıvılcımlı’nın yaydığı sol ideoloji, muhakkak Fuat Fegan gibi gençlerin de yardımıyla gençlik hareketi içerisinde taraftar bulacaktır. O dönemde (1968) enklavlar içerisindeki durumu KTÖS’ün kuruluşunda aktif bir rol oynayan Turgut Afşaroğlu şöyle anlatıyordu(Bk.Cahit,N(1988). Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası, Mücadele Tarihi,sf.12):

“Sendikayı kurarken en önemli tartışma isminde oldu, O günlerin askeri havasında “Sendika” sözcüğü konacak isimde kullanılsın mı yoksa “Birlik” mi diyelim diye tartışıyorduk; çünkü o günlerde Türk-Sen’in adı bile –ki daha önce kurulmuş bir sendika idi-Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Federasyonu idi-Ve o güne kadar Türk tarafında tüm sendika adı olarak geçiyordu. Nitekim Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası ayni günlerde kurulurken “Orta Eğitim Öğretmenler Birliği” olarak tescil edilmişti.

O günlerde Sendika-Sendikacı sözcükleri komünistlik çağrışımı yapıyordu. Bunun nedeni ise 1958’lerde Rum sendikalarına üye oldukları için horlananlar gazetelere ilan verip “komünistlikten istifa ettim” diyenler sendika sözcüğünün antipatikliğini de birlikte getirmişlerdi…”

Türkiye’de ise egemen sınıflar hem yeni bir siyasal rejim hem de bağımlı bir ekonomik sistem yaratma peşindeydiler. Bu olgular içinde pek tabi ki Kıbrıs da etki altına girecekti. Öncelikle Türkiye’deki ortam 1971 yılında şöyle özetlenebilir:

“Türkiye için tek bir yol kalıyordu; emperyalist sömürünün ara halkası durumuna gelmek…Yani yabancı kamu ve özellikle özel kesim sermayesinin akarak yerli sermayeyle birleştiği, genellikle azgelişmiş tekniklere dayalı fabrikaların kurulduğu, ucuz emekle tüketime yönelik malların üretildiği bu ürünlerin emperyalizme bağımlı ve sanayileşmemiş öteki ülkelere ihraç edildiği bir ülke olup çıkmak. 1970’ten sonraki ilk yıllarda Brezilya ve Yunanistan bu kategorinin iki tip örneğini oluşturmakta; Türkiye’deki rejim ise benzeri bir çözüme ortam hazırlamaya yönelmektedir.

Bu ekonomik çözüm kendine özgü bazı siyasal yapılar gerektirir. Brezilya’daki ve Yunanistan’daki rejimler de bunun bir ifadesi ve kanıtıdır. Çünkü önce, çok büyük çapta yatırımlara girecek olan yabancı sermayenin her türlü korkudan, kaygıdan arınması ve işgücünün alabildiği kadar boynu bükük bulunması gereklidir. Bu işlemin başarılı olmasında vazgeçilmez koşuldur. Bundan dolayı emperyalizme bağlı bir ülkede sanayileşmenin ancak bir baskı rejimi altında gerçekleştirileceği düşüncesi kabul edilmektedir. Buna ek olarak emperyalist egemenliğin çağdaş gelişme sürecinde, yalnızca hammadde üreten yerli bir işçi sınıfının çok çetin koşullarda çalışmasını gerektiren “pis” çevre kirletici sanayilerin bulunduğu, bağımlı ülkeler ve de en ileri sanayi dalları ve teknoloji olanaklarını elinde bulunduran yani bu dünya çapındaki girişimin karlılığını kendinden yana

işleten emperyalist ülkeler diye bir sınıflamadan söz etmek, sanırız falcılık olmaz. İşte Türkiye’de egemen sınıflar ülkeyi ikinci türden bir bağımlılığın içine itmeye hazırlanmaktadırlar. Emperyalist egemenlikle bir arada yürüyen sanayileşme ülkede sömürüyü bir kat daha artırmaktan başka bir işe yaramaz…”(Yerasimos,S.(1980).Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye,Gözlem Yayınları,İstanbul,sf.943).

Fuat Fegan, böyle bir dönemde hem Türkiye hem de Kıbrıs’taki sol mücadelenin içinde bulundu. Hikmet Kıvılcımlıyla yakın yoldaşlığı ve dostluğu ise sol bilincini daha da artıracak ve onun olayları bilimsel- sınıfsal ideoloji ile yorumlamasını getirecekti.Ama bu dönem oldukça zor bir dönemdi çünkü Türkiye 12 Mart Darbesi’nin de gölgesi altında artık sol örgütlenmeye ve solculara karşı acımasızca bir hareketin de başlamasını getiriyordu:

“…13 Martta kurulan rejim, büyük  toprak burjuvazisi önünde gerilemek zorunda kalınca, var gücüyle solun kökünü kazımaya girişir. Büyük Millet Meclisi’ndeki sağ çoğunluğa gelince, siyasal güvencesi olan anayasayı kaldırmak yolunda hep güç birliği içinde oldu. Sol, bölünmüşlüğünü ve kütlelerden kopukluğunu, militanlarının yaşamı ve özgürlüğüyle pahalıya ödedi. Fakat solun zayıflıkları kişi ve örgütlerin “yanlışlarının” sonucundan çok, içinde geliştiği sistemin parçası olan yapıların bir sonucuydu”(Yerasimos,1988,sf.943). Türkiye’nin eski Dışişleri Bakanlarından İsmail Cem ise “Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi” adlı (1975,Cem Yayınevi, İstanbul,sf.554-555) kitabında ise aynen şöyle yansıtmaktaydı Türkiye’yi:

“Şimdi, geri kalmışlığın alt edebileceği bir düzen, ancak toplumsal sıralamanın değişmesiyle mümkün gözükmektedir. Çeşitli zümrelerin görevlerinde ve önceliklerinde gerçekleşecek bu değişim Türkiye için tek kurtuluş yolu olarak belirmektedir. Özellikle burjuvazinin büyük bir atılımı sağlayacak nitelikte olmadığı, bu niteliklere sahip olabilmesi için dünya ve Türkiye şartlarının artık elvermediği ortadadır. İki yüz yıllık burjuva yaratmak çabaları; ülkeyi kalkındıracak çapta sermayeyi onun elinde biriktirmek, ona Batı’daki örneğinin görevini yaptırmak uğraşısı ve sırf bu uğurda biçimlendirilen toplumsal üstyapı,Türkiye’yi geri kalmışlık sıfatından (memleketin büyük potansiyel gücüne rağmen) kurtarmaya yetmemiştir. Bu kurtuluş, ancak işçi ve köylü kitlelerinin çıkarınca ve bizzat onlar tarafından şekillenecek bir düzende, onların öncülüğüyle

gerçekleşebilir”.

-DEVAMI VAR-

 

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin