Brüksel ziyaretine dönersek, Sendikalar Çarşamba günü Kıbrıs konulu toplantıda Sol grubun organize ettiği bir toplantıda görüşlerini tek, tek ifade ettiler. Özetle somut olarak bir cümlede ifade edersem; Sendikalar toplantıya “Siz hiç kurtarıldınız mı?” sorusuyla başladı ve “Biz 74’den beri kurtarılmanın bedelini ödüyoruz” şeklinde devam etti. TC Başbakanı Sn. Erdoğan Libya Libyalıların, Mısır Mısırlıların derken nedense Kıbrıs Kıbrıslıların diyemiyor. Yorum yapmam gerekirse elbet bir hatırlatan çıkar mutlaka! Tarih bu örneklerle doludur. Sendikalar ayni gün bazı Komisyon yetkilileri ile de görüştüler. Kendilerini ifade ettikten sonra, Komisyon yetkilileri cevaben üstü kapalı da olsa, Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgilenmediğini, gerekli çabayı göstermediğini, AB yolundan sapmalar gösterdiğine dair somut işaretler gördüklerini, yüzünü batıdan doğuya çevirdiğini üzülerek ifade etti. Halbuki Atatürk Türkiye’nin yüzünü hep Batıya çevirmesini hayatı boyunca ifade etmiş olmasına rağmen, onun makamında oturanlar onu dinlememiş, yaptıkları her açıklamada Atatürk’ü dilinden düşürmeyen Askerler dahi Batıdan uzaklaşıp yüzlerini doğuya çevirmişlerdir. Öyledir, çünkü Türkiye’de ve onun yerel alt yönetimi olan Kıbrıs’ın kuzeyinde Demokrasi kimsenin işine gelmiyor! Öğleden sonra yapılan bir başka toplantıda ise Kıbrıs’ın AP üyesi Kasoulides’in ofisinde yapılan toplantıda Kasoulides’in kullandığı bir cümle Brüksel’in merkezinde bomba etkisi yarattı: “Kıbrıslı Türklerin yaşamı ölümcül tehdit altında”
Şener Elcil: “74’den beri bizi kurtarmak için geldiklerini söylüyorlar ama inanın kurtarılmak değil, kurtulmaktır önemli olan”
Perşembe günü önce bazı grup toplantılarına katılan Sendikalar, ardından AP Başkanı Jery Buzek’le görüştü. Yapılan grup toplantılarında KTÖS genel sekreteri Şener Elcil, DAÜ BIR-SEN Başkanı Tevfik Yoldaş ve GÜÇ-SEN Başkanı Memduh Çeto, Kıbrıs’ta yaşanan acı gerçekleri AB üyelerinin önüne bir kez daha koyup dikkat çekmeye çalıştılar. Mitinglerin temel amacını açıklayıp, Kıbrıslı Türklerin temel amacının kendi kendilerini yönetmek olduğunu, halbuki taşınan nüfusla bu iradelerinin ellerinden alındığını, nüfusun 800.000’lere dayandığını, seçilebilmek için TC’nin onayını almanın şart olduğunu, sürekli Türkiye’nin kültürünün enjekte edildiğini ,AB vatandaşı olmamıza rağmen bu haklardan yararlanamadığımızı ifade edip, her üç garantörden de eş zamanlı nüfus sayımı talep ettiklerini dile getirdiler. Ama bir nokta vardı ki çok önemli idi: Sendikalar TC hükümetinin Sun-i islamı yaymak için büyük bir çaba harcadığını, bunun da Kıbrıslı Türklerin yaşam tarzına bir müdahale olduğunu dilleri döndüğünce rakamlarla anlatmaya çalıştılar ve ülkede 186 cami varken, sadece 161 okul olduğuna dikkat çekip, 60.000 Kıbrıslı seçmene karşı 100.000 bin TC’li seçmen olduğunu, bunu kabul edilmez bulup AB’den kendi vatandaşlarına karşı daha etkili müdahalelerde bulunmasını istediler… Dahası bu toplumsal varoluş mücadelesinde uluslararası destek olmadığı takdirde bu mücadeleyi kaybedeceklerini söylediler. Burada Şener Elcil’in söylediği bir cümleye dikkat çekmek isterim: “74’den beri bizi kurtarmak için geldiklerini söylüyorlar ama inanın kurtarılmak değil, kurtulmaktır önemli olan”…
Angelika Wertmann: Gazetelerin ön sayfalarına baktığımda Kıbrıs Türkü açıkça taciz ediliyor, AB toprağı açıkça işgal altında…
Sistematik bir asimilasyonun olduğunu, her alanda Türkiye’nin çöplüğü durumuna düştüğümüzü, Casinolar, Fuhuş açıkça kadın ticareti yapılıp, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı yapıldığının altını çizen Elcil, Kıbrıs’ın AB toprağı olduğunu ve AB’nin de bize karşı olan sorumlulukları çerçevesinde, TC’nin mutlaka uyarılması gerektiğini, bu ülkelere garantör demek yerine terminatör kelimesini kullanmanın daha yerinde olacağını ifade edip; “Bizi gazetelerde her gün hedef gösteriyorlar, tehdit ediliyoruz ve tüm bunlar AB topraklarında oluyor!” dedi. Fransız vekilin ise “Ben karakter olarak her üç garantöre de güvenmiyorum” demesi dikkat çekici idi. Avusturya bağımsız vekili Angelika Wertmann ise “Gazetelerin ön sayfalarına baktığımda Kıbrıs Türkünün açıkça taciz edildiğini görüyorum, hele sendikaların ifade ettiği gibi 220.000 kişinin vatandaş olmak için hak kazanıp sırada beklemesi dehşet verici bir şey. Yapılan iki büyük miting büyük cesaret örneği. Türkiye Avrupaya ait toprak parçasını açıkça işgal etmektedir ve buna mutlaka bir çözüm bulmalıyız” diye görüşlerini ifade etti. Tekrar söz alan Elcil, Kıbrıs sorununu bahane ederek, Kıbrıslıların Türkiye tarafından bir rehine olarak tutulduğunu, yapılan düzenlemelerin adada kalıcı olmak için yapıldığını, adanın öz değerlerinin bir bir TC sermayesine devredildiğini söyledi. Bu kısır döngüden çıkmanın tek yolunun ise Maraş’ın yasal sahiplerine iade edilip Mağusa limanının eş zamanlı olarak açılması olduğunu dile getirip, bunun ekonomiye Big Bang etkisi yapacağını, binlerce insan iş bulurken turizmin patlayacağını, ekonominin de çarklarının dönmeye başlayacağını söyleyip tüm bunların tıkanan çözüm sürecini tetikleyeceğini, 7’sinde tekrardan bir miting yapmak istediklerini vurguladı. Elcil, “Mitingler insanın kendisini ifade etmesi için yapılır. Nüfus bazında bakıldığında katılım oranı bir dünya rekorudur. 3’ncü mitingde insanları kontrol edemeyebiliriz, bu seferki eylem şiddete dönüşebilir” diye de uyardı… Sırasıyla yapılan konuşmalarda, Libor Roucek, Francoise Grossetete, Willy Meyer, Graham Watson, Franziska Keller, Marina Yannakoudakis, hatta ilk gün heyeti yaptığı konuşma ile şaşırtan Nikolaos Salavrakos dahi kendine gelmiş olacak ki çok güzel birer konuşma yaptılar. Kısacası, herkes sendikalara büyük destek belirtip sorunun acilen çözülmesini, işgalin sona ermesini istedi. Bu toplantı sonrasında ise Yeşillerden Helene Flautre ile yapılan toplantı sonrasında orada bulunan bir Türk danışman, Kıbrıslı Türk gruba itiraz edip: “Niye böyle konuşuyorsunuz ki, elimizi zayıflatıyorsunuz” derken, Kıbrıs için politikaların kimler tarafından belirlendiğini de gösteriyordu; tabii ki TC!!!
AP Başkanı Jerry Buzek Sendika Başkanlarını özel olarak karşıladı…
AP Başkanı Buzek de, bir Polonyalı ve Efsane kişilik Walesa ile ayni sendikal hareketin içerisinden gelmekte olduğundan, sendikalara büyük ilgi gösterip onları özel konukların karşılandığı VİP kapısında özel olarak karşıladı. “Sizi anlıyorum. Biz de Sovyetler Birliği döneminde aşağı yukarı ayni sıkıntılardan geçtik. Bugünlere gelmek kolay olmadı. Polonya artık özgür bir ülke. Barışçıl eylemler yapmaya devam edin, bu mücadeleyi kazanacaksınız. Ses verirseniz ses de alırsınız. Biz bu konuda elimizden ne geliyorsa yapacağız” diyerek bütün grubu rahatlattı. Buzek’e gerekli belge ve dökümanlar verildikten sonra, fotoğraf çekiminde Buzek kadınlara da ne kadar değer verdiğini göstermek için, Gruptaki kadınları yanına alıp, 80’li yıllarda Gdansk’da başlayan hareketin başarıya ulaşmasında kadınların rolünün altını çizerek ziyarete gelen gruplar içerisinde kadın olmasına çok dikkat ettiğini söyledi…
Son olarak, kuzey Kıbrıs’a aktarılan 269 milyon Euro’nun proje sorumlusu Di Bucci ile görüşüldü. Di Bucci, kendi düşüncelerini söylemekten çok dinlemek istediğini ifade edip, grubu büyük bir hassasiyetle dinledi ve gerekli gördüğü notları aldı. Beyin fırtınası yaratacak bir iki soru sordu ve can alıcı sorusu ise TC’li nüfusun nasıl geldiğini sorgulayan sorusuydu. Aldığı yanıt: “74’ten beri geliyorlar, hem de organize bir şekilde” oldu. TC’nin taşıdığı nüfusa KKTC vatandaşlığı verilirken gelenlerin sanki de Kıbrıs’ta doğmuş gibi gösterildikleri, bu yüzden nüfus kağıtlarına bakılarak AB yardımı dağıtılmasının adil olmadığı, bu durumun sadece işgal olgusunun bilmeden desteklenip yerleşiklerin daha da kökleşmesine yol açtığı da ifade edilerek Brüksel ziyaretine son nokta kondu.
Hamiş: Sendikal Platformun 3’ncüToplumsal Varoluş Mitingi düzenlendi ve korkulan oldu. Halkın protestolarına, çığlıklarına kulak tıkayan rejim ve onun kuklası Hükümet, tüm uyarılara rağmen Paketi geri çekmeyip tam gaz yola devam etmek isteyince mitingde arbede çıktı. Polisle vatandaş çatıştı ve bunun başlıca sorumlusu da halkın arasına sivil polis sokup provokatif hareketlerde bulunan rejimdi. Hükümet de sorun çözmek yerine koltuk kavgasıyla meşgul olduğu için payına düşeni aldı tabii. Muhalefet’ten ise Ferdi Sabit Soyer, Ömer Kalyoncu ve Mehmet Çakıcı ancak polisin yardımıyla linç olmaktan kurtulabildiler. Eee, siz halkın gündemiyle ilgilenmez de sahte yapay muhalefet yaparsanız, kimse bunu yutmaz canım kardeşlerim ve aklınızı başınıza almazsanız yarın bu sokaklarda da yürüyemezsiniz!