Yönetim halkın desteğini yitirirse yani halkın baskı altında tutulmasına yetecek kadar rüşvet ve işbirliği ile halkın soyulmasını sağlayacak hempa beslenemiyorsa hazır olun isyan haberlerini duymaya. İçteki ayaklanma yetmezse demokrasi ve insan hakları adına dış yardım da hazırda bekler. İsyan büyür ve diktatör yerini yenisine terk eder.
Halk devleti denetlemeyi kararlı şekilde sürdürürse ve yetkililere yemlenen sermaye ve ayak işleri için beslenmesi gerekli hempalar beslenemezse diktatörlük geri gelemez. İnsanlar kanar mı? Kanar tabii ama kitleleri kandırmak her zaman mümkün değildir. İnsan iki şekilde davranır. Birinci, yakın işbirliği içine bulunduğu çevrede çeteleşir ve çetelerin desteğini alan bir diktatör seçimle bile iktidara gelebilecek durumda halkın yani kendisinin olmayan servetleri dağıtarak başta durur. Yakın çevreye göre o merhametli ve başka diktatörlere benzemeyen iyi bir insandır. İkincisi halkın geneli “başka türkü olmaz insan oğlu çiğ süt emmiştir, bal tutan parmağını yalar ve adamın yüzüne vurmuşlar ah arkam demiş” hikayelerini söyler ve gücü elinde tutabilecekleri güçlendirir. Yani onlara ya oy verir ya da yardakçılığını yapar. Çocuklarını bile “büyüklerinin sözünü dinle” diye büyütür.
Münafıklara yani bizim gibi “kimden aldı yahu bu yetkiyi” diye sorgulayacak olanlara karşı bulunmaz bir fırsat olarak bakarlar ve bizim gibileri ihbar ederek göze girmeyi heyecanlar ve iştahla beklerler.
Brüksel’e giden bazı sendikacıları AKEL mi ödemiş ya da kendileri mi ödemiş diye hop oturup hop kalkanlar bu toplumun arasından ne kadar çok hain çıkar diye üzülmüyorlar ama dünyanın en mümtaz millerinin kendi milletleri olduğunu ileri sürüyorlarsa bu işte bir bit yeniği yok mu? Üç kuruşa satılan bu kadar çok insan ve bunlara kanan bu kadar çok ahmak varsa o milletin üstünlüğü mü olurmuş!
Bunlar şakşakçılıkla iktidarı (ne kadar varsa) eline alabilecekleri gözetmiş ve şimdiki iktidarı destekleyerek yetkiyi almasına yardım edip göze girmişlerdendirler. Ustalarının çoğu milletin üstünlüğüne inandığından değil üstün olduğu masalıyla halkı uyutmanın yararına inandığından böyle yapar. Hatta sendikacıların AKEL’den para alıp da borusunu öttürdüğüne inandığından böyle bağırmaz, kedisi gibi alınıp satılmayacak kadar inançlarına bağlılıklarından dolayı kıskananları da vardır, onların bu kadar bağımsız hareket edebilmelerine rağmen menfaatler için değil ütopik bir insanlık anlayışı ile yırtındıklarına inananları da bulunur.İnançları uğruna hareket eden sadece bir avuç kadarı önündeki gerçeklere değil uydurulmuş hikayelerle halkın kandırılmasının gerekliliğine inandığı için böyle yapar.
İnsan haklarının ve demokrasinin şeriatta yeri olduğunu 1400 yıl önce gelip geçmiş bir devrede yapıldığı şüpheli bir uygulamaya bakarak saptamayı insanların bu fani dünyada dokunulmaz, özgür ve bağımsız olmalarını engelleyen tasallutlardan korunması için gerekli önlemleri düşünmeye tercih eden İslam uleması saçmaladığının farkında değil mi? Farkındadır ama özgür düşüncenin olmadığı yerde demokrasiyi savunacaksa saklanacak inançlara gerek duyar. Onlara göre saygı gören ulemadan alıntı yaparak kalkan tutmuştur ve belki sıyırtır. Aralarından çok az demokrasi övgüsü çıkarsa iki sebebi var. Biri en ünlülerinden olan sözde bizim de mezhebimizin kurucusu Abu Hanefi “emiri dinleyin” buyurmuş, diğeri daha somut olarak emirin kılıcının keskin ahalinin de ulemadan çok emir ve çevresinden menfaat ummasıdır.
Ulemanın bile savunmadığı demokrasiyi ve insan haklarını ahalinin anlaması bile zordur. Tahrir meydanı bunları anlamayan ve kısa vadeli çıkarlar uğruna başındaki beladan merhamet bekler durumda yaşayan insanlarını ayaklanmış olmakla ne elde edebileceklerini bize gösterecektir. Eşeğin anırmasına bakacağız, Hoca’nın sözüne değil.
İnsanlar fanidir madem ki kısa vadeli menfaatleri ile uzun vadeli menfaatlerini ayırt edebilecek kadar uyanık olurlarsa daha iyi bir hayata layık olurlar.
İki örnek vereyim.
Biri TÜSİAD’ın Türkiye’deki anayasa değişikliği çalışmalarına bakıldığında görülür. TÜSİAD artık zenginlerin de eskiden olduğu gibi arka peşinde koşmak istemediğini ve hukuka ihtiyacı olduğunu anlamaya başladığını gösteriyor. Zaman yapıyı değiştiriyor. Görecelik kuralını anımsarsak zengin deyince hukuka önem verenin ille de zengin olması gerektiğini sanmamalıyız. Örneğin TÜSİAD bile zenginlerin tek örgütü değildir. Anadolu kaplanları var ama sesleri yok. Müslüman ülkeler kaynıyor ama onların tarafta sanki yaprak kıpırdamaz.
İkincisi zenginlerin ideolojisinin sahiplerinden Ege Cansen’in makalesindeki saptamalar. Bankalar Sıcak Sever başlıklı yazısında (Bazıları sıcak sever isimli filmi anımsattı) Türkiye’de banka patronu veya yöneticisi olup da “sıcak para” sevmemek olmaz diyor. Ne olduğunu da anlatıyor. Önce DÇM (dövize çevrilir mevduat) ile 1980 krizinin çıkışını, sonra “toptancı bankacılık, açık pozisyon ve ofşorculuk gelişti ve bu alicengiz oyunları 1994 ve 2001 krizlerini yarattı, 20’den fazla banka battı ve nihayetinde portföy yatırımları, sendikasyon kredileri ve banka satmalarla sıcak paranın içeri sızdığını hikaye ediyor. Kısacası uyduruk adlar takarak uyduruk anlamlar vererek ve büyük işler çeviriyormuş havası vererek hiçbir ekonomik marifet göstermeden sorumluluğu kamuya yükleyerek halkın parasıyla yabancı paralara yüksek faizler ödetip Türkiye’nin geleceğini rehin alıyorlar büyük bir krize doğru sürüklüyorlar. Ege de bunu eleştirip yüksek (yapay olarak arttırılmış) değerli TL yerine reel döviz kuru uygulamasına geçişi savunuyor. Zenginlerin ekonomiyi zenginlik için nasıl tehlikeye sokup risk aldırdıklarını gösteriyor.
Halklar kısa vadede kâr elde etme uğruna kamuyu kendilerine arka çıkan ve dayılık yapanlara teslim etmemeyi öğrenmedikten sonra güven artırılamaz ve herkes kuşkuyla günü kurtarmaya gider. O zaman da demokrasi falan olmaz.
Araplar bu zelil durumdan kurtulmak isterlerse Tahrir meydanı yetmez. Bana göre her gün öğle zamanı binlerce minareden (akortsuz da) bağrıltı dinlettirilen insanlar kolay şans elde edemezler ama ucundan tutup yolsuzluklara savaş açmakla yola çıkmalı ve adam kayırma ile halkın susturulmasına olanak vermemelidirler.
Kolay gelsin. Bombalarla bu iş olmuyor. Irak az bomba yemedi ama meğer tek dertleri Ali mi halklı Muaviye mi haklı idi sorusuna yanıt bulmakmış gibi din, mezhep ve soy istismarcılarının peşine düştüler. Laik olduğunu söyleyenlerin arasından da çetelerin avane şüreka veya bilmem ne yoplayıp kişisel otorite elde etme kavgası sürdürenler oldu.
Halkın gücünü daha iyi anlamak ve onun desteğini önemsemek gerektiğini olaylar gösterdi. Bugün petrol var diye bu desteğin halkın ayaklanmasını sağladığını ve başarı şansı tanıdığını görüyoruz ama henüz ne başarı var ne de doğru dürüst ilerleme deyip ucuza getirmemek gerek ve bugün petrol yarın başka bir kaynak uğruna derken şansla hep olacaktır diye bilmek gerekir. Hem esas olan her zaman kendi kaynaklarındır.