yaklaşımlarHalil PaşaBU ADADAN İHSAN ALİ GEÇTİ (2) – Halil Paşa
yazarın tüm yazıları:

BU ADADAN İHSAN ALİ GEÇTİ (2) – Halil Paşa

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Bundan 15 yıl kadar önceydi. Şimdiki gibi bir bahar gününün öğleden sonrasıydı.

Hamitköy’deki YAYSAT binasına emektar Vosvosunda eşi ile birlikte uğramışlardı.

Kuponlarını yatırdıktan sonra dükkanın raflarında sıralanmış kitaplara bir göz attı.

O günlerde (1996 yılı olmalıydı) “Yorgacis’in Casusları” kitabı yeni piyasaya çıkmıştı.

Raftan kitabı aldı. Sayfalarını çevirdi.

Aradan 30 küsur yıl geçmişti ve eğer kendini tanıtmasaydı onu tanımayacaktım.

Odama götürüp kahve ağırladığımı hatırlıyorum.

Kar beyazı kesilmiş saçları ve bıyıklarına rağmen, yaşına göre yine de hareketli sayılırdı. Ancak bir zamanlar enklavlardaki askeri örgütlenmenin en tepesinde bulunan ve gettolarımızdaki sivil hayatın zapt-u rapt altına alınmasından sorumlu sert mizaçlı otoriter olduğunu tahmin ettiğim kişi gitmiş, onun yerine, yaşlı-başlı, babacan, munis, sivil-emekli birisi karşımdaydı. Onun bu görünümü, adanın o en çalkantılı geçen 1962-67 arası beş yılı hakkında en küçük bir ipucu vermekten uzaktı.

O günlerde ara-sıra yolları Hamitköy’e taraf düştükçe beni ziyaret etmeyi bir alışkanlık haline getiren emektar gazeteci Özer Hatay ile Mete Tümerkan da kapıda belirince, sohbetimize ister istemez onlar da katılmışlardı.

Kimden mi bahsediyorum.

1962-67 yılları arasında TMT Komutanlığı yapmış Kenan Coygun’dan elbette.

…………………………………………………

Bir ara o elindeki kitabın sayfalarını karıştırırken;

“Paşam, size göre gerçekten de avukatlar ve İhsan Ali “Yorgacis’in Casusları” mıydı?” sorusuna karşılık, o, iki elini dua eder gibi iki yana açıp başını da yukarıya kaldırarak; “Yukarda Allah var be oğlum… Yazıktır günahtır…”

Kime yazık ve günah olduğunu ise konuşmasının devamında anlayabildik.

“Ne Yorgacis’i, ne casusu be!”

“O gerçek bir yurtseverdi.”

Kenan Coygun o gün net bir dille Lefkoşa ile diğer Türk kantonları arasındaki yollarda kurulan barikatlarda (herhalde 1964-67 yılları arasında-hp) Kıbrıs Rum polisinin, Türklere ve seyahat ettikleri araçlarına karşı yoklamalarını sıklaştırdığı günlerde, sadece sivil Türklerin değil ama askeri yöneticilerin arasında da büyük bir sıkıntı yaşandığından bahsetmişti.

Askeri olarak en büyük sorunlarından birisinin de Türkiyeli subayların Kıbrıs Türk enklavlarındaki görev yerlerine nakillerinde ortaya çıktığını, bu nedenle söz konusu nakillerin güvenle yapılması için birkaç kez Dr. İhsan Ali’den de yardım istendiğini, nitekim onun bildirmiş olduğu güzergahlar üzerinde gerçekleştirilen birkaç seyahatte yakalanma veya ihbarla karşılaşılmadığını ifade etmişti.

Coygun, Dr. İhsan Ali’nin sadece bu subay nakillerinin kazasız belasız gerçekleşmesinde yapmış olduğu yardımın bile onun vatanseverliğinin bir kanıtı olduğunu anlatmıştı.

 

İHSAN ALİ’NİN SİYASİ HATASI:

Burada hemen akla “madem casus değildi, neden İhsan Ali TMT tarafından “kara liste”ye alınmıştı?” diye bir soru gelebilir.

İhsan Ali’nin kara listeye alınması bir önceki yazımda bizzat Denktaş bey’in kendisinin Kıbrıs TV’de anlatmış olduğu gibi Rıza Vuruşkan’ın TMT başkanı olduğu dönemindedir ve “vur emri”, Denktaş bey’ göre bizzat kendisinin Vuruşkanı ikna etmesiyle engellenmiştir.

Bana kalırsa İhsan Ali için aleyhine olacak en kritik siyasal kararı, 1970 sonrasında Makarios’un “Sağlık Bakanlığı veya Siyasi danışmanlık” tekliflerinden birisini (Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı siyasal danışmanlığı görevini) kabul etmesi olmuştur.

Ancak siyasi bakımdan yakın olduğu Makarios’u, sürekli olarak Grivas ve Yorgacis’ten uzak durması için ikaz ettiği, ayrıca olası bir Yunan Cuntası darbesinden bahsederek Makarios’a öneriler sunduğu da İhsan Ali’nin “Hatıralarım” isimli kitabından öğrendiğimiz diğer bir siyasi gerçekliktir.

Ancak Cumhurbaşkanına yaptığı önerilerin ne yazık ki Makarios tarafından pek dikkate alınmadığını da yine İhsan Ali’nin aynı kitabından öğreniyoruz.

Aslında İhsan Ali, Makarios’un EOKA ve fanatik Elenlerin baskısı altında siyaset yaptığını fark ettiği anda istifa etmek istemişti. Ancak her nedense bu durumda Makarios’un onlar karşısında zorda kalacağını düşünerek birkaç kez istifa etmekten vazgeçmiş. Ama istifa etmemekle de Kıbrıslı Türkler arasında ne kadar büyük bir yara aldığını belli ki gör(e)memiş ya da görmek istememiştir…

NE RUM VE NE DE TÜRK CASUSU!.. O BİR KIBRIS SEVDALISIYDI.

İhsan Ali hakkında kişisel düşüncelerini, dönemin TMT istihbaratında çalışmış bir Kıbrıs’lı Türk subaya (A.O.) sorduğumda bana:

“İhsan Ali’ye casus denecekse eğer, özellikle askeri konularda bizim teşkilata daha çok fayda sağlamıştı. Dolayısıyla İhsan Ali olsa olsa, ancak bir “Türk casusu” olurdu…” diye cevap vermişti.

Bana bunları söylerken o gün yanında daha önce milletvekili seçilmiş (O.P.) da vardı.

Ne ilginçtir ki onu “Türk dostu” göstermek isteyenler için İhsan Ali illa ki bir “Türk casusu” olmak zorundaydı.

Makarios ve Rumların imgeleminde ise, İhsan Ali’nin illa ki “dost” olması için de bir “Rum casusu” olması gerektiği yönünde bir siyasi algı var mıydı?

Sanırım…

Çünkü o yıllarda Makarios kendisi de dahil tüm siyasal çevresi, Grivas ve Yorgacis kadar radikal olmasalar da Elen Milliyetçiliğine gönül vermiş siyasal kadrolarla çevriliydi.

Ancak kesin olarak belirtmekte yarar var, İhsan Ali’nin öyle “büyük maddi menfaatler” karşılığında ne “Türk casusu”, ne de “Rum casusu” olduğunu ispat edecek herhangi bir delile rastlanmış da değildir.

Sanırım Kıbrıs’ın o yılları (1963-74) çok zor yıllardı. Ve iki toplumun birlikte yaşayacağını ısrar ve inatla savunmak, bugün için artık kanıksanmış olsa da, o yıllarda bunu dillendirmek, kişiyi “Kıbrıs sevdalısı” yapmazdı ama, mutlaka “hain”, “casus” yapmaya ve Teşkilatın “kara listesine” dahil etmeye yeter de artardı bile…

Bu nedenle İhsan Ali’nin, gerçekten de döneminin “yalnız ama cesur bir Kıbrıs Cumhuriyetçisi” olduğunu vurgulamakta yarar vardır.

 

“KENAN İNATÇI”NIN GÖZÜYLE İHSAN ALİ:

Kenan İnatçı, Baf’’ta polisti. Asıl görevi TMT’de istihbarat ve tahkikat soruşturması yapmaktı. İnatçı, Dr. İhsan Ali’yi yakından tanırdı. Belirtmiş olayım, Kenen İnatçı, Afrika gazetesinde yazıları çıkan Kuzey Kıbrıs’ın entelektüel sanatçılarından Ümit İnatçı’nın da babasıdır.

1996 yılıydı. “Bir İhanetin Belgeseli” adlı kitap yeni piyasaya sürülmüş, söz konusu kitapta Dr. İhsan Ali “Vatan Haini” olarak nitelendirilmişti. Bunun üzerine Kenan İnatçı, İhsan Ali’yi yakından tanıyan bir kişi olarak konuyla ilgili bildiklerini aktarmak ihtiyacını duyar. On beş yıl önce yayınlanmakta olan “Kıbrıslı” dergisinde kendini 1960’lı yılların canlı bir tanığı olarak nitelediği yazısında, şöyle yazar: “… Ama, doğrular içinde bir doğru daha vardır. O doğru da, Ne Dr. İhsan Ali, Rauf Raif Denktaş’tan daha az hain, ne de Rauf Raif Denktaş, Dr. İhsan Ali’den daha çok milliyetçidir. Pek tabiidir ki; insan herhangi bir konuda bir görüş ortaya koyarken bir bilgi birikimine ihtiyaç vardır. Benim bilgi birikimim hayat hikayemde. Dr. İhsan Ali’yi, görevimin verdiği fırsatlarda da Rauf Raif Denktaş’ı tanıma olanaklarından kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan nesli tükenmekte olan bir kuşağın canlı belgeseli olarak Dr. İhsan Ali tartışmasına katılmayı kendime bir görev sayarım.” (*)

KIBRISLI GİBİ DAVRANMAYI AMAÇLADI AMA BAŞARAMADI.

Öyle anlaşılıyor ki İhsan Ali, İngiliz Sömürge Yönetimine karşı heyecanlı bir Atatürkçü ve Türk Milliyetçisi olarak başladığı siyasi serüveninde, yıllar geçtikçe ve özellikle Kıbrıs Cumhuriyet’inin kurulmasından sonra, Kıbrıslılık kimliğini daha çok öne çıkarmaya başlar. Ona göre Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum liderlerin ve önde gelen siyasilerin eylem ve söylemleri, yeni kurulan ortaklığın, yani Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin yaşamasını belirleyecekti. Bu nedenle, iki toplumun liderliğinin kışkırtıcılıktan, ırkçılıktan ve ayırımcılıktan uzak durarak, tüm Kıbrıslıların, Rumların, Türklerin barış içerisinde bir arada yaşayabileceklerini açıkça dillendirip istemelerine, bu yönde çaba harcamalarına bağlıydı. Bunun için de Türkiye ve Yunanistan’ın, her iki toplumda Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası tarafından yasaklanan bölünmeyi (Taksim) ve ilhakı (Enosis) savunan liderleri değil, ama Kıbrıs Cumhuriyetinin devamı için çalışacak siyasi kişi ve örgütleri teşvik edip desteklemesi gerekirdi.

İhsan Ali bu düşüncesi nedeniyle gerek Taksim arzusundan vazgeçmeyen TMT yönetimi, gerekse Kıbrıs Türk Liderliği ile siyasal antlaşmazlığa düştü. Görüşlerinden taviz vermediği için de yaşamı boyunca kronik bir muhalif olarak bilindi. Baf kasabasında sayılan ve sevilen bir kişi olmasına rağmen Kıbrıs Türk Liderliği ve Teşkilat tarafından sürekli olarak rahatsız edildi ve bazen ölüm tehditleri aldığı bile oldu.

İhsan Ali’nin, Kıbrıs Türk Liderliği ile yollarını tamamen ayırıp köprüleri atması, 1963 yılında patlak veren olayların da öncesine rastlar aslında.

1959 yılında ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyeti devletinden sonra Türkiye’de 1960 yılında gerçekleşen 27 Mayıs İhtilali’ni büyük bir coşkuyla karşılamış olan Dr. İhsan Ali, Dr. Turan Korun’un anlatısında o dönemde Baf’ta “27 Mayıs Fikir ve İnkılap Kulübü”nün de kurulmasına öncülük etmişti. Kulüp özellikle sabık Menderes hükümetiyle çok derin ilişkler içerisinde bulunan Kıbrıs Türk Liderliği’ne karşı daha açık bir siyaset gütmüştü.

Dr. İhsan Ali 27 Mayıs Askeri Darbesini takiben: “Muhalefetsiz demokrasi olmaz. Muhalefet olmayan yerde ancak diktatörlük hüküm sürer” (**) şiarıyla, 27 Eylül 1960 tarihinde siyasal cinayete kurban gidecek olan avukatlarla birlikte “Kıbrıs Türk Halk Partisi”nin de kurucu üyeleri arasında yerini almıştı.

“27 Mayıs İhtilali” sonrasında adaya gönderilen ve Kıbrıs Türk Liderliği ile ters düşen Kıbrıs kökenli Türkiye Büyükelçisi Emin Dırvana ile yakın ilişkilerde bulunan ancak daha sonra Teşkilatın silahşorları tarafından siyasal cinayete kurban gidecek avukatların çıkardığı Cumhuriyet gazetesinde Kıbrıs Türk Liderliği ve TMT’ne muhalif yazılar kaleme alır.

Dr. İhsan Ali, 1963 yılında patlak veren toplumsal olaylarda TMT’nin zorlaması olmasa aslında Kıbrıslı Türklerin gettolara çekilmeyeceğini, Kıbrıs Cumhuriyeti çatısı altında iki toplumun birarada yaşayabileceğini düşündüğünü açıkça ifade eder. Nitekim olaylar patlak verdiğinde evini terk ederek, TMT’cilerin denetiminde oluşturulan Kıbrıs Türk gettosuna taşınmaz. Bu tavrı karşısında, Teşkilat, kapısını çalar. Güzellikle ya da zorla!.. Onu TMT’ye katılmaya ikna etmek için, gerek Nalbantoğlu gerekse diğer teşkilat üyeleri epeyce uğraşırlar. Ama ne Taksim politikalarını desteklemeye, ne de Türk gettosunda yaşamak üzere evini terk etmeye ikna edemezler İhsan Ali’yi.

Güzellikle olmayınca onu taciz de ederler, korkutmaya da çalışırlar. Böylece Dr. İhsan Ali ile Kıbrıs Türk Liderliği arasındaki ipler tamamen kopar.

Sonuçta İhsan Ali kendi doğru bildiği siyasi yolda, Kıbrıs Cumhuriyetinin yaşatılması yolunda ısrar ve devam eder. Israrını Makarios’un siyasi danışmanlığını kabule etmeye kadar götürünce, hem ailesini hem de yakınlarını tehlikeye atar. Çünkü onun bu son siyasi tavrı, Kıbrıs Türk Liderliği ile Teşkilatın kendisini yeniden ve çok da zorlanmadan yaygın bir şekilde Kıbrıslı Türkler arasında “hain” olarak damgalayıp kolayca teşhir ve tecrit etmesine yol açar.

İlginçtir Rum fanatikler de Makarios’u, İhsan Ali’ye verdiği siyasi danışmanlık görevi nedeniyle epeyce eleştirirler. Çünkü Elen Milliyetçiliğinden etkilenmiş geniş bir kesim İhsan Ali’ye kendi toplumlarının dışında bir “yabancı” olarak ve dost olmayan bir gözle bakarlar.

Sonuçta İhsan Ali Kıbrıs Cumhuriyetini savunmakla, “Ne İsa’ya, Ne de Musa’ya” yaranmakla kılmaz. Kendi toplumundan, Kıbrıslı Türkler arasından da adeta dışlanır.

 

KIBRIS CUMHURİYETİNİN DEVAMI  İÇİN DENGELERE OYNADI:

Öyle sanıyorum ki İhsan Ali Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edildikten sonra siyasi olarak sonuna kadar bir Kıbrıslı gibi kalıp yaşamakta ısrarcı ve inatçı oldu. Özellikle iki toplum arasında kan dökülmemesi amacıyla adadaki siyasi ve askeri dengelere oynadı. Bu şekilde arayı bulacağını, bunun sonuçta adada iki toplum arasında barışı getirebileceğini sandı ve yanıldı.

Teşkilatın tehditlerine aldırmaksızın Kıbrıs Rum kesiminde kalan evini terk etmeyişi, öte yandan 9 Mart 1964 tarihindeki Baf olayları sırasında ağır silahlarla saldırıya geçen Rum para-militer güçlerini durdurmak için kişisel olarak çaba harcaması…

Özellikle Baftaki Teşkilat içerisinde çalışmış ve aradan geçen bunca yıldan sonra bile kendisini hala birçok sayan ve seveninin bulunması…

1974 öncesinde, Makarios’un önerilerini uygulayamayacak durumda olduğunu anladıktan sonra ve de görevi kabul ettiğine pişman olmasına rağmen yine de belki “EOKA B”ye karşıve olası bir Yunan Cuntası darbesine karşı faydası olabilir ümidiyle siyasi danışmanlığını sürdürmeye devam etmesi…

Denktaş, İhsan Ali’nin BM Komutanı General Thimoi’ya “şu Baf Türklerini 15-20 TMT teröristi zorla bu hale soktu.. Bu 15-20 kişiyi temizleyin Baf Türkleri kurtulsun” dediğini aktarmaktadır…

Buna karşın TMT bölge komutanlarının güvenle bölgelerine gidişinde Dr. İhsan Ali’nin birkaç kez istihbarat yardımında bulunmuş olması da başka bir ilginç konudur.

Bu ve benzeri olaylar onun niyetinin Kıbrıslılık adına kendince dengelere oynamaya çalıştığının bir nevi ispatıdır sanki…

Dr. İhsan Ali’nin yaşamı boyunca evrilen siyasi düşüncesine bakıldığında ve onun “Hatıralarım” isimli kitabı okunduğunda ve de dönemin gazetelerinde çıkan makaleleri incelendiğinde,  Kıbrıs sorununun arkasında, İngiliz, Amerikan ve anavatanlardan kaynaklı dış karışmalardan şikayetçi olduğu görülür.

Çünkü belirtmiş olduğumuz gibi o Kıbrıslıların birada yaşayabileceğine inanmaktadır.

Aksi halde adada iki tarafın da büyük acılar yaşayacağı çatışmalar ve bölünme kaçınılmaz olacaktır.

İşte bütün bunlardan dolayıdır ki, Dr. İhsan Ali ismi, “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamındaki ısrarcılığı ve inatçılığı nedeniyle, kendisini, ailesini ve yakınlarını acılar ve bedeller ödemek zorunda dahi bırakan siyasal kişiliği olarak hatırlanacaktır” diye düşünüyorum.

 

O YILLARDA ADADA BARIŞI SAVUNANLARIN KADERİYDİ YALNIZLIK

Ne siyasi dengelere oynayabildi, ne de siyasi eylem ve söylemleri benimsendi çevresinde İhsan Ali’nin. Dahası ne kendi toplumunda ne de Kıbrıslı Rumlar arasında yeterince taraftar bulabildi siyasi görüş ve düşüncelerine.

Sanırım o dönemde Kıbrıslı Rumlar arasında da eğer İhsan Ali gibi düşünen kişiler varsaydı bunlar örneğin Plutis Servas gibi bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar sayıca az ama cesur insanlardı.

İhsan Ali Kıbrıslıların bir Kıbrıslı gibi düşünüp davranması için çok uğraştı. Bedel ödedi. Ancak yaşamı boyunca siyasal düşünceleri, Baf dışında az sayıda Kıbrıslı arasında taraftar bulabildi. O Kıbrıs ve Kıbrıslılar için uğraştı. Ama Kıbrıslılar ona destek olmadı.

Bana göre İhsan Ali, sırf adada kan dökülmemesi için gerek Kıbrıslı Türklere, gerekse Kıbrıslı  Rumlara, her iki tarafa da, kendince “naif” ve direk şiddete yol açmayacak yardımlarda bulunmuşsa eğer, bütün bunları ne Türk casusu, ne de Rum casusu olduğu için yapmıştır. Onun hayat hikayesinin bütününe baktığımızda öyle anlaşılıyor ki, Dr. İhsan Ali adada barışın ve bir arada yaşamanın gerçekleşmesi için doğru olduğuna inandığı ve siyasi olarak da ahlaki bulduğu, her türlü eylem, söylem ve yazma işini, özgürce ve mümkün olduğunca korkusuzca yapmıştır. Sonuçta ölümüne kadar hayal kırıklıklarıyla karşılaşmış olsa bile.

Tabii ne yazık ki o yıllarda adada barış için ahlakçı siyaset üretmenin taraftar bul(a)mayacağı “demokrasi ve özgürlük” gibi kavramların geçerli akçe olmadığı zor günlerden geçilmekteydi.

Bugün Kıbrıs’ta artık nüfusun önemli bir bölümünün reddettiği ve Dünyadan yasaklanmış olan ırkçılık, ayırımcılık, anakronik milliyetçilik, kimlik üzerinden nefret söylemi ve zorla ekonomik içe kapanma, günümüzde artık ilkel bir yaşam biçimini ifade ediyor olsalar da, o günlerde her iki liderlik söyleminde tek geçerli olan şeylerdi. Bunların tersini, Kıbrıslıların bir arada ve barış içerisinde yaşayabileceğini söylemek, milliyetçiliği değil de insanı merkezine alan siyasetleri savunmayı gerektiriyordu. Bu ise o günün koşullarında gerek Kıbrıslı Türk, gerekse Kıbrıslı Rum toplumlarında ancak ölümü göze almış kişilerin harcıydı.

Nitekim milli kimliklere dayalı nefret politikalarının peşinden savrulmak yerine, merkezine insanı alan siyasi duruşu İhsan Ali’nin taraftar bulması bir yana, onun kendi toplumundan dahi “tecrit” olmasına yol açtı.

Dünyanın birçok ülkesinde aydınların başına gelen yalnızlık, ne yazık ki bu küçük adada onun da başına geldi.

Siyasi düşüncesinde ne kadar insani ve dolayısıyla ahlaki olsa da, kendini açıkça destekleyecek siyasi taraftarı bulmakta başarılı olamadı İhsan Ali.

Baf’ta sadece Kıbrıslı Türkler değil, Kıbrıslı Rumlar arasında da çok sevildi sevilmesine de… Ama cesur olmak kadar, korkmak da insanlık hallerindendir ve doğal bir şeydir. Kıbrıs insanının adalı çekingenliğinden mi ne; bir yandan “güçlüden yana olmak” diğer yandan da iki örgütün şiddeti ve propagandası altında kendi milliyetine “ihanet” etmiş bir iç düşman ilan edilebilme ihtimalini göz önüne alarak, Rum ve Türk hastaları ve çok sevenleri dahi bir dönem uzak durdular ondan.

Kıbrıs Türk Liderliği ise İhsan Ali Makarios’un siyasi danışmanlığını kabul ettikten sonra, onun “katıksız bir hain” olduğunu, radyo, gazete ve dedikodu araçlarıyla etrafa yaymaktan sanki önceden böyle bir siyasal fırsat kolluyorlarmış gibi bir an için geri durmadılar.

Öte yandan Kıbrıslı Rumların siyasi olduğu kadar ruhani lideri de olan Makarios tarafından Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı siyasi danışmanlığına atanmış, öldüğünde kendisine resmi bir tören düzenlenmiş olsa bile, Kıbrıs Rumlar arasında yaygın olarak kabul gören Elen Milliyetçiliği düşüncesinde ve EOKA fanatikleri arasında hiçbir zaman kendileri kadar Kıbrıslı saymadıkları bir “Turko” olmaktan kurtulamadı İhsan Ali.

Sanırım O, iyi bir Kemalist ve “Anti Sömürgeci” bir Türk Milliyetçisi olarak başladığı siyasi yolculuğunu bir Kıbrıslı yurtsever olarak taçlandırabileceğini düşündü.

O uğrunda kimsenin ölmeye hazır olmadığı Kıbrıs Bayrağını savundu.

O, yıkmak ve ortadan kaldırmak için adalıların birbirlerinin boğazına sarıldığı Kıbrıs Cumhuriyeti devletini yaşatmak uğruna inatla mücadele etti.

Kıbrıs Cumhuriyeti devleti yaşatılabilmiş olsaydı eğer, büyük bir olasılıkla o bu adada barış’ın en fedakar, en cesur ve en kahraman siyasi sembolü olarak anılıyor olacaktı bugün.

Ama olmadı.

Kıbrıslı Elenlerin Enosis saplantısı, Kıbrıslı Türklerin hazırda bekleyen Taksim planlarını tetikleyince Kıbrıs Cumhuriyeti tek kanatlı kuş olarak kaldı.

Tek kanatlı kuşun uçamayacağı gibi Kıbrıs Cumhuriyeti de, Kıbrıslı Türklerin ayrılması ve Kıbrıslı Rumların da onları dışlamak için ellerinden gelen çabayı harcamaları ile iki toplumu birlikte taşıyarak uçamadı.

Dolayısıyla her ülkede birçok demokrat ve yurtseverin başına gelen “aydın yalnızlığı” onun da başına geldi.

Çünkü o, gerek bir doktor, gerekse bir insan olarak her iki toplumda kendini tanıyanlar tarafından ne kadar çok sevilmiş olsa da, ailesi ve ona yakın kişiler, Teşkilatın denetimindeki Kıbrıs Türk gettolarında kendi ırkına ve soyuna ihanet etmiş ve “Kara Listeye” alınmış birer “Vatan Haini”, “şüpheli şahıslar” muamelesi gördüler.

9 Mart 1964 Baf’ta iki toplum arasında patlak veren çatışmaların daha da büyümeden önlenmesi için çaba gösterdi. Ama onun çatışmaları önlemek için gösterdiği bu çaba bile bugüne kadar adeta yok sayıldı.

Elen Kıbrıslılar arasında ise,  Makarios’un danışmanlığına yükselecek kadar ilerlemiş de olsa “kendi ırkına ihanet etmiş bir hain” ve “Elen ırkından gelmeyen” bir yabancı olması hasebiyle, çok da büyük bir siyasi itibar görmedi.

“Doktor İhsan Ali”, “İnsan İhsan Ali”, adanın ve adalıların ırkçı hezeyanları arasında siyasette yalnız kaldı. Ve zaten o yalnızlığıdır ki hem doktor, hem insan, hem “casus ve hain” hem de “yurtsever” yanlarını parlattı.

Ümit İnatçı’dan öğrendiğim kadarıyla kimi akrabaları Kuzeyde kimileri Güneyde ve buruk bir sessizlik içerisindeler. Kendisi gibi bir doktor olan çocuğu Savaş ise, Kuzey Kıbrıs’ta tutunamadı.

Üzülerek Baf’a geri döndü. Şimdi Baf hastanesinde doktorluk yapıyor.

Bu adadan, adalıların refahı, barış içerisinde bir arada yaşamı için bir ömür boyu çabalayıp duran, bu yolda sadece kendisini değil, ailesi de perişan olan, bir yalnız adam, Dr. İhsan Ali geldi geçti.

………………………………………………

(*) Kıbrıslı dergisi, Ağustos 1996, Sayı 12.

(**) aktaran A. An, Fırtınalı Yıllar, Galeri Kültür, 1. Baskı, Sf 116

 

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin