yaklaşımlarYılmaz ParlanAKP VE TÜRKİYE! - Yılmaz Parlan
yazarın tüm yazıları:

AKP VE TÜRKİYE! – Yılmaz Parlan

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Bilmem farkında mısınız? Türkiye’de hızla eskiye bir dönüş var. AB rotasından uzaklaşılmış, iktidar partisi AKP milliyetçilik söylemine sıkı sıkıya sarılmış, gazeteler sindirilmiş. Protestoculara Polisin göstere göstere meydan dayağı atmaları, öğrencilerin polis tarafından karga tulumba götürülmeleri, polisin üniversitelere müdahaleleri, gazetecilere arka arkaya dava açmalar, gelişigüzel hapse atmalar, şark kurnazlığıyla salıverilen katil kanara şeriatçı mahkûmlar ayyuka çıkmış. Hak arama mücadelesinde eylemcilerin daha kent ya da cadde girişlerinde polis tarafından organize engellenmeleri de yeni bir polis taktiği olarak göze çarpıyor. Komşularla “sıfır sorun” politikası ağızlarda sakız olup sorunlara yeni sorunlar eklenirken Papandreu’nun Türkiye’ye yaptığı bir ziyarette ordunun aynı gün Hava Kuvvetleri vasıtası ile Yunanistan’ı tacizi, İsrail’le sistematik politik gerilim, ona buna tafra atmalar ve son olarak Merkel’in güney Kıbrıs’a yaptığı ziyaret sonrası sorunun çözümüne atıfta bulunan Şansölyenin Türkiye’nin sert tepkisine maruz kalıp Almanya’dan özür talep etmesi tüm bunlar AB ile iplerin koparılacağının birer göstergeleridir.

Bir yanda İslam’ın, öte yanda milliyetçiliğin ayak sesleri

Tüm bunlar 2004’te Annan Planı’na “sözde evet” diyen Türk tarafının artık dünyayı daha fazla kandıramayacağının bir yansımasıdır. AB’nin Türkiye’ye verdiği kredi dolmuş, yolun sonuna gelinmiştir. Düşünsenize; 33 başlıktan hiçbirisi başarılamamış, ama AB suçlanmıştır. Sanırım AB’ye üye veya aday olan ülkeler arasında kimse girmemek için bu kadar çaba sarf etmemiştir; her ne kadar tersi söylenip iddia edilse de… 1963’te Ankara Antlaşması’nın üzerinden 47 yıl geçmesine rağmen ne yazık ki bir Siyasi Partiler Kanunu bile değiştirilememiş ve % 10 barajı düşürülememiş! AB yolunda sürekli ayak sürümüş, “bize haksızlık yapılıyor” edebiyatı altında koca bir ülke uyutulmuştur. Dahası var; Haziranda yapılacak seçimler öncesi İslam’ın ayak seslerini yansıtan provalar, AB projesi masalı altında sigaraya derken aslında içkiye getirilmek istenen ülke çapında yasaklar. Ateşli silah taşıma yaşı 18’e düşürülmek istenirken, içkiye 24 yaş sınırı getirmek istenmesi şunun ifadesidir: Oy kullanabilirsin, çifte silah taşıyabilirsin, askerlik kahramanlar gibi yapabilirsin ama içki iç-me-ye-cek-sin! Tamam mı çocuğum? Bir yanda İslam’ın ayak sesleri, bir yanda milliyetçiliğin ayak sesleri, MHP lideri Bahçeli’nin Erdoğan’ın Yunanistan ve Almanya’ya gösterdiği tepkilere destek belirtip olumlu bulması, AKP’nin çizgisinin nasıl sapıp Türkiye halkı için hangi çanların çaldığını da göstermektedir! İslami milliyetçiliğin en tehlikeli yanı halka sürekli yalan söylenmesidir. Erdoğan’ın bir de “Biz İslam ülkeleri olarak birbirimize yeteriz” açıklaması ve “Şamgen” teorisi ise Türkiye için gidilecek köyün minarelerini göstermiştir!

Kamera kayıtlarının tek tek inceleneceğinin açıklanması, demokrasinin bittiği andır

Bu bir yol ayrımıdır ve Erdoğan son virajda kendisini güvenceye almak için Kıbrıs’ta “para yok” ayaklarına yatarken TC’deki memur kesime  % 13 gibi büyük bir zam artışını müjdelemiş, kazığı sağlam temellere oturtmuştur… Her şey adım adım, planlı şekilde yolunda cereyan ederken, Türk Telekom Arena Stadı’nın açılışında GS’li futbolseverlerin Başbakanı protestosu bir dönüm noktası olmuş, geleceğe yönelik bir umut ışığının doğmasına yol açmıştır. Ajax kulübünün başkanı “Başbakan neden stadı ter ketti ki?” diye sorarken, aldığı yanıt karşısında şoke olmuş ama bir gün sonra GS Başkanı Polat’ın “Bu olaya karışanları stada bir daha almayacağız” açıklamasını duyamamıştır. İyi ki de duymamıştır! Yaşananlar faşizmin ne boyutlara geldiğini, hoşgörüsüzlüğün nerelere vardığını çok iyi özetliyordu. Protesto olmuşsa ne olmuş yani? Demokrasi isteyenin istediğini söyleyebildiği birazcık da nankörlük içeren bir rejim değil midir? Kamera kayıtlarının tek tek inceleneceğinin açıklanması, demokrasinin bittiği andır. Stadyumdaki seyircilerin güvenliğini sağladığı sanılan kameralar meğerse herkesi tek tek fişlemek içinmiş. AB yolunda Türkiye görsün gözünüz. Bu noktada AKP yetkililerine bir hatırlatma yapmak lazım: 80’li yılların ANAP’ı demokratik değerleri seslendirirken zirvedeyken, Özal sonrası Mesut Yılmaz’ın ise milliyetçilik rüzgârlarına sarılıp kapılması zirvede olan bir partinin nasıl sıfırlandığının en canlı kanıtı olarak durmaktadır. Keza DYP de öyle…  Geçen yıl oynanan Bursa-Diyarbakır maçını da unutmamak lazım: Maçta 1500 Türk bayrağı ve 200 metre boyunda “Ne Mutlu Türküm Diyene” pankartı açılması ve geçenlerde Bursa’daki 187 sivil toplum örgütünün oluşturduğu “Hepimiz Mehmediz Güç Birliği Platformu”nun “iki dil, iki bayrak” açıklamalarına büyük tepki göstererek sözcüleri Selçuk Türkoğlu vasıtası ile “Dünyanın kalbi konumundaki bu topraklarlar üzerinde ya tek dil, tek millet, tek bayrak, tek devlet var olur. Ya da, dünya yangın yeri olur” demesi milliyetçilikte varılan son noktayı çok da güzel göstermektedir!

Bunlara sivil toplum örgütü demek mümkün müdür?

Takke düşmüş keller görünmüştür

Kısacası görüldüğü üzere Ergenokon diye tabir ettikleri Elm Sokağının kahramanı Freddy, herkesin sandığı gibi tasfiye edilmemiş sadece yenilenmiştir. Eskisi hükümsüz kılınırken, yenisi daha da etkinleştirilmiş olup tüm unsurlarıyla işbaşındadır. Erdoğan sanıldığı gibi ordu ile kavga etmemiş, bilakis uzlaşmıştır. Bu konuda en somut örnek, referandumda 12 Eylül Anayasasını yargıya taşıyacağını söyleyip %58 oy almasına rağmen Sayıştay Yasası’nda askerle anlaşıp orduyu halkın denetimi dışında bırakmasıdır. Kürt meselesinde “devletin dilini” kullanırken, bütün büyük meselelerde çözümleri dondurup, heykel, dizi gibi entipüften kavgalarla muhafazakâr kesimin gözünü boyarken, AKP’nin yükselen yıldızı Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun da “Sarıkamış’ta gerekirse doksan bin kişiyi daha feda edebileceklerini ” ifade edip gazeteciler önünde ant içmesi manidardır.

AKP böylece Sayıştay Yasası’nın hazırlanışı sırasında Genelkurmay’la gizli anlaşmalar yapıp ordunun denetimini gözlerden saklarken, askeri yargıya dokunmamış, Yunan Başbakanı buradayken savaş uçaklarının Yunan adalarının üstünde uçurulması karşısında da sessiz kalmıştır.

En önemlisi daha fazla özgürlükten bahsederek yüksek düzeyde oy alırken, kendisini askere karşı en çok savunan TARAF gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan’a 50 bin TL’lik dava açması özgürlükler konusunda ne kadar samimi olduğunun da göstergesidir! Militarizm karşıtı gözükürken ordunun kendi denetiminde olursa silahlanmasına ve güçlü olmasına bir itirazı yoktur; Takke düşmüş keller görünmüştür…

Gelinen nokta mahkeme kapısında biten bir cici balayı görünümündedir

Halbuki daha iki yıl önce, 1 Şubat 2009’da Aya İrini’de 2008 Yılı Kültür Sanat Büyük Ödülü kendisi gibi yazar olan babası Çetin Altan’a verilmişti. Törende konuşan Başbakan Erdoğan, Çetin Altan’a ve düşünce dünyasına müjdeler vermişti: “Türkiye artık ne Çetin Altan’ı 300 kez mahkeme kapılarına çağıran ve düşünceyi mahkum eden bir Türkiye’dir, ne de Nazım Hikmeti 12 yıl boyunca hapislerde tutan bir Türkiye’dir. O alıngan, o vehimler üreten Türkiye artık yerini özgüvene bırakmıştır.” Bu sözlere şapka çıkarılır. Şimdi şu sözlere de dikkat. Erdoğan:

“Demokrasinin temeli tahammül duygusudur, her türlü düşünceye saygı gösterilmesidir.”

Bugün ise gelinen nokta mahkeme kapısında biten bir cici balayı görünümündedir. Burası Türkiye’dir; sözlerin buhar olduğu, insan öneminin bir hiç olduğu, konuşmaların mikrofonlarda ve kâğıt üzerinde kaldığı bir yerdir.

Kıbrıs’a dönersek, Rumların Annan Planı’na “Hayır” diyeceğini bildiğinden topluma “Evet” dedirtmiş, üstelik bunu dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de itiraf etmiş, “Evet”iyle dünyayı bir süreliğine kandırırken, halka da “Tek bir asker çekmedik, bir gram da toprak vermedik” edebiyatı yaparak Evet’inde samimi olmadığını açıkça göstermiştir. Dahası görev süresinde adaya Türkiye’den nüfus taşıma rekoru kırarak Cenevre Anlaşmaları’nı ihlal şampiyonu olmuş, adayı hızla kolonileştirerek tarihe geçmiştir!

Özetleyecek olursak; milliyetçilik rüzgârları doruğa çıkarken, diğer taraftan da İslam’ın ayak sesleri kulakları paralarken, her şey sanki de bir kamera şakasından ibaret gibi sunulmaktadır! Ama tüm bunlar bizim hayatımızın acı gerçekleridir.

AB ile incelen iplerin kopması için son hamleler yapılmıştır: Merkel ya özür dileyecek, ya da özür dileyecektir! Yeni Başbuğumuz öyle buyurmuştur!

Bu, ’olmayacak duaya amin demek’ değil de nedir?

Milliyetçilik rüzgarları fırtınaya dönüşürken Allahuekber sesleri de ona eşlik ediyor…

GÖZDEN KAÇMAYANLAR!

Önce hiç kimsenin kabul etmediği, Afrikalıların bile reddettiği sağlıksız etleri bize yedirdiler. Ardından hiç bir ülkenin kabul etmediği, Türkiye’den yola çıkan yanık unları adaya sokup Dikmen çöplüğüne boşalttılar. Yetmedi, İtalya’ya siparişli Silikozis adlı kimyasal maddeyi gemide yangın çıkıp İtalya kabul etmeyince 50.000 $  karşılığı Mağusa Limanı’na boşalttılar. Yetmedi, içinde radyoaktif madde bulunan TC’den getirilen devasa hurdaları Serbest Liman’a boşalttılar; hem de çocukların gittiği Karakol Îlkokulu’nun 50 metre arkasına bir yere! Ülke resmen TC’nin her türlü çöplüğü haline getirilmiş. İnsan sormadan edemiyor: İnsana zerre kadar değer vermeyen bir yapı ne işe yarar? Devlet, insanı korumak için mi, yoksa yok etmek için mi kullanılır?  Mademki herkes çöpünü, atığını gelişigüzel KKTC’ye bırakıyor, oldu olacak devleti de binalarıyla Dikmen çöplüğüne taşıyalım, olsun bitsin. Ne şiş yansın, ne kebap!

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?

TC Çevre ve Orman Bakanlığı ağaçlara orman yangınlarından beş kat daha fazla zarar veren böcekleri yok etmek için laboratuarda terminatör böcek üretti. Doğadaki zararlı böcekleri yiyerek ağaçları koruyan terminatör böcekler, devleti her yıl 10 milyon harcama yapmaktan kurtaracak. Bilindiği üzere kuşlar ormanlarda zarar yapan böceklerin yumurtaları, larva ve erginleriyle beslenirler. Bu nedenle bir ağaçkakan kendi ağırlığı kadar günlük zararlı böcek tüketir, ormandaki biyolojik dengenin korunmasına faydalı olur. Bir karınca yuvasında yaklaşık 300 bin karınca yaşar. Bir hektarlık ormanlık alanda zararlı böceklerin larva, yumurta ve erginlerini yiyerek doğal dengenin sağlanmasında faydalı olurlar. AK Partinin bu kadar çevreci olduğunu bilmiyorduk doğrusu. Kuzey Kıbrıs’ta orman arazilerini peşkeş çektiğini biliyorduk ama demek ki Türkiye söz konusu olunca korudukları da varmış!

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin