“Senin yalanlarınla, hilelerinle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ben de senin önünde diz çökmedim, bu da sana dert olsun.”Seyit Rıza.
(1938 Dersim direnişinde ki Direniş lideri. Direniş bastırıldıktan sonra Elazığ’da Buğday Pazarında asılan önder. Son dileği oğlundan önce asılmasıydı ama, oğlunu özellikle ondan önce ve gözleri önünde astılar.)
İmralı’dan, 2011’de ki genel seçimlere kadar tek taraflı olarak ifade edilen ateşkes düşüncesi genel olarak olumlu yorumlara sebep olurken, daha da ziyade Kürt toplumu, Kürt halkı içinde geleceğe daha olumlu bakma noktasında yeni ir heyecanı da beraberinde getirdi.
Filli olarak otuz yıla tekabül eden savaş, ateşkesin uzatılmasıyla birlikte tarihsel olarak yeni bir evreye dönüşmesinin imkan ve olanaklarını da bünyesinde taşıma potansiyelini tek taraflı da olsa açığa çıkarmış bulunmaktadır.
Şüphesiz ki, geleceğe yönelik olarak adım atma kurgulamaları yapılırken; geçmişte yaşananlar, bu anlamıyla da geçmiş yaşanmışlıklar, yarına; planlama ve yol alma yöntemlerinde de özel anlamalar, özel duygulanmaları da beraberinde getirmektedir.
TC kuruluş süreciyle birlikte, farklı etnisite anlatımı olan Kürtlük bu tarihsel yaşanmışlıklar içerisinde ve tarihin ona miras bıraktığı; Dersim Direniş önderi Seyit Rıza’da en özlü anlatımı olan güven sorunudur. Ve bu sorun ifade edilirken Osmanlı yaşanmışlığından devr alınan ve TC tarafından fütursuzca uygulanan ‘yalanlar ve hilelerin’ temel yaklaşım olduğudur.
Yaşanılan an da dahil olmak üzere TC devleti; inkardan kabule varıncaya kadar, Kürt halkına uygulamış olduğu; yok etme, asimile etme, asimile ederek yoklaştırma yürüyüşü; artık kendisini bu döneme uygun olarak düzenlemek/değiştirmek zorunluluğundadır.
Otuz yılın siyasal çıkarmaları:
Savaş patadır,
Kürt sorunu vardır.
Bu da, sorunu veya sorunları görüp görmemenin ötesine taşımıştır. Her iki tarafın kurmayları tarafından verilen beyanatlarla da , sorun tespitinde ortaklaşmışlardır. Gelinen noktanın durumu ve buna kaynaklık eden sorunun tespitinde, ortaklık yakalanmasına rağmen; günümüzde dahil olmak üzere çözümden anlaşılan şey de ortaklık oluşturulamamıştır.
Birisi, yani TC; ‘savaş alanında’ varamadığı sonuçları, şiddetinden de vazgeçmeyerek en dar alana hapsetmenin plan ve projelerini egemen kılmaya çalışmaktadır.
Kürt hareketi ise; Kürt halkının sosyal, siyasal ve kültürel haklarının hukuksal teminatlara almanın vazgeçilmezliği olduğu duruşundadır. Bu duruş geçmişin dayattığı öğretmelerdir. Bu öğretmelerin sonucu olarak Güven sorununun hukuksal tanımlamalar ve bağlayıcılıklarla aşılabileceği ilanıdır.
Dolayısıyla da, 2011 genel seçimlerinden sonrasına ötelenen yeni anayasa sorununun ifade ve anlatım yapısının Demokratik Anayasa olması zorunluluğudur.
Özellikle son on yılların yaşanmışlıklarının bizi getirdiği nokta, bütün de Türkiye yaşamının tıkanmışlığının artık son kertesinde olduğudur. Tıkanmışlığın ana kaynağı; anayasa ve diğer yasaların demokratik ve özgürlükçü karakterde olmamazlığıdır. Yasalar, asker ve sivil bürokrasinin yönetim devamlılığı esas alınarak düzenlenmiştir. Silahlanmaya ve savaşa ayrılan kaynakların büyüklüğü, Türkiye ekonomisinin gelişmesinin en büyük handikapı olmuştur. Ulusçu devlet anlayışının sonuçları olarak; edebiyatında, kültüründe vb. alanlarda ki sığlanmalar önemli boyutlara ulaşmıştır.Tarih; yaşanmışlıkların anlatımı/tespiti olması noktasından uzaklaştırılarak, öznellikten tarih oluşturulmuştur.
Özcesi Türkiye hayatı tıkandırılmıştır.
Geleceğe havale edilen anayasa; sadece Kürtlerin hayatını kolaylaştıran bir anayasa konumunda olması durumunda, yapısında ki anti-demokratik ve vesayetçilik ruhundan kurtulması mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla, Kürt sorunu; etnisiteler sorunu olarak yeni biçimde varlığını devam ettirecektir.
Yeni anayasa, yerinden yönetim tarzında olmalı ve merkezi gücün yetkilerini olabilecek en geniş alana ulaştırılmasının yetki devri olmalı ve bu geri alınamaz hukuksallığa bağlanmalıdır.
Yetkilerin yerelleştirilerek güçlendirilmesi Türkiye toplumunun dinamiklerinin su yüzüne çıkmasına imkan yaratacaktır. Geleceğe varma bu kurgular üzerinden yürütülmediği zaman; bitmeyen savaşlar anaforuna giren Türkiye; kendini yok etmenin yol taşlarını da döşemiş olacaktır.
Aydınlıklarda yaşamak Demokratik Anayasayla ancak mümkündür.
Güven sorunun aşılmasının en doğru yol oluşturularak, böyle bir anayasa ve anayasaya dayanan diğer yasalarla mümkündür.