İnsan yaşamı sosyalleştikçe yani sosyal bir varlık olmak zorunda kaldıkça hukuk diye bir şey ortaya çıktı. Hukukun arkasında güç varsa uygulanır da olmasa da ihtiyarlayınca kendine de yarayacağını düşünerek veya düşünenlerden çekinerek insanların uymasıyla hayata geçer. İlk değişmeye başlayan bir şempanze kolundan insanlaşırken büyük ihtimalle en hızlı koşan etobur olmak için fazla ısıyı atmak için kıllarını kaybetmişti sonra teknikler geliştirip avlanmasını arttırmış ve giderek dayanışmayla daha fazla avlanabileceğini kavrayarak kümeleşmeye başlamıştı. Kümeleşme de bir sosyal yaşamı başlatmıştı.
Önce yamyamlıktan vazgeçtiydi desem hata olur. Bugünlere kadar gelen yamyam kümeleri gösteriyor ki birbirini yemekten bile yeni vazgeçti.
Nasıl muamele görmek istersen ona göre başkalarına muamele et sözünü söyleyecek kadar ilerleme oldu.
Ancak bunlar hep kazanılmış özelliklerdir. İçimizde etoburun kıyıcı duygularını taşıdığımız görünür.
Yoksa çocuklarına titrediğini söyleyen insan Omorfo’nun su havzasını nasıl çok su çekerek tuzlandırır? Çocuklarının okuduğu okulların önünü yanını kumarhane,kerhane ve uyuşturucu merkezi haline getirenleri nasıl hoş görür? Ormanlarının ve hali arazilerin elden çıkarılıp ülkeyi yaşanmaz hale getirecek işleri yapanları nasıl destekler? Ülkesini sorma gir hanına çevirip her gün cinai raporları dinlemek durumda bırakanları nasıl hesaba çekmez?
Ancak bir etobur hayvan aç gözlülüğüne kapılıp hesapsız kitapsız işleri yapar. Erkek aslan cinsel gereksinim için yavruları öldürürken aslan sosyal yaşamının kuralları diye bir şey tanımaz. İnsan da ondan fazla uzakta değil anlaşılan ki kapılarını kaçaklara açan iktidarın güçlülerini sudan bahanelerle seçtirmek için uğraşır.
Bir etoburun nesli devam ettirsin diye akrabası ile çiftleşmemeye çalıştığını hiç görmezsiniz. İnsanın da ensest ilişkileri derinden gelir. Etoburun çevreyi anladığını hissettirecek işler yaptığı görülmez. İnsan ise örgütlenip çevreyi savunur ama insanlar çevreyi korumaya çalışanlardan çok tahrip edenlere destek olur. Demek ki bu kılsız etobur kısa vadeli çıkarlar gibi görünen bastırılmış duyguların yüzeye çıkması şeklindeki hayvani tepkileri dışa vurur. Böyle giderse dünyayı batıracak. Olmazsa savaşlarla kendi kendini tüketecek ama önce Kıbrıslı Türklerin eriyip gittiklerine şahit olacağız.
Kısa vadeli düşünmeden Kıbrıslı Türklerin özel yapılarını korumanın önemini kavramalıyız. Bu özel yapı tarihinin getirdiği bir yapıdır. Çoğunluk halinde kalmazsa ve azınlığa düşerse bunu kaybeder. Tabii azınlık haline düşmesi öyle ağrısız olmaz. Bugünden br çok aile göçlerle erimiş gitmiştir. Yaşam alanlarında başka bir kültürün baskısını hissetmeyen kalmamıştır. Maddi ve manevi zarar herkesin gözüne batmıştır. İşini kaptırmakla başlayan bir yoksullaştırma ve göç döngüsü her ailenin başına gelmiştir.
Giden elçi de diğerlerinden bazıları gibi Kıbrıslıların bu mahsus yapılarının korunmasının önemine işaret etmişti. Ancak büyük paralarla finanse edilen projeler bunun timsah gözyaşları olduğunu gösteriyor. Hiçbirinin gereğini yapmadığını projelerin hazırlandığı dönemde varlığımızı korumak için adımlar önermiş olduğunu görmedik. Tam tersine her tarafı cami doldurup Kıbrıslının sırtına bir de sokak baskısını yükletme gayreti içinde olduklarını gördük. Nitekim tevatüre göre okulda cinsel tacizle öğretmenleri tesettüre mecbur bırakma gibi sarkıntılıkları görülmeye başlandı ve buna karşı çıkan Türkiyeliyi görevden alan da Kıbrıslı oldu. Korunmaya muhtaç karakterimizin korunacak hali kalmadığının yakın olduğunu hissetmemek için duygusuz olmak gerek.
Bu yazıyı yazarken akortsuz bir sesin yabancı bir dilde cıyak cıyak bağırdığını işitiyorum ve artık yabancı bir çevrede yaşamakta olduğumu anlıyorum ama bana et tırnaktan ayrılmaz diye hamilik nutku atılıyor.
Salak olan buna kanar. Bu telleri bizi kazıklama inhisarını (tekelini) elinde tutmak isteyenler olduğu için çektiler. Tellerin sahibi değişeceği zaman bizi de kendi tellerinin içine almak isteyenlere karşı çıktık diye tepelenmek istedik. Tellediklerine çok daha beter davrananların eline düştük. Tellerin içinde kalıp da Hatay gibi daha büyük bir telli babaya boyun eğmek kaderimiz olmasın istersek ona göre davranmalıyız. Yoksa etoburluk bizi kurtarmaz. Bakın etoburun dar kafasıyla kıs vadeli hesaplar için yetki verdikleriniz federasyon konuşurlar ama Hatay usulü Türkiye’ye iltihak isterler. Korkularından bir birlerine aman zamanı değil şimdi bunu söylemeyelim diyorlar. Onlardan daha büyükleri var demek ki hukuk sormazlar. Amma bilelim ki dikenli teller bizim sadece kazıklanacağımızı ve kimin tarafından kazıklanacağımızı garanti eder hukuk ise güçlendikçe bizi korur. Uluslar arası hukuku güçlendirmek bize özgürlük alanları açacak olan fırsattır. O zaman uluslar arası hukuku güçlendirecek bir çözüm için destek olmak amacımız olmalıdır.
Kıbrıs bir örnek olursa başkalarının da yardımına koşar. Bilinmelidir ki diplomaside dost yoktur menfaat vardır derken kısa vadeli menfaatin değil uzun vadeli menfaatin öngörülmesi gerekir. O halde de uluslar arası hukukun desteklenmesinin yararı anlaşılır.
Uluslar arası refahın artmasını, barışı ve ekolojinin gerekleri ancak hukukun desteklemesiyle olur. AB başta Kıbrıs’la ilgilenenler çözüm için baskı yapmalı ve uluslararası hukuka uygun çözümü desteklemelidir. AB üyesi bir ülkede insan haklarına aykırı bir düzen daha uzun süre tutulmamalı ve örnek olarak kullanılmalıdır.