kızıl yeşilGeri dönüş yok! - Ragıp Zarakolu - Evrensel Gazetesi
yazarın tüm yazıları:

Geri dönüş yok! – Ragıp Zarakolu – Evrensel Gazetesi

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Artık referandumdan olumlu sonuç alındığına göre, hukuksuzluğa karşı militarizm bahanesi de ortadan kalkmış oldu.

Kırsal alandaki militarist milliyetçilik, ocağına incir dikilen ocakların yeşermemesi için içmiş olduğu andı devam ettirmeye kararlı görünüyor.

İzmir Selçuk’taki Şirince köyündeki evlerin yıkım kararı onaylandı.

Şimdi yıkılacak evler arasına Sevan Nişanyan’ın evleri yanında diğer köy evleri de alınmış.

Anlaşıldı, idare ve yargı içindeki “elemanlar” Şirince’yi, Fethiye yakınlarındaki Kayaköy’e çevirmeye kararlı.

Ne demek eski bir Rum köyünü canlandırmaya çalışmak. Büyük bir ulusal güvenlik tehdidi!

Hele orası Büyük Yazar Dido Sotiriyu’nun doğmuş olduğu köy ise.

Hele evleri yapan, yaman bir resmi ideoloji eleştiricisi ise…

Bakalım darbecilerle mücadele şampiyonu Erdoğan Hükümetinin gücü, Şirince evlerinin yıkımını engellemeye yetecek mi?

En önemlisi Kültür ve Turizm Bakanımız, eski arkadaşım Ertuğrul Günay elini taşın altına koyacak mı?

İşte hem kültür, hem de turizm işi.

Sevan Nişanyan, Türkiye’de alternatif konaklamanın öncüsü. Şirince evleri bütün Türkiye’ye model oldu.

Siz adama ödül vereceğinize, önce hapse atın, sonra da evini başına yıkmaya kalkın!

Kimse bana, yasa dışı inşaattan bahsetmesin.

Yahu sizin İstanbul’unuzun yarısı kaçak be yahu!

Depremde yıkılan evlerin ruhsatı vardı da ne oldu be vicdansızlar, göstermelik tutukladığınız bir müteahhidi bile hapiste tutamadınız. Çünkü sadece müteahhitleri değil, o ruhsatları veren belediye başkanlarını da yargılamanız gerekirdi

Örnek aldığınız Özal gibi, siz de isterseniz özel bir yasa, bir kararname çıkarır, Şirince evlerinin yıkımının önüne geçersiniz. Sevan gibi özel bir kişi için bu yapılmaya değer.

Sevan’ın narına, bütün köyü yıkmaya kalkacağınıza…

Şimdiden dünyada Şirince yıkım kararları “Vandalizm” olarak adlandırılmaya başlandı bile.

Türk ırkçı milliyetçiliğinin babalarından Rıza Nur, Lozan’da İsmet İnönü yanında ikinci baş görüşmeci idi, her ne kadar resmi tarih üstünü örtmeye kararlı ise de.

Ve İsmet de, Rıza da, her ne kadar azınlık haklarını gönülsüzce Lozan’da kabul etseler de, azınlıkların köküne kibrit suyu dökmeye de ant içmişlerdi.

Rıza Nur anılarında, sürgün ve soykırım dalgasından sağ kurtulanların, Anadolu’daki köylerine ve kasabalarına geri dönme umudunun mutlaka kırılması gerektiğini, Lozan’da bunun için çaba harcadıklarını söyler.

Bu umudu yıkmak için, Rum ve Ermeni köylerinin, kiliselerinin, manastırlarının, hiçbir insani kaygı taşımadan kararlılıkla yıkılması gerektiğini söyler ve bunu uygulayan idarecileri de över.

Şirince olayı Rıza Nur zihniyetinin kimi devlet kesimlerinde hâlâ devam ettiğini gösteriyor.

Türkiye’nin milli güvenlik politikası, hâlâ 1919 travmasını atlatamamış, hâlâ oralarda kalmıştır.

Ve bu politikanın temellerinden biri de, Anadolu’nun Ermenisizleştirilmesi, İstanbul, İmroz ve Bozcaada’nın Rumsuzlaştırılması, Trakya’nın Yahudisizleştirilmesi olmuştur. Lozan’da azınlık haklarının sözde kabul edilmesinden sonra…

‘50’li yıllarda biraz nefes alan Anadolu Ermenilerinin arta kalan aileleri, Süryaniler, Yezidiler ‘60 darbesinden sonra göç yollarına düşmüştür. Her darbe sonrasında arta kalan en son aileler de ayrılmıştır. Konya’nın son Ermeni’si birkaç yıl önce öldü. Diyarbakır Ermeni kilisesinin gönüllü bekçisi Antranik de ölünce orada kimse kalmadı. Bazı kent ve kasabalarda ararsanız bir ya da iki son aile bulursunuz.

1971’den sonra başlayan, ve 1980 sonrasında hedef alınan bir başka kesim ise Aleviler ve Sol olmuştur. Gerçekten de son 30 yıl içinde Maraş, Malatya gibi yöreler önemli ölçüde Alevisizleştirilmiştir. Bu politikanın bir başka uzantısı ise, ‘80 sol-kırımı ile Anadolu’nun bütünüyle sosyalist soldan temizlenmesi olmuştur.

1984 sonrası ise Kürt soluna destek veren kırsal bölge önemli bir temizliğe tabi tutularak, 4 bine yakın Kürt köyü, neredeyse bölgedeki köylerin yarıya yakını boşaltılmış ve bunların çoğu yakılıp yıkılmıştır.

Ve bırakın Ermeni’yi, Rum’u, 1980 darbesinden sonra listeye girmiş bir sosyalistin, yada boşaltılmış köylere geri dönmeye çalışanların dönüşü çeşitli yollardan engellenmiştir. Devlet izin verir görünse, mala mülke el koyan korucular buna olanak tanımamıştır. Sadece Kürtlerin değil, bir çok Süryaninin, Yezidi Kürdün dönüşünün engellenmesi gibi.

Van’da eczane açmak isteyen bir Ermeni bayan eczacıya, yapılmadık baskı kalmamış, sonunda eczanesini kapatmak zorunda kalmıştı.

Van’da otel açmak isteyen, ve yabancı sermaye yatırımlarının özendirilmesine güvenen Amerikalı bir Ermeni otel açmış, başına pişmiş tavuğun başına gelenden beter şeyler gelmişti.

Demek, sadece doğuda değil, batıda da TC yurttaşı olsan da Ermeni’ye ekmek yok!

Anadolu Ermenileri ve Rumları, sadece yolunacak bir tavuktur, turist olarak.

Yıllar önce, Yelda bu mantığı yansıtan bir kitap yazdı. Kimi aydınlarımız onu sivri dilli bulur. Ama haksız mı? “Çoğunluk Aydınlarında Irkçılık”tan sonra, “Önce Gidin Sonra Diyalog” kitabı ile, bu mantığı çok iyi sergiledi.

Hele son Ermeni de gitsin, diyaloğu başlatırız!

Aceleniz ne!

Gelin senede bir Trabzon’a, Van’a, Musa Dağ’a, dua edin gidin!

Daha ne istiyorsunuz?

İmroz’a, Bozcaada’ya [sözde Lozan Antlaşmasına göre özerk, özel bir statüleri olacaktı], kendi adanıza yazın turist olarak gelin.

Zaten İstanbul’da 2 bin 500 Rum kalmış, Patrikhane de kapansın. Merak etmeyin biz orayı Müze yapar, senede bir ibadete açarız.

Hiç endişeniz olmasın.

Biz misafirperver milletiz.

Netekim!

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin