Gelecekte nasıl anlatacağız bugünleri kimse bilmez…
Çocuklarımıza, torunlarımıza bugünleri anlatırken alınlarımızdan süzülen ter damlacıklarının sıcaktan değil, sıkıntıdan olduğunu nasıl söyleyeceğiz?…
BKP Genel Sekreteri İzzet İzcan, ‘barışçı bir başbakanı düşürmeye gönlünün el vermediğini’ söylüyor…
Barış ne demek?
Birleşmeyi desteklemek ne demek?
Kaç aylık hükümetçilik oyununda neler yapıldı? Neler başarıldı? Başarılanlar biz Kıbrıslıları daha da ayıran mı, birleştiren mi işler?
Kayıplarla ilgili tek adım yok, yerel basından öğreniyoruz, uzmanlar adamızda, Kıbrıslı Türklere ait Alüminyo’daki mezarlık açılmış ama kimse gidip kan vermediği için DNA testlerine başlanamıyor, bu yüzden kimlikleri tespit edilemiyor. Ayni şekilde benzer sorun Dohni için de geçerli…
Kimi Kıbrıslı Rumlar kayıp yakınlarının yerini aşağı yukarı biliyor, izin verilse gidip elleri ile koymuş gibi bulacaklar ve en azından acılı bir yürek kısmi de olsa rahatlayacak, bir demet çiçek koyup, bayramdan bayrama ziyaret edebileceği bir mezarı olacak. Ama ‘barışçı’ başbakan ne Kıbrıslı Türk, ne de Kıbrıslı Rum kayıp yakınlarının acılarını anlamak, onlar için bir şey yapmak istemiyor. Hatta inşaat için yapılan kimi kazılardan çıkan cesetler de apar topar paketleniyor, gelecek yüzyılda açılmak ya da hiç açılmamak üzere…
1975’de uluslararası anlaşmalara imza atıyoruz kuzeydeki azınlıkların insanca yaşamasına izin vereceğiz diye ama 21. yüzyılda bile, kendi okullarında kendi dillerinde eğitim görmelerini yasaklayabiliyoruz…
‘Barışçı’ başbakan sanki lütufmuş gibi yıllar sonra ortaokul açılmasına izin verdiklerini açıklıyor ama çalışmaması için ellerinden geleni yaptıklarını da gizle(ye)miyorlar. Dünyanın neresinde bir ortaokul dışişleri bakanlığına bağlı çalışır ki?
Ama bu zihniyet yeni değil, kuzeydeki etkinliklere katılmak isteyen Rumlar deyilmiydi ki ‘barışçı’ içişleri bakanlığı tarafından yabancı sayılan?
Yani onlar yabancı ve bu yabancıların işlerine Dışişleri Bakanlığı bakacak…
Peki dışişlerinin yönettiği bir okula güneyden öğretmen atanmasının sorun olacağı bilinmiyor mu? Yoksa zaten atanamaması için alınmış bir tür önlem mi bu?
Yeni okula ne gerek, var olan okulda bir sınıf da Kıbrıslı Rum öğrencilere verilse, teneffüste tüm öğrenciler hep birlikte oynasa, ayni kantini paylaşsa, öğretmenler kahvelerini birlikte yudumlasa dersek bu coğrafyada hayin sayılırız, ve bu yüzden ‘barışçı’ başbakan onları köyün en ücra köşesine yaptığı okula kapatacak, sanki vebalılar gibi… Kazara Kıbrıslıların birlikte yaşayabileceği ispatlansa, Türk tezleri yerle bir olacak, bu yüzden ‘arı’ mekanlar yaratılmalı, Türk’ün olduğu yere yabancı koymak kabul edilebilir bir davranış olamaz, mozaik değil ‘mermer’ olan kültürümüze de ayıp olur…
Okul sorunu deyip de geçmeyin, bu işin özü aslında bir tür etnik temizliktir. Yıllardır okul sorunu çözülemediği için Karpaz’daki Rumlar çocuklarını güneye gönderiyorlar, gidip güneyde okulu bitiren hemen askere alınıyor, askerliğini yapana ise bir daha kuzeye geçiş izni kuzey makamları tarafından verilmiyor. Çocuğu güneyde, kendi kuzeyde ailelerin çoğu, malı mülkü bırakıp göçüyor güneye, beş altı ay içinde dönmeyenin evine ise kuzeydeki rejim el koyuyor. Gidenin ne dönecek evi oluyor, ne hali, zaten annenin babanın yüreği çocuğunu bırakıp dönmeye de müsait olmuyor. Ve, Bu kısır döngü yıllardır sürüyor. Otuz yılda, savaşın bile yerlerinden edemediği Kıbrıslı Rumların sayısı binlerden yüzlere düşmüş, eğer sorun çözülmezse ölenlerle birlikte kuzey coğrafyadan silinmeye doğru gidiyorlar… Savaşın bile yerlerinden edemediği Kıbrıslı Rumlar önce anılarda kalacak, sonra o da hatıralarda bile yavaş yavaş silinecek, gün geldiğinde bu adanın ortak bir yaşamı olduğunu kimse hatırlayamayacak… Hatırlanmaması için ellerinden ne geliyorsa da yapıyorlar zaten… Kuzeyde, Kıbrıslı Rumlara, Ermenilere ve Maronitlere ait ne kadar sembol varsa, bir bir sistemli olarak yok ediliyor, yer adları değiştiriliyor, kimi Kilise zamana meydan okuyamıyor kimisi ise ‘büyük insanlığa’ direnemiyor… Mezarlıklar ise çoktan tarla olmuş, arsa olmuş yerlerini bilenler bile hatırlamıyor, bulamıyor… Daha 30 -40 yıl öncesine kadar var olan bu coğrafyadaki ortak kültürün izleri bir bir silinmekte, hızla, ‘yabancıdan’, ‘diğerinden’ arındırılmış yaşamlar kurulmakta…
Yeni yıkımlara ise ‘barışçı’ başbakan onay veriyor, gençlere arsa açmak için Kıbrıslı Rum köylerindeki evler medya ordusu eşliğinde bugünlerde yıkılıyor. Belki de daha dün evini yada akrabalarının evini yaşlı gözlerle ziyaret etmiş bir Kıbrıslı Rum, ertesi gün ‘barışçı’ bakan öncülüğünde yıkım haberlerini gazetelerden okuyor. Hani Annan Planı ile biz bunların bir kısmı Kıbrıslı Rumlara iade edecektik?
Girne ve İskele bölgesinde Kıbrıslı Rumlara ait mülklerin üzerinde talan göz göre göre sürüyor, hani bunlar için Komiteler kuracak, mal mülk değişimini, tazminat işleri yapıp uluslararası hukuğa uygun çözmeye çalışacaktık? Yeni oldu bittiler yaratıp, daha fazla Kıbrıslıyı karşı karşıya getirmek Kıbrıs’ta çözüme ne kadar yardımcı olur, olacaktır?…
Kara mayınları hep savaşın sembolleri oldu. Araştırmalar ispatlamıştır ki kara mayınlarından asıl büyük zararı gören bugüne kadar hep siviller oldu. Bu yüzden kara mayınlarının yasaklanması için dünyanın onlarca yerinde kampanyalar sürüyor. Kıbrıs’taki kara mayınlarının temizlenmesi için BM uzmanlar gönderdi, AB fon ayırdı, Kıbrıslı Rum yöneticiler biz varız dediler ama ‘barışçı’ başbakan bu konuyu bile çözemedi. Çözememesi onu komik duruma da düşürüyor. Bostancı’ya açılması düşünülen yeni geçiş noktasındaki kara mayınlarından dolayı yeni yol yapılmasını önerebiliyor. Ağlanacak halimize gülsek mi, ağlasak mı bilinmez…
‘Barışçı’ başbakan geçiş noktası için psikolojik savaş da veriyor. Hep düz alanda kapı açılmasını öneriyor, tartışıyor. Herkes pratikte ne kadar işe yarayacağını bildiği için Lokmacı Barikatının açılmasını istiyor ama onu açmak yürek ister. Lokmacı Barikatındaki duvar 63’den beri Kıbrıslıyı ayıran Avrupa’nın ortasındaki son duvarın en görkemli parçası… Ucundan yıkılmaya başlansa tıpkı Berlin’deki gibi,hani oradaki Duvarının yıkılışını da kimse durduramamış bir geceden tümden aşağıya indirilmişti ya, bunun da akıbetinin ayni olmasından korkanlar, en azından kafalarında yıkılamayan duvarların sembolü olarak Lokmacı’yı son kale olarak savunuyorlar… Ama nafile, tüm eskiyenler gibi duvarın da günleri sayılı, ama onu son günlerinde savunmak da ‘barışçı’ başbakana düştü…
Annan Planını kabul ettik ya ne yapsak hakkımız, çünkü en büyük barışçı biziz…
20 Temmuz günü tankların, topların namlularını ‘düşmana’ çevirip tüm şehirlerin sokaklarından askeri adımlarla Türklüğümüzü höykürerek geçişimizin haklılığı da buradan geliyor… ‘Düşman’a korku salmak için koca koca savaş gemileri getiriyoruz Girne Limanına, namlularını gene ‘düşman’a çeviriyoruz, gök yüzünde acı acı savaş uçakları uçuruyoruz, Kıbrıslı Rumlara ne kadar savaşçı bir ordumuzun olduğu hatırlatıyoruz ve ‘barışçı’ başbakan namluları ‘düşman’a çevrilmiş askerleri, tankları gururla selamlıyor, hakkımız değimli tüm bunlar, biz evet demedimiydik?
Barışa doğru askeri adımlarla mehteran eşliğinde giderken, kimileri ‘barışçı’ hükümeti korumaya alabiliyor.
Yapıyormuş gibi görünürken yıkanların gölgesinde geçiyor günlerimiz, gene kararlar Ankara’da alınıyor, gene derin devlet baş aktör, ama vitrinde ‘barışçı’ başbakan ve neyi temsil ettiği belli olmayan vekilleri var, hükümetçiliği tartışıyorlar…
Yani oğlum, kızım, nasıl anlatsam size bilmem, siz bu satırları okurken belki bizi sonsuza kadar bölünmeye götürecek olan politikaların altında hem kuzeydeki, hem de güneydeki ‘barışçılar’ın imzası olacak, belki de sizin bu satırları okuyamamanıza sebep olacak savaşın da mimarları ‘barışçılar’ olacak, hani yapıyormuş gibi görünürken yıkan ‘barışçılar’…